Ekim11 , 2024

Fotoğrafı makine değil fotoğrafçı çeker

İlgili Yazılar

Sınırları Aşan Bir Beğeni Olarak Saz Üslubu ve Ressam Şahkulu

Boyanmamış renksiz kağıtlara, mürekkeple hafifçe renklendirilmiş hareketli desen ve...

Bihrat Mavitan’ın düş yolcuları

Galeri Selvin’deki Bihrat Mavitan heykel sergisi, kentin hareketli kültür...

“Her roman bana yaşamak için bir neden sunuyor”

Son yıllarda özellikle Alâmetler Kitabı ve Dünyadan Aşağı kitaplarıyla...

“Sanat eseri, sosyal statü göstergesi değil, iç mutluluk aracıdır”

Sanat hukuku alanındaki çalışmaları ve eser sahiplerinin haklarını korumaya...

Sanatı, tuvalden çıkıp zihinlere, duygulara uzanıyor

Sanat, ona bir kez olsun temas edenlerin peşini hiç...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

YAZI VE FOTOĞRAFLAR: SERHAN AKIN

Hayal gücü ve yaratıcılık ile sıra dışı artistik fotoğraflar çekmek mümkündür. Bu fotoğrafları çekmek için de ilk olarak fotoğrafın teknik bilgilerini ve inceliklerini bilmek gerekir. Özellikle suyun altında yapılacak çekimlerde bu konu çok önemlidir. Çünkü ışık, suyun altında sizin bildiğiniz gibi davranmaz…

İcat edildiğinden beri fotoğrafın sanat olup olmadığı tartışılmıştır ve büyük bir olasılıkla da kıyamet gününe kadar bu tartışma sürecektir. Teknolojinin geliştiği günümüzde fotoğraf çekmek oldukça kolaylaşırken bu teknolojik rahatlık tartışmayı daha da hararetlendirmiştir. Tabii ki kağıda boyayla bir şeyler çizen herkes sanatçı olmadığı gibi, her deklanşöre basıp bir kare yakalayan kişi de sanatçı değildir. Hayal gücü ve yaratıcılık ile sıra dışı artistik fotoğraflar çekmek mümkündür. Bu fotoğrafları çekmek için de ilk olarak fotoğrafın teknik bilgilerini ve inceliklerini bilmek gerekir. Ben de bana ayrılan bu sayfalarda fotoğraf ile ilgili bildiklerimi sizlerle paylaşacağım.

İlk olarak ekipmanımızı iyi tanımalıyız ve iyi seçmeliyiz. Bunun için de günümüzde yaygın olarak kullanılan fotoğraf makinesi türlerini kısaca tanıyalım:

EKİPMANI İYİ TANIMAK

  1. KOMPAKT FOTOĞRAF MAKİNELERİ: İsminden de anlaşılacağı gibi oldukça küçük ve hafif olan bu makineler, büyük bir kullanım kolaylığı sağlar ve ekonomik olarak da uygun ürünlerdir. Lensleri küçüktür ve değiştirilemezler. Çok fazla ayar da gerektirmezler ancak çekebileceğiniz şeyler sınırlıdır. Son zamanlarda cep telefonlarının fotoğraf çekme özellikleri iyice geliştiği için bu tip makinelere rağbet azalmıştır. Yine de su altı fotoğrafçılığı gibi niş konularda boyutu, pratikliği ve maliyeti sebebi ile tercih edilmektedir. Başlangıç olarak tercih edebilirsiniz ancak çekeceğiniz konular ve imkanlarınız sınırlı olacağı için bir müddet sonra sıkılabilirsiniz.
  2. DSLR-Like KOMPAKT FOTOĞRAF MAKİNELERİ: Kompakt makinelerin aksine bu makinelerin lensleri değişebilir. Sensörleri küçüktür. Görüntü kalitesinde DSLR makineleri yakalayamazlar.
  3. DSLR FOTOĞRAF MAKİNELERİ: DSLR “Digital Single Lens Reflex Camera” yani diital tek yansımalı fotoğraf makinesi anlamına gelir. Görüntü, lensten geçtikten sonra aynalı bir sistem aracılığı ile vizöre (gözümüzle baktığımız yer) aktarılır. Bu tip makinelerin lensleri değişebilir ve lens yelpazesi olarak çok geniş bir seçeneğe sahiptir. Bu durumda hangi lensin çekeceğimiz konu için uygun olduğu bilgisine vakıf olmamız gerekir. Kompakt makinelere göre çok daha büyük sensörlere sahip olduğu için görüntü kalitesi ve alan derinliği çok daha iyidir. DSLR makineler de kendi içinde “kompakt, orta boy ve büyük” olarak üçe ayrılırlar. Makinelerin boyutlarına göre sensör boyutu da değişecektir. Sensör boyutuna ise ayrıca değineceğim.
  4. AYNASIZ DSLR FOTOĞRAF MAKİNELERİ: Nispeten yeni bir segmenttir. Normal DSLR sistemin aksine bu makinelerde ayna bulunmaz, bu da makinenin boyutuna ve ağırlığına ciddi bir avantaj sağlar. Yine DSLR makineler gibi farklı boyutlarda sensör seçenekleri vardır. Lensleri değiştirilebilir.
  5. ORTA FORMAT FOTOĞRAF MAKİNELERİ: Tam profesyonel makinelerdir. Sensör boyları DSLR’ye göre daha büyüktür. Boyut olarak çok büyük ve ağır makinelerdir. Fiyat olarak da oldukça maliyetlidir. Yüksek maliyetli moda ve reklam çekimlerinde tercih edilen makinelerdir.

Kafanız şimdiden karıştı değil mi? Korkmayın. Kağıt üzerinde anlatınca bu bilgiler biraz havada kalabilir ama pratikte iş o kadar karışık değil. Makine seçiminizi kolaylaştırmak ve daha iyi anlamak için yukarıda sıkça bahsettiğim sensör meselesine değineceğim.

SENSÖR NEDİR?

Sensör, adından da anlayacağımız üzere algılayıcıdır. Görüntüyü algılar. Sensör boyutu büyüdükçe daha kaliteli ve detaylı bir görüntü elde ederiz. Ancak kullandığımız makinenin auto focus (otomatik odaklama) özelliği daha küçük sensörlü bir makineye göre yavaşlayacaktır. DSLR makinelerde sensörleri ikiye ayırabiliriz:

  1. FULL FRAME: Analog fotoğraf makinelerinde kullanılan film boyutu (35mm) ile aynı büyüklüğe sahip sensöre “full frame” denir. Bu tip sensörü kullanan makineler daha pahalıdır. Görüntü kalitesi, alan derinliği ve renk aralığı daha iyidir. Düşük ışıkta da daha kaliteli görüntüler elde edebilirsiniz.
  2. CROP SENSOR: “Kırpılmış sensör” anlamına gelir. Sensörün boyutu, maliyeti düşürmek için küçültülmüştür. Makinemizin algıladığı görüntü küçülmüştür. Örneğin, bire bir aynı noktadan, aynı odak uzaklığını sahip bir lens ile bir manzara fotoğrafı çektiğinizi düşünün. Tamamen aynı nokta ve aynı açı olmasına rağmen crop sensor makinemiz daha küçük bir alanı fotoğrafa yansıtacaktır çünkü görüntü “kırpılmıştır”. Bu, geniş açı fotoğrafta bir dezavantajdır. Fakat tele lens ile uzak bir mesafeden bir canlı çekeceğiniz zaman da bu dezavantaj ortadan kalkar. Çünkü obje küçük ve mesafe uzak olduğu için objeyi öne çıkarmak adına objenin etrafındaki görüntüyü çok fazla kadraja katmak istemeyeceksiniz.

Sensör konusunu anlatırken mümkün olduğunca sade ve konuşma diliyle anlatmaya çalıştım. Çok karışık bir konu olmadığını düşünüyorum ama konuya çok teknik yaklaşmak daha sağlıklı olsa da idraki daha güç olacaktır.

 

İYI FOTOĞRAF ÇEKMENİN SIRRI SAYISIZ DENEME YAPMAKTA

Eğer ki “Ben makine ayarı ile uğraşmam otomatik moda alırım, deklanşöre basıp geçerim” diyorsanız gözünüz de iyi ise yine güzel kareler yakalayabilirsiniz ama bunlar büyük bir olasılıkla şans eseri olacaktır. Fotoğraf makinesi kendini ışığın durumuna göre ayarlar ama kafanızdaki kompozisyonu bilemez. Makinemiz ile yaptığımız ayarın öncelikle ışığa etkisi olduğu gibi fotoğrafınızın netliğine ve derinliğine de etkisi olacaktır. O yüzden iyi bir fotoğraf için mutlaka manuel modu kullanmalısınız. Bunun içinde üç parametreyi çok iyi bilmeniz gerekiyor.

  1. Diyafram: Sensöre düşecek ışık miktarının ne kadar geniş bir açıdan lens yardımı ile makineye gireceğini ayarlamaya yaran bir parametredir. Diyaframı göz bebeğimiz gibi düşünebilirsiniz. Karanlık ortamda göz bebeğimiz kendini iyice büyütür ki daha çok ışık gözümüzden içeri girsin. Tam tersine, aydınlık ortamda da kısılır çünkü fazla ışık da iyi görmemizi engeller. Diyafram ayarındaki mantık da budur; ortam karanlık ise diyaframı açarız ki makinemize daha fazla ışık düşsün ve ortam aydınlıksa kısarız ki fotoğrafımızda patlama olmasın. Diyaframın ışık harici görüntüye bir etkisi daha vardır. Diyaframı açtığımız zaman çektiğimiz objenin arka planı da flulaşır. Bu da portrede hoş bir etki yaratır. Bu flulaşmanın etkisi, kullandığımız lens ile alakalı değişebilir. Örneğin, geniş açı bir lenste diyaframı ne kadar açarsak açalım, fazla bir flulaşma olmaz. Makro bir lenste de diyaframı ne kadar kısarsak kısalım, çok net bir arka plan olmayacaktır. Bu konuya lens seçimi ile alakalı başka bir yazıda daha detaylı değineceğim ama şu aşamada diyaframın arka planı flulaştırıp bir alan derinliği kattığına etkisi olduğunu bilmemiz yeterli olacaktır. Makinemizde diyafram “F” değeri üzerinden ayarlanır. “F” değeri arttıkça diyafram kısılır, azaltılınca da diyafram açılır.
  2. Enstantane: Enstantane fotoğraf makinesi içindeki perdenin düşme hızıdır. Örneğin 1/60 ayarında çektiğiniz zaman, saniyede 60 defa perde düşüyor demektir. Bu hızı artırdığımızda hızlı hareket eden objeleri daha net yakalayabiliriz ancak makinemiz daha az ışık alacağından fotoğrafımız daha karanlık çıkacaktır. Dolayısıyla bu ışık kaybını diyaframı açarak ve ISO’yu artırarak telafi etmemiz gerekir. Karanlık bir ortamda hızı azaltarak (örneğin 1/10) fotoğrafımızın daha aydınlık olmasını sağlayabiliriz. Ancak enstantaneyi yavaşlattığımızda objemiz hızlı hareket ediyorsa bulanık çıkacaktır. Ayrıca hız olarak 1/50’nin altına düştüğümüzde makineyi elimizde tutuyorsak makine titreşime daha hassas olacak ve elimizi titrettiğimizde fotoğraf bulanıklaşabilir. Tabii 1/15 gibi değerlerde, tele objektif gibi ağır objektiflerle bile makineyi titretmeden net fotoğraf çeken insanlar tanıdım ama ağır bir makine ve lens kombinasyonumuz varsa bu değerin altında makinemizi sabitlemek için tripod kullanılmasını öneririm.
  3. ISO: Fotoğraf makinemizin ışığa duyarlılık yüzeyidir. Bu değeri artırdığımız zaman daha aydınlık bir fotoğraf almamıza olanak verir. Ancak bu değeri artırdığımız zaman fotoğrafımızda noise (gürültü) olarak adlandırılan istenmeyen noktacıklar oluşur. Bu da kumlu bir görüntü verip görsel kalitemizi düşürür. Photoshop gibi programlar aracılığı ile noise bir dereceye kadar temizlenebilir.

Şimdi makinenizi elinize alıp değişik ayarlarla bol bol fotoğraf çekip bu ayarları beyninize yerleştirmemiz için pratik zamanı! Açık hava, kapalı hava, ev ortamı, akşam gibi bir sürü değişik ortamda fotoğraf çekip kendimizi ve makinemizi tanımamız gerek. İnanın bana, bol pratik yaptıkça bir müddet sonra bu ayarları kendiniz otomatik olarak hiç düşünmeden yapacaksınız.

Fotoğraf çekimi ile ilgili temel bilgileri size özet olarak verdikten sonra bu ay yaz mevsiminin de ruhuna uygun olarak su altı fotoğrafçılığı konusunu da sizlerle paylaşmak isterim. Su altı fotoğrafçılığı fotoğrafın zor dallarından biridir. Işık, suyun altında, suyun dışında davrandığından daha farklı davranır. 10 metre derinlikten itibaren renkler azalmaya başlar. 40 metrede rastladığınız kırmızı bir objeyi lacivert olarak görürsünüz. Üzerine fener yansıttığınızda gerçek rengini görürsünüz. Sanki gözlerinizin önünde mavi bir filtre vardır. Bu sebepten harici yapay ışık (paraflaş veya video ışığı) kullanımına ihtiyacınız vardır. Işığın ayarını da doğru yapmanız ve objenize iyice yaklaşmanız gerekir ki obje iyice aydınlansın ve renkleri capcanlı ortaya çıksın. Bu kadar ayarla uğraştığınız gibi dalgıç olarak yüzerliğinizi de iyi ayarlamanız gerekir ki yüzeye balon gibi fırlamayasınız. Bu sebepten su altı fotoğrafçılığının birinci kuralı, iyi seviyede bir dalgıç olmaktır. Suyun dışında dünyanın en iyi fotoğrafçısı bile olsanız suyun altında rahat değilseniz ve hareketlerinizi kontrollü olarak yapamıyorsanız iyi sonuç alamazsınız. İyi seviye bir dalgıç olunmadan iyi su altı fotoğrafçısı olunamaz. İkinci önemli husus da manuel ayarlara tam anlamıyla hakim olmaktır. Buna ek olarak yapay ışık kullanımını da iyi bilmemiz gerekir. Bu teknik detayların yanı sıra çekeceğimiz deniz canlılarını da iyi tanımak elzem bir husustur. Çekmek istediğimiz canlı ile ilgili temel bilgilere sahip olursak o canlıları nerede bulacağımızı bilir ve suyun altında kısıtlı olan vaktimizi boş boş aranarak geçirmeyiz.

SU ALTI FOTOĞRAFÇILIĞI İÇİN EKİPMAN

Öncelikle belirtmek isterim ki su altında fotoğraf çekmek için ayrı bir makineye ihtiyacımız yok. Her tür makinemizi su altı fotoğrafçılığı için kullanabiliriz. Bunun için ihtiyacımız olan, makinemiz ve lensimiz için bir “housing” satın almaktır. Housingler genelde alüminyum veya plastik olurlar. Alüminyum olanları pahalı ancak sağlamdır. Housing vasıtası ile makinemiz sudan korunacaktır. Housing üzerindeki düğmeler ile makinemizi kontrol edebiliriz. Su altı fotoğrafçılığında en büyük sıkıntı, su altında lens değiştiremiyor olmamızdır.

ÇOK FAZLA OYUNCAK ÇOK KAFA KARIŞIKLIĞI YARATIR

Örneğin makro lens ile mi daldınız ve suyun altında köpek balığı mı gördünüz, çok büyük geçmiş olsun! Makro lens ile ancak yakından köpekbalığının gözünü çekebilirsiniz. Ayrıca her kullanacağınız lensin “housing’’i ayrıdır ve bu da ekstra maliyettir. Zaten su altı fotoğrafçılığının en büyük engeli, meşakkati değil, maliyetidir. Bütçem çok yüksek değil, derseniz kompakt bir makine alıp onunla dalış yapabilirsiniz. Kompakt makinede ucuz plastik bir housing işinizi görecektir. Bu tip makinede lens değiştirme sıkıntısı kalmaz. Tabii DSLR’deki etkiyi de alamazsınız. Ama şunu unutmayınız ki fotoğrafı makine değil, fotoğrafçı çeker. Kompakt makine ile su altı fotoğraf yarışmasına katılıp kazananlar da vardır.

İkinci önemli ve olmazsa olmaz aksesuar da “su altı paraflaşı”dır. En azından bir tane edinmemiz gerekir. Işığımız yoksa sadece sığ suda doğal ışık ile fotoğraf çekebiliriz. Geniş bir alanı aydınlatacaksak veya makro fotoğrafta sert gölge olsun istemiyorsak da iki paraflaş kullanmamız gerekecektir. Paraflaş seçerken bir alanı kaç derecelik açı ile aydınlattığı önemli bir husustur. Makro fotoğraf çekeceksek netleme yapmak için ekstradan bir ışığa da ihtiyaç duyabiliriz. Bu ışıklara da “focus light” denir. Bu ışıklar daimi ışıktır ve paraflaşlar devreye girince fotoğrafa etkileri olmaz.

Belli bir su altı fotoğrafı tecrübesine ulaştıktan sonra da fotoğrafımızı güzelleştirmek için yeni aksesuarlara yönelebiliriz. Örneğin, diopter alıp makro canlı fotoğraflarını daha da büyütüp gözümüzün göremediği detayları görebiliriz. Snoot alıp ışığımızı şekillendirebiliriz. Fotoğrafçılığın sonu yoktur. Fakat çok fazla oyuncak çok kafa karışıklığı da getirebilir.

SU ALTI FOTOĞRAFI İÇİN TÜYOLAR

  • Objenize çok yaklaşın.
  • Bir canlı çekeceğiniz zaman makineyi objeye yukarıdan tutmayın, objeyi aşağıdan çekin. Bu açı fotoğrafa derinlik katacaktır. Yerde yatan bir canlıysa göz hizasından çekin.
  • Paraflaş kullandığımız geniş açı fotoğraflarda, çekeceğiniz kareyi önce ışıksız çekin ve çıkan sonuca bakın. Paraflaşlarımızın aydınlatamadığı bölgelerin fotoğrafta nasıl göründüğünü fark edip makinemize ayar çekebiliriz.
  • Enteresan bir canlı görüp arka planı beğenmediğimizde diyaframı iyice kısın, enstantaneyi uzatın, ISO’yu da düşürün. Objenin arka planı fotoğrafta siyah gözükecek, objemiz paraflaş vasıtasıyla aydınlanacaktır. Bu da objemizin iyice öne çıkmasını sağlayıp estetik olmayan arka planı devre dışı bırakacaktır.
  • Geniş açı fotoğraflarda çift ışık kullanıyorsak paraflaş açılarımız birbirine doğru bakmasın. Bu, fotoğrafın ortasının çok parlamasına ve sudan uçuşan partiküllerin parlayıp “backscatter” dediğimiz istenmeyen çirkin bir görüntüye sebep olur.
  • Hiçbir canlıya dokunmayın! Dokunarak canlılara zarar verebileceğiniz gibi zehirli bir canlıdan siz zarar görebilirsiniz. Eğer su altında bir canlı çok güzel veya çok çirkinse büyük bir olasılıkla zehirlidir. Zehirli olmalarına rağmen dokunulmadıkları müddetçe size zarar vermezler, agresif tavır göstermezler. Kaçmadıkları için de çok yaklaşıp muhteşem fotoğraflar çekebilirsiniz.
  • Başlangıç seviyesinde bir su altı fotoğrafçısı iseniz paraflaşları “TTL” modunda otomatik olarak kullanın. Bu modda yapacağımız diyafram ayarına göre ışıklar kendini otomatik olarak ayarlayacaktır. Işık kullanımına alıştıktan sonra manuel mod ile çalışmaya başlayabilirsiniz. Işığın gücünü artıracağınız zaman diyaframı kısın, azaltacağınız zaman da artırın. Parlak pullu bir balık görürseniz diyaframa dokunmadan ışığı yarım veya bir stop azaltın.
  • Köpek balığı görürseniz korkmayın. Kesinlikle çok şanslısınız! Su altında ve üstünde insandan daha tehlikeli bir canlı yoktur.