40 yılı aşkın sanat deneyimini gençlik hayalleriyle buluşturarak Baksı Müzesini hayata geçiren sanatçı ve akademisyen Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, doğduğu köye yeni bir soluk getiriyor. Baksı Müzesinin taşıdığı anlamı şu cümleleri özetliyor: “Baksı’nın geldiği yerde yerellik, tarih ve halk son derece önemli. Bu üçlüyü iç içe geçirdik, ortaya atölyeleri olan yeni bir model çıktı. İstihdam endişesi olan, bölgedeki göçü durdurmaya çalışan, yabancılaşmayı durdurmaya çalışan bir müze.”
SÖYLEŞİ: DR. İLBİLGE EROĞLU
Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, resim sanatındaki ulusal ve uluslararası başarıları, akademisyen yönüyle yetiştirdiği binlerce öğrencisiyle ülkemiz sanat atmosferinin gelişmesine çok önemli katkılar koymuş bir isim. Ancak onun müzecilik yönü bu katkıların çok daha geniş ölçekli bir alana yayılmasını sağlıyor… 2010 yılında Bayburt’un Bayraktar köyünde açılan Baksı Müzesi, Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’ın yıllar önce kurduğu bir hayal sonucu ortaya çıktı. Kendine özgü konumuyla Baksı, çağdaş sanat ve geleneksel sanatların iç içe geçtiği; sergi salonları, depo müze, atölyeler, konferans salonu, kütüphane ve konukevi ile ödüllü bir müze. Hüsamettin Koçan ile Baksı Müzesinin geçmişi, bugünü ve Türkiye’deki kültür sanat ortamına dair değerlendirmeleri üzerine konuştuk.

1970’lerde ortaya çıkan örneklerle birlikte müzeler, yaşayan mekanlar olarak kurgulanmaya başlandı.
Müzeler, kişiler ya da ulusların kendilerinin ne kadar önemli ve zengin olduklarını göstermek açısından önemli kaynaklar, hafıza merkezleri. Gençlik yıllarımızda, ‘60’lı, ‘70’li yıllarda müzeler, sanat eserleriyle insanlar arasına konmuş iletişimsizlik merkezi gibi gelirdi bana. Çünkü esere yaklaşamazsın, soru soramazsın, içeride konuşamazsın. Sizi iyice bir disiplinden geçirip sonra alırlar müzeye. Müzenin içinde talep edilen sessizlik ve görgü kuralları, yapıta zarar gelmesin diyeyse o başka ama onun ötesinde yapıtla insan arasına “solid” bir engel koyuyor. Bu durumu beğenmedim ve sevmedim hiçbir zaman. Öğrenciliğimde bunu tartışıyorduk çünkü sanatın hayata akmasını istiyorduk. Onun için referanslarımız çok farklıydı. Örneğin Meksikalı sanatçılar bizim referanslarımızdı, sokakları müzelere dönüştürmek gibi bir isteğimiz vardı. Eserler, sanat, insana ulaşmazsa çok yazık olur diye düşünüyorduk. Demek ki 1960’lı yıllarda genç aklımız müzelerin bu statik hallerinden çok memnun değilmiş.
Müzelerin gelişim çizgisine bakıldığında siz Baksı’yı nasıl tanımlarsınız?
Müzeler insana ulaşmalı, insana dokunmalı. Öteki disiplinlerle birlikte olmalı. Müzeler, eğer kendi etraflarına yüksek duvarlar ördürüp her şeyden soyutlanırsa bir bakıma amacına ulaşamaz. Ben hala öyle düşünüyorum. Müze, başka etkinliklerle kendi birikimlerini insana aktarmayı endişe edinmeli. Örneğin iyi halkla ilişkiler yapmalılar. Yeni ve farklı etkinlikler yapmalılar. Yeni teknolojilerden yararlanmalılar, farklı disiplinleri yan yana getirmeliler. Yani müze biraz da devrimci olmalı diye düşündük. Peki, bir korumacıdan devrimci nasıl yapacağız? Buradan bakınca Baksı Müzesi biraz da bizim gençlik hayallerimizi dile getirmek için onları hayata geçirmek için kollarımızı sıvadığımız sıra dışı bir müzedir. Etnografya müzesi, modern müze gibi bir tasnife çok mecbur hissetmiyorum.
Müzenin etkinlikleri ve koleksiyonu açısından vizyon ve misyonunuz nedir?
İnsanoğlu hayatın her aşamasında kendisini ve bu hayatı kutlamak, yüceltmek istemiş; onun için de mırıldanmış, şarkı söylemiş, şiir yazmış ya da boyası varsa mağara duvarına bir şey yapmış. Bana insanoğlunun yaşama anlam katma çabasının peşinde olmak anlamlı geldi. Onun için bu müzede bulabildiğimiz kadarıyla insanoğlunun yaratıcı çabasını bir araya getirip izleyiciye sunalım, dedim. Müzede köylü sanatı, folklore dair şeyler, hasırlar, kilimler, işlemeler, bunun yanı sıra video sanatına varıncaya kadar yerleştirmeler, heykeller, model resimler yer alıyor; hepsi orada duruyorlar. Hatta hızımızı alamadık, tepeye heykeller koyduk. Bu yapımız ve yaklaşımımızla Türkiye ve dünyadaki müzelerden farklıyız. Bunu bir kenara koyalım. Birincisi bu sınırları kaldırma eylemi, ikincisi istihdam kavramının üzerinde duruyoruz biz. Ben Baksı’yı bir müze olarak düşünmüyorum, bir sanat eseri diye düşünüyorum. Öyle düşünsem uğraşmam doğrusunu isterseniz. Burası benim en uzun süren üretimim ve biteceği bilinmeyen bir sanat serüveni. O nedenle Baksı’nın geldiği yerde yerellik son derece önemli, tarih son derece önemli, halk son derece önemli. Bu üçlüyü iç içe geçirdik ve ortaya atölyeleri olan yeni bir model çıktı. İstihdam endişesi taşıyan, bölgedeki göçü önlemeye, yabancılaşmayı durdurmaya çalışan bir müze. Şimdi bundan bilmem kaç yıl önce müzecilerin önlerine böyle bir kavramı koysan bunun ne ilgisi var müzecilikle, derlerdi. Yabancı kültürlerden insanlar gelecek ve oradaki geçişkenliği yakalayacağız. Hayatın ritmi değişecek, kültürel alışveriş olacak, ekonomik getirisi olacak.
Türkiye sanat ortamında nasıl bir yere sahipsiniz?
Pandemide yaptığımız “Maske/Çağrışımlar” sergisi önce Baksı’da açıldı. Sonradan biz onu aldık, İstanbul’da sergiledik. Sanat trafiğinin yönünü değiştirdik ve sanatın coğrafyasını genişlettik. Biz Anadolu kökenli bir coğrafyadan geliyoruz ve Anadolu insanını, onun kültürel zenginliğini çok değerli buluyoruz. Onun için de dedik ki, Anadolu insanına kendi kültürel geleneğinin itibarını iade edelim. Ayrıca “Sanatla Nehri Yıkamak” diye bir projemiz var. İlkokul ve ortaokul öğrencileriyle yaptığımız bir proje. Maksadımız çevre bilinci oluşturmak. Biz o günlerde çocuklarla konferanslar, toplantılar yaptık, malzemeleri de topladık, getirdik. Onlardan sanat eserleri yapıldı. Böylece sanata ilgiyi artırmak istedik. Sonuç itibariyle Baksı ne Türkiye’deki bir müzeye benziyor ne de uluslararası bir benzerimiz var. Nitekim Avrupa Konseyi Ödülü sırasında dediler ki, “Merkez ve periferi arasında sanat ve tasarım aracılığıyla köprüler kurmaya çalışıyor, kültürel sürdürülebilirlik için üretimde bulunuyor ve de konsept itibarıyla son derece demokratik ve müzecilik açısından ilham verici bir örnektir.” Çağımızın enerjisine ve insan çeşitliliğinin de taleplerine yanıt verecek, ona seçenekler sunan bir müzeyiz. Kadın ve çocuk odaklıyız. Toplumun gelişebilmesi için kadının üretime mutlaka katılması gerektiğini düşünüyoruz.

Çağdaş sanat açısından bakacak olursak müzeniz nasıl bir konuma sahip, neye karşılık geliyor ve nasıl bir eksiği kapatıyor?
Baksı, kendine ait bir konseptle her şeyi kendine göre yapan bir müze. Bazıları onu müze saymıyorlar bazıları da ilham verici buluyor. Bütün bunlara baktığımız zaman Baksı, yeni bir deneme, bir avangart projedir ve de benzerlerini peşinden çağıracak diye düşünüyorum.
Sanatın yaşam için gerekliolduğuna inanan sermaye birikimi
Türkiye’deki çağdaş sanat müzeleri 2000’lerle birlikte kurulmaya başladı, Elgiz Müzesi açıldı, Sakıp Sabancı Müzesi açıldı. İstanbul Modern, ardından Pera Müzesi… Zaman içinde farklı girişimler oldu. Santralistanbul da ortaya çıktı, Baksı ortaya çıktı. Doğançay Müzesi ortaya çıktı, Eskişehir’deki Odunpazarı Modern Müze açıldı. Bunların hepsi 2000 sonrasında meydana geldi..
Bu gelişmeler, 2000’lerde Türkiye’deki sermayenin uluslararası ilişkiler aracılığıyla kendini spor, sanat gibi alanlarda çok fazla temsil etmediği kanaatine varıp artık sanat eseriyle birlikte yaşamanın önemli bir taban oluşturduğu düşüncesine ulaşmasıyla oldu diye düşünüyorum. Ben bu kuşağı tanıyorum, bu kuşağın içinde örneğin rahmetli Nejat Eczacıbaşı’nı çok iyi tanıyorum. Müze kurma çabalarını yakından biliyorum. Sakıp Sabancı’yı tanıyorum, onun çabalarını biliyorum ama bütün o kuşak, Cumhuriyet’in belki ilk kuşağı. Sermayenin bir kültüre dayanması gerektiğine inanan insanlar. Onun için de insanlar 2000’lerde birbirlerini etkilediler. Ama onlarla birlikte artık Türkiye’de şundan söz edebiliriz; kültür ve sanatın yaşam için gerekli olduğuna inanan bir sermaye birikimiyle Türkiye yeni bir aşama içindedir.
Hocam, müzelerin en önemli varlıkları koleksiyonlarıdır. Siz koleksiyonunuzu nasıl yönetiyorsunuz? Eser alımlarında neyi gözetirsiniz?
Biz öncelikle sanat eserine para vermeyiz, bu bir. Sanatçılar bizde sergi açtıkları zaman “fee” (ücret) istemezler, bu iki. Bu müze onların da müzesi, diye düşünüyorlar. Sanatçılar bize uygun gördükleri yapıtlarını bağışlar. Mesela Osman Dinç sergisi gelirken çok genç yetenekli bir arkadaşımız, bunu Hoca’ya götürün, diye çok güzel bir resim göndermiş. Gelir gelmez depo müzede sergilenmeye başlandı. Baksı’yı öyle görüyorlar sanatçılar. Biz zaten sanat yapıtı satın alarak varlığımızı sürdüremeyiz. Sanatçılar, Baksı’ya büyük aidiyet duyuyor ve onu destekliyor. Pandemi için 20 küsur iş yapıldı, onların hepsi bizim, bize verdiler onları. Yani çok dolaylı olarak yılda bize 50 ilâ 70 arasında iş bağışlanır.

Peki, müzenin çağdaş sanat koleksiyonunu siz nasıl tanımlarsınız, kendi içinde değerlendirecek olursak sizce nasıl bir kapsamı var?
Çok genç kuşak yok gibi görünüyor. Yani bir dönem onları çok önemsedik ve işin içine kattık ama sonraki yıllarda gençlerle çok proje üretemedik. Onu bir eksiklik olarak görüyorum. Bu konuda genç arkadaşlarımın da çok istekli olduğunu görüyorum. Belki daha çok ben ve bana yakın kuşaklar yani daha çok 40 ilâ 75 yaş arasındaki insanlar var. Onların hepsi benim çok yakın arkadaşım, kuşaktaşım ve de onlardan daha kolay talep etmeye başladık biz. Çünkü neticede bir kuşak meselesi var. Aramızda resmiyet de yok. Ayrıca epey kadın sanatçının eseri var bizde, daha fazla kadın sanatçının tekil sergilerini açmak istiyorum. Türkiye’yle bağlantılı olan yabancı sanatçıların da birkaç işi var.

Müzenin izleyici profilini kimler oluşturuyor, en çok hangi gruplar ziyaret ediyor Baksı’yı?
Müzenin izleyici profili 3 grupta toplanabilir. Birincisi uluslararası izleyiciler. İlk başladığımız yıllarda ziyaretçilerimizin yüzde 25’i Avrupalıydı ve daha çok Almanca konuşan ülkelerden geliyorlardı. Berlin adındaki bir dergi, geniş bir haber yapmıştı. Karadeniz Bölgesi ve Baksı’ya özel bir yer vermişlerdi. Hala elinde o dergiyle gelen insanlar oluyor. Pandemi dönemi biraz bu durumu değiştirdi. İkincisi Türkiye’den sanatseverler var. Onlar gruplar halinde gelip sergileri geziyorlar, bu da yüzde 30-40 arasında. Geri kalanların bir kısmı burada verilen konserlere geliyor.
Konserler çok büyük kalabalıkları topluyor, orada bir yüzde 5-10 katkı oluyor, diye düşünüyorum. Çocuk etkinlikleri bağlamında, sergi açılışlarında, sempozyumlarda ve öteki toplantılara gelen ziyaretçilerimiz de var. Turlarla orta yaşlılar ve yaşlılar geliyor. Sanat ortamının genç insanları, üniversiteler çok geliyor. Genel olarak öğrencilerin, hocaların gelmesi son derece kıymetli. Ama galiba burayı ayakta tutan, sanatsever kitle dediğimiz kitledir.
Türkiye’de, sizin de bir ayağını oluşturduğunuz çağdaş sanat müzeciliğinin gelişimini nasıl buluyorsunuz, sizin bakış açınız nedir?
2000’den sonra başlayan, sermayenin sanata yönelik eğilimleri ve onun etkilediği büyük bir kitle var. Yeni kuşaklar geliyor. Onun için Türkiye’deki gelişmeleri son derece yerinde buluyorum. Türkiye’nin en önemli kurumlarının başında İstanbul Bienali gelir. Bizim uluslararası kapımızı açan İstanbul Bienalidir. Müzeler, onun arkasından üst kalite ürünleri sergilemeye başladı. Müzayedelerle daha renkli şeyler topluma empoze edilmeye başlandı, sanatın yaygınlaşmasında iyi bir rolleri oldu. Galerilerin kurumsallaşması ise henüz oluşmadı. Yeteri kadar uluslararası ilişkimiz de kurulmadı.
Fuarlar yeni kitleler kazandırdı sanat ortamımıza. Fuarları, müzeleri, müzayedeleri yan yana getirdiğimizde bir enerji söz konusu.

Hocam son olarak Baksı’nın yakın dönem etkinliklerini sormak istiyorum size. Bir Kadın Eğitim Merkezi açıldı Baksı’da. Bize biraz bahseder misiniz?
Kadın Eğitim Merkezi, bizim Vakıf olarak temelleri çok eskiye dayanan hayallerimizden biri. 2024 yılında merkezin temelini atıp hayalimizi gerçeğe dönüştürme yolunda çok büyük bir adım attık. Projemizin temelinde kadının üretime kazandırılması ve temsil alanının genişletilmesi var. Çıkmazların ve zorlukların bedelini ödeyen kadındır. Bütün becerileriyle sahip çıkan, toparlayan, sabreden, emek veren kadındır. Kadınlara güvenmeliyiz. Baksı Kültür Sanat Vakfı olarak biz kadınlara güveniyoruz ve onları hayatın her alanında daha fazla görebilmek için bu projeyi hayata geçiriyoruz. Merkezimizin inşaatının 2025 yılında tamamlanmasının ardından hemen eğitim çalışmalarına başlamayı planlıyoruz. Kadınlar için uluslararası bir marka çıkarmayı ve yeni pazarlar oluşturmayı hedefliyoruz. Bugün atölyemizde yaptığımız üretimleri artırmayı istiyoruz. Özetle yeni yılda da biz Anadolu kadını için çalışmaya devam edeceğiz.
Çoruh’ta sal üzerinde sanat buluşmaları
Yıl içine yayılan etkinlikleriniz var mı?
2025 yılında Baksı Müzesi çok değerli sanatçımız Seçkin Pirim’in sergisine ev sahipliği yapacak. Sanatçı ve akademisyenler “Akarsu Üstünde Konuşmalar” başlıklı etkinliğimiz için Çoruh’ta bir sal üzerinde buluşacak. Gençlerin Baksı doğasında sanatsal üretim yapmasına ve çok değerli hocalarla çalışmasına imkan sunan “Ütopya Atölyelerimiz” Temmuz ve Ağustos aylarında gerçekleştirilecek. Baksı Müzesinde düzenlenecek konserler bölge halkını bir araya getirecek. Başta söylediğim gibi müzeler insana ulaşmalı, insana dokunmalı. Planlarımızdan anlaşılacağı üzere biz Baksı Müzesinde 2025 yılında da her yaştan sanatseverle el ele olacağız.
Çok teşekkür ediyorum hocam.