Temmuz27 , 2024

Dünyanın En Güzel Sahnesi Sokaklar

İlgili Yazılar

Türk sanatının zarif temsilcileri

Geleneksel Türk sanatlarının ve kültürünün yaşatılmasında, dünyaya tanıtılmasında büyük...

“Biz onu en çok siyah beyaz görüntülerinden sevdik…”

“İlk işimiz Atatürk belgelerini kurtarmak. Bunu bu ülkeye ve...

Bir nesil onun sesiyle büyüdü: Jeyan Tözüm

Tiyatro, sinema ve seslendirme bütün olarak bir insan olsaydı...

“Fotoğraf, benim için müthiş bir terapi aracı oldu”

Uzun yıllardır fotoğraf sanatı ile ilgilenen iş insanı Serhan...

“Fotoğraf makinem, fırçam; yaşamın kendisi ise boyalarım oldu”

Çektiği fotoğraf karelerine yaptığı dijital müdahalelerle ortaya koyduğu eserlerinde...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Tekinsiz, güvensiz, düşkünler yurdu sokaklar. Belli belirsiz, düzensiz; kaotik, kakofonik sokaklar. Devlet dersinden kalanların hayatlarını bütünledikleri sokaklar. Tepeden, şatodan, villadan bakınca böyle görülen, anlaşılan sokaklar eşitliğin en iyi örgütlendiği yerler aynı zamanda, sınırların kalktığı, sofraya düşenlerin kardeşçe üleşildiği yerler, ürkeklikler posasından dayanışmayla cesaret damıtılan yerler. Buyur kardeş, buyur, amca, dayı, abla teyze… nidasının samimiyetle yankılandığı yerler.

Salonlardan, stüdyolardan, profesyonel imkânlardan, endüstriden firar edercesine sesin ve nidanın altını güzelce çizen, şablon nedir bilmeyip özgürce yazılmış bir kitaba buyur edeyim ben de sizi.

İki başlığı olan kitabın iki ayrı karakteri ve iki yazılma yöntemi var. İki risale bir ciltte dercedilmiş adeta. Tezsiz tezlerin cirit attığı akademya vasatında Sedat Anar’ın, Osmanlı’dan bugüne sokaktaki tınının derdine düştüğü “Osmanlı’dan günümüze sokak müziği” bölümü monografi rayihalı bir deneme. Acele etmeden biriktirdiği araştırmaları demlenmiş ve kitabın başına ağır bir  misafir gibi konuvermiş. Bülent Aksoy’un, “Avrupalı Gezginlerin Gözüyle Osmanlılarda Musiki” kitabını ana kaynak olarak kullandığını belirttiği bölümde Evliya Çelebi’den, Kantemiroğlu’ya, Farouqi’den, Cem Behar’a, Rauf Yekta Bey’den Halil İnalcık’a alanın sunturlu, kallavi isimleri eserleriyle cirit atıyor. Bunların yanında makale ve doktora çalışmalarından faydalanılıyor.

Bayram eğlenceleri ve anlı şanlı çingeneler sayesinde şenlenen sokak saray eğlencelerinden payına düşeni alıyor çoğu zaman. Haremden agoraya, şehrin mesire yerlerine taşan sultanlar etraflarındaki binbir eğlencenin de tetikleyicisi olmuş. Çocuk Kalbi yazarı Amicis’e tüm parmaklarını ısırtan bu şenlikler darlık zamanlarında merhem oluyor halkın yarasına, sızısına. Anar’ın, “İçinden çöp arabası geçen dünyanın en güzel sahnesi” diye nitelediği sokakların güftelerinin bir kısmı da seyyar satıcılara ait; ritmik, melodik, akılda kalıcı ve eşliğe kışkırtan çarpıcı sözlerle cilalanıyor kulaklar. Sokak kuklacıları, ayıcılar, geyriresmi mehter çalgıcıları, son dönemlerde laternacılar derken yüzyılların birktirdiği ses havuzuna dalıp ferahlayıp çıkıyoruz. Saz vapurları ve caz vapurları ile kadim tartışma canlanıyor. Alaturka mı, alafranga mı? Tartışmanın çıkmasında bir sorun yok aslında yeter ki tek seçeneğe mahkum olmasın ahali. Olmamış nitekim! Dileyen saz vapurunda, dileyen caz vapurunda havasını bulmuş.

Otuz sayfada bunca bilgiye rastlayıp meşk havasında ilerlemek sonraki bölüme zinde ve büyük beklentilerle girmemize neden oluyor, varsın Kantemiroğlu çöğüre, sesi gür sazlara burun kıvırsın keyfimiz gıcır mı gıcır!

Sokak müzisyenleriyle söyleşilerden oluşan “Sokağın Sesleri”, kendi içinde yerinde bir kararla üç bölüme ayrılıyor. Çoğu, alanın öncüsü ve çilekeşi dokuz erkekten oluşan ilk bölümü, kadın sokak müzisyenlerinin beş kahramanı ve Avrupa’daki sokak müzisyenleri adına fikir tıngırdatan iki süvari takip ediyor.

Sedat Anar’ın birçok avantajı kitaba yansıyor. Müzisyen olması, sokak müzisyenlerinin çoğuyla tanış, bir kısmıyla yakın dost olması, maceralarının ya doğrudan tanığı paydaşı ya da dolaylı aktarıcısı olması, şehirlerin, sokakların kalp atışlarını neredeyse birebir duyumsayarak, müziğin, müzisyenlerin öyküsünü o nabza uyumlu şekilde aktarması… kalem körelir, klavye tökezler de bu avantajlar bitmez. Çileyi çeken, azcık şerbetlenmiş çok mu?

SOKAĞIN DAHİ MÜZİSYENLERİ

Gogol’un paltosu ile Bizon Murat’ın gitarını eşleştiriyor yazar. “Hepimiz Bizon Murat’ın gitarından çıktık!” diyerek. Övgünün bunca güzeline aşk olsun! Bizon Murat, yazarın hayatına öyle çarpıcı bir giriş yapmış ki, yazar ne onu unutabilmiş, ne müziği ne de sokağı. İkilinin söyleşisindeki abi-kardeş havası gülümseyişinizi devamlı kılıyor. İlkeli, dürüst, içten, mert, diğerkâm bir insan olan Bizon Murat’ı sokak müzisyenlerinin rol modeli  diye selamlamadan edemiyorsunuz. Gövdesinden büyük yüreği olanlara selam olsun. Kof böbürlenmelerin çok uzağında, kendisinden önce müzik yapanları hürmetle anıyor Bizon Murat. Madam Anahit’ten, Yahya Baba’ya, Bob Dylan hastası Orhan’dan, Kırmızı Nazmi’ye arkaik dönemin herosları galeride süzülüyor adeta.

Bir yandan da ima edilen zaman dizimi çatılıyor. Kafanızda kuruyorsunuz şemayı. Kim kimin döneminde, kim kimden sonra, kim kimden el almış ve kim kime katılmış, kimden kopmuş vs. Seksenlerde kıvılcımları çakılan son dönem doksanlarda olgunlaşmaya başlıyor ve bugünkü yarı-profesyonel ve belediye güdümlü dönemde son buluyor. Artık vapurlarda boyun kartlı, kayıtlı kuyutlu cici sokak müzisyenleri var karaşın müzisyenler yanında.

Kürtçe müzik, Kürt müzisyenler denirken sokağın toplumun en uyanık birimi ve değişimi hızla belirleyen lokomotifi olduğuna kanaat getiriyoruz. Toplum buna hazır değil denilen onca şey sokakta yapılıyor ve destek görüyor. Tepkiler dindiriliyor ve müzik galebe çalıyor.

Sokak, efsanelerin şekillendiği yer aynı zamanda. Düğünler de işin içine katılınca harcandığı düşünülen dahi müzisyenler müzisyen arkadaşlarının şahitliğiyle görücüye, duyucuya çıkıyor. Çellist Murat Süngü, Mahmut Yiğittürk’ün on yaşında attığı mızrabın seviyesini öve öve bitiremiyor. Niyazi Sayın’ın hayranlığını kazanan Vedat’ın okulu bırakmasına üzülüp ah vah ediyoruz. Orhan Gencebay gibi bir dehanın gönlünde taht kuran Japon Fikret, icrasına akıl sır ermeyen udî Selahattin Ustaer, Yaşar Işın ve Ali Yüceturan derken ne çok yeteneğin kuytularda kaldığına hayıflanıyorsunuz.

Santurun, trompetin, kemanın, akordeonun, darbukanın, tefin, divan sazının, elektro bağlamanın kısacası sokakta sesi kısılmayan çalgıların şenliğinden dem vuruyor bir yandan da kitap. Onca keşmekeşin içinde birini bir anlığına ya da yarım saatliğine durdurup dinletmeyi başardığınızda değirmenin suyu gelmeye devam ediyor. Yok öyle peşin peşin ödemeler. Ayırtılmış koltukta esneye gerine beklemeler. Öyle ya da böyle kavga ediliyor, bari müzikli olsun hayatta kalma kavgamız.

Ankara’da uzunca dönem çalan Sedat Anar, orada tanıyıp yoldaş gönüldaş olduğu Orçun Atilla ile Grup Masala’yı konuşuyor. Konuşma öncesinde öyle yoğun bir tanışıklık öyküsü okuyoruz ki, söyleşiye pek fazla yük kalmıyor.

Kadınlar kitaba bir giriyor pir giriyor! Akademiyi hallaç pamuğu gibi atan Duygu Demir, gece yarılarında,  İstanbul metrolarında, çalgının ismine yabancı işçilerin ortasında, kişiliğini perdeleyip sert bir çehreyle kamufle olma pahasına yaşadığı heyecanı ve kalbinde yer ettiği küçük kızla anısını paylaşıyor yazar ve müstakbel okurlarıyla.

Samsara İstanbul’un ekürisi Burcu Uzunhasanoğlu ve Özge Unkap kalabalığa gözlerini kapatıp, kendilerini çalmaya kaptırışlarını ve “kimsesizliğe” gözlerini açışlarını güle güle anlatıyor. İran’da santur üstadı Ali Behramifard’dan ders alma, etnomüzikoloji alanında doktora yapmaya varan bir tutkuyu dillendiriyor Özge Unkap. 2010 Kültür başkenti olan İstanbul’un, sokak müzisyenlerine göstermelik ihtimamı ve tanıdığı özgürlük alanının kısa bir süre sonra nasıl uçup gittiğini ve sokak müziyenlerinin Erol Taş’ı (S.A) zabıtalarca nasıl rahatsız edildiklerini esefle terennüm ediyor.

Gezgin sokak müzisyeni Aslı Büyükköksal ile seyyah oluyoruz bu alemde. Fas’ta Atlas dağları civarında keçi çobanlarıyla paylaştıkları, kemanı kemençe gibi “yanlış” tutan çobanın  “doğru” melodilerle kendisini büyülemesi, müziğin kurallarla değil hayatla  kopmaz bağları olduğu dağa taşa yazılırcasına dile geliyor.

Avrupalı müzisyenlerle hitama eriyor müzik, sokak ve söyleşi şenliği. Fas’lı Zakaria Haffar, Fransa’da eğitim almış, Ankara’da Fransa Konsolosluğunda çalışmış, Sedat Anar ve Orçun Atilla ile müziği paylaşmış ama paralarına “bozuk atmış” güzel bir insan. “Dostim sen manyaksin? Benim ihtiyacım yok. Çalişiyorum zaten. Maaş var.” diyen insanların, ihtiyaçları ile parayı birbirine karıştırmayan gönül erbabının bir yerlerde yaşadığını bilmek bile umudunu tazeliyor insanın.

Sedat Anar, kolayca okunur, akıcı ve dopdolu bir kitabı vücuda getirmekle kalmamış, yozlaşmayan  insanın öyküsünü türlü bahanelerle anlatıp sokağımızı çiçeklere, mis kokulara, cesarete bulamış. İnsanlık sofrasını ortalık yere kurmuş ve buyrun beraber olsun demiş.

Aşk olsun!