Temmuz27 , 2024

Başka bir yaşam arayanların hikayesini heykelleriyle anlatıyor

İlgili Yazılar

Türk sanatının zarif temsilcileri

Geleneksel Türk sanatlarının ve kültürünün yaşatılmasında, dünyaya tanıtılmasında büyük...

“Biz onu en çok siyah beyaz görüntülerinden sevdik…”

“İlk işimiz Atatürk belgelerini kurtarmak. Bunu bu ülkeye ve...

Bir nesil onun sesiyle büyüdü: Jeyan Tözüm

Tiyatro, sinema ve seslendirme bütün olarak bir insan olsaydı...

“Fotoğraf, benim için müthiş bir terapi aracı oldu”

Uzun yıllardır fotoğraf sanatı ile ilgilenen iş insanı Serhan...

“Fotoğraf makinem, fırçam; yaşamın kendisi ise boyalarım oldu”

Çektiği fotoğraf karelerine yaptığı dijital müdahalelerle ortaya koyduğu eserlerinde...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

SÖYLEŞİ: DUYGU ÖZSÜPHANDAĞ YAYMAN

Tesadüfen fark ettiği çizim yeteneğiyle güzel sanatlar fakültesinde bölüm bölüm gezen Ozan Ünal, aradığı mutluluğu heykelde bulmuş. “Benim derdim insanla” dediği, çoğu demirden ve insan boyutundaki heykelleri, her sergide, kendi içinde bütünlük taşıyan hikayeler anlatıyor. Aynı, çok sevdiği edebiyat eserleri gibi… Büyülü gerçekçilik etkisindeki “Rüya Anıdan Sayılır mı?” sergisini Ekim 2021’de Ortaköy’deki Kethüda Hamamı’nda açmaya hazırlanan Ünal, Covid-19 sürecinin etkisiyle sonraki sergiyi bile kurgulamaya başlamış. “Bir virüs hayatımızı bitirdi. Bu kadarmışız yani. Yaşam bizim etrafımızda dönmüyormuş. Sonraki sergimin adı ‘Bu muymuş?’ olabilir” diyor.

İzmirli heykeltıraş Ozan Ünal, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Moda ve Aksesuar Tasarımı Bölümünden mezun olup sanatın farklı disiplinlerini denedikten, yıllarca tasarımcılık yaptıktan sonra kendini en iyi heykel ile ifade edebileceğini anlamış. 2001’de mezun olup pek çok tasarım, resim ve heykel yapmış. 2012’den bu yana hayatında sadece heykel var. Ama sadece heykel yapıyor demek de yetmez. Hem bir tasarımcı hem bir yazar gibi çalışıyor. Bir serginin önce fikri geliyor. Sonra hikayesini yazıyor, yapacağı heykellerin tasarımlarını çiziyor. Ardından atölyede üretme süreci başlıyor. Kompozisyonu olan, kendi içinde bütünlük taşıyan sergiler açıyor. Sanki bir kitap gibi. Zaten bundan sonra yapmak istediği de kitap yazmak. “Edebiyat beni çok besliyor” diyen Ünal, Oğuz Atay’ın romanını okuduktan sonra Tutunamayanlar’ın heykellerini yaptığını anlamış.

Ünal, “Rüya Anıdan Sayılır mı?” sergisini Ekim 2021’de, Galeri Selvi organizasyonuyla İstanbul Ortaköy’deki Kethüda Hamamı’nda açacak. Çok sevdiği büyülü gerçekçiliğin etkisinde çalıştığı eserler, alternatif hayat arayışının hikayeleri. Hem Covid sürecinin etkisiyle hem politik olarak gerçek dünyanın bir kabus olduğunu söyleyen Ünal, “Herkes depresyonla bir rüya alemine girdi” diyor.

Fakülteye giriş hikayeniz biraz maceralı. Yetenekli olduğunuzu tesadüfen öğrenmişsiniz…
Ailemde sanatla uğraşan yok. Lise bir ya da ikiydim, yeni bir çocuk gelmişti, çiziyordu sürekli. İnanın, şu kadar basit oldu. “Aa, ne kadar güzel çiziyorsun!” dedim. Aldım kalemi, çizdim, “Aa, ben de çiziyormuşum!” dedim. Liseden sonra ilk yıl kazanamadım üniversiteyi. Babamın tabldot yemek şirketi, Çeşme otobanını yapan şirkete yemek veriyordu. İçmeler’de, dağın başında, mutfak olarak kullandığımız restoranda bir sene, doğru düzgün insan görmeden kaldım. Sonra dershaneye başladım, her ders karalıyordum bir şeyler. Bir arkadaşım dedi ki, senin olman gereken yer burası değil, güzel sanatlar fakültesi.

Arkadaş etkisi büyük olmuş hayatınızda.
Evet. “Güzel sanatlar fakültesi ne?” diye sorarak gittim sınava. Önce grafik tasarımı kazandım. Ertesi yıl yine sınava girdim, tekstil tasarımını kazandım. En son moda aksesuar tasarımına, endüstriyel tasarımın bir şekli diye karar verdim. Çünkü sanatçının ne olduğunu, ne iş yaptığını tam olarak anlayamamıştım. Elle tutulur bilgi istiyordum. Çünkü babam esnaftı. Bir meslek değilse, para kazanmayacaksak ne ki bu o zaman? Öyle değiştim ki dördüncü sınıfta arkadaşlarım, “Peki, biz ne yapacağız şimdi?” diyordu. Ben “Sanatımızı yapacağız” kafasına gelmiştim.

Üç boyutu aramışsınız.
Evet, sonra fark ettim. Moda ve aksesuar tasarımına girdiğimde Beymen Academia, Deri Günleri gibi birkaç yarışma kazandım. Ama tasarımcı olmak istemediğimi fark etmiştim, okulu bitirirken. Son senemde kavramsal işler yapmaya başladım. İşe yaramayan, giyilmeyen bir sürü eşya tasarladım ama alt metinleri doluydu. Bir heykel atölyesinde çalışıyordum, sadece belediye heykelleri yapıyorlardı. Kafam iyice karıştı. Teknik kısmını çok sevdim ama içerik yoktu. İçerik kısmını sevdiğim tasarımda da pratik yoktu. “Hangisiyim ben?” derken bitirme projemizin sergisinde, dramatik yazarlık hocası Ahmet Erinanç seni çağırıyor, dediler. Dedi ki, “Sergiyi gezdim, birçok palavra vardı ama senin palavralarında bir ruh vardı, tanımak istedim seni.” Sohbet ettik. Dedi ki, “Kafan çalışıyor, elin de fena değil, bu hayatı yaşamışsın, sana sanatı yaptıran en önemli şey bu ama kitap okumuyorsun.”

Tasarımlarınızda hikaye gördü galiba…
Dedi ki, “Dünyada dekonstrüktif sanat yapılıyor, Türkiye’de doğru düzgün yapan yok. Sen dekonstrüktif sanat yapıyorsun, haberin yok.” Rica etti bölüm başkanımdan, tez danışmanım oldu. Beni 300-500 sayfalık kitaplara boğuverdi. 2001’de, Karşıyaka’da üç arkadaş Atölye Pi’yi açtık. Açıkçası ne yapacağımızı bilmiyorduk. Tasarım mı resim mi heykel mi? 2001, atölyeyi açmam; 2013, ilk sergim. 12 yıl sadece para kazanıp ayakta kalmaya çalışmakla geçti. Kendi devrimim, 2012, 2013’te demir heykel yapmakla başladı. Atölye Pi defteri kapandı, Ozan Ünal devresi başladı. Günümün tamamı heykel yapmakla, yazmakla, düşünmekle geçiyor. Bir gün bir şeyler yazabilmeyi çok istiyorum. Yazmayı çok seviyorum.

Zaten sergilerinizin adlarından ve sunuş yazılarından da anlaşılıyor. Hikayeleri olan sergiler. Bir bütünlüğü var.
O da tasarımdan geliyor. Birçok sanatçı bir süre çeşitli heykeller üretir, sergi açayım der. Bir isim bulur, alt metin yazar ve sergi açar. Ben tasarımcı disipliniyle önce ismini bulurum. Heykellerimin çoğunu çizmiş olurum. Mesela şimdi çalıştığım sergi “Rüya Anıdan Sayılır mı?” ekimde açılacak.

Bu serginin fikri nasıl çıktı?
İki yıl önce “Bir Varlık Bir Yokluk” sergisini açtım. Yaklaşık yirmi parça işim vardı, çoğu, gerçek insan boyuydu. İki yıl deli gibi çalışıyorsunuz, atölyede yürüyecek yer kalmamıştı. Atölyeye bir girdim, içerisi bomboş… “Ne yapacağım şimdi ben?” dedim. Sonraki sergim ne olmalı diye düşünürken yatakta uzanan bir kadın çizdim. Aslında sadece bir örtü görüyorsun, suratına kelebek konmuş. Yanına da “Rüya anıdan sayılır mı?” yazdım. Edebiyat beni çok besler. Büyülü gerçekçilik, en çok etkilendiğim akımdır. Sonraki serginin adı bu olmalı ve büyülü gerçekçi olmalı, diye düşündüm.

“Sonraki sergimin adı ‘Bu muymuş?’ olabilir”

Sergileriniz, isimleriyle de hikaye anlatıyor. “İnsan Kara Bir Leke Değildir”de “İnsan nedir?”e odaklanmışsınız sanki…
2013’te bu sergiyi yaparken belki hala umutluydum, insandan beklentim vardı. Postmodernizmde en önemli şeylerden biri sanatçının küskünlüğüdür. “Bir sürü umudum vardı ama değişmedin” diyor. Neşet Ertaş’ın bir türküsünde, “Aslı bozuk demen insanoğluna” diye bir laf geçer. İnsan şaşırtır. Ezilir ezilir sonra hiç beklemediğin bir eylem yapabilir, diye bir umudum vardı. Bu sergiyle beraber biraz kendi dünyama çekilmeye başlayacağım. “Beni anlasınlar, bunu da beğenirler umarım” kaygılarımın olduğu son sergimmiş gibi geliyor.

“Kendi dünyama çekileceğim” derken ne kast ediyorsunuz?
İşte o, postmodern sanatçının küskünlüğünü, “Anlamazsanız anlamayın!” tavrını, yavaş yavaş hissetmeye başladım.

Anlaşılma kaygınız var o halde.
“Ben çamurdan bir şeyler yapacağım, siz bunu izleyeceksiniz, alacaksınız” demek zaten anlaşılma kaygısıdır. Her sanatçıda vardır ama dozajı önemli. 100 kişi benimle aynı şeyi hissetsin yeterli. Ama şöyle bir şey oluyor, sanırım gelecek sergide de ondan bahsedeceğim, insan çok pohpohlandı, yaşam etrafımızda dönüyor diye. Okyanuslarda hayat 50 yıl sonra kalmayabilir. Dünyayı bitirdik. Demek ki bizim etrafımızda dönmüyormuş. Bu kadarmışız yani. Buymuşuz. Uçamayacakmışız, kanatlarımız çıkmayacakmış, doğaüstü yeteneklerimiz olamayacakmış!

Koronavirüs sürecinin etkisi…
Bir tane virüs hayatımızı bitirdi. Sonraki sergimin adının “Bu muymuş?” olabileceğini düşünüyorum. Özellikle Covid, şunu fark ettirdi. Eskiden çok yüklenirlerdi; “Dünyayı kurtarabilirsin!” Hiçbir şey yapamazsın! Kendini ve etrafındaki üç beş kişiyi kurtarabiliyorsan ne ala! Buraya nereden geldik?

Eserleriniz, felsefe barındırıyor. “Bir Varlık Bir Yokluk”ta varoluşçuluk etkisini sezinledim. “Düşbozumu”nda modernite eleştirisi gördüm.
Bunların hiçbirinde iddialı olacak kadar dolu olduğumu zannetmiyorum. Ancak kişisel fark edişlerim var.

İşte o, sanatçının sezgisi, iç görüsü…
Bir bakışım var, kendimce ayırt etmeye çalışırım ama şu, şunun teorisi diyemem. Umut ve umutsuzluk, hiçlik ile her şeylik arasında gidip geliyorum.
Şimdi çalıştığım büyülü gerçekçi sergide gerçekle rüya arası bir yerdeyim. Hepimizin, “Bu muymuş” psikolojisine girdiğimizi düşünüyorum. Alternatif bir hayatı kendi hayatının önüne koyma eğilimi hepimizde olmaya başladı. “Ben değil, başkasıyım aslında.” Herkes depresyonla bir rüya alemine girdi. Marquez’in Latin Amerika’da ufak bir köydeki dünyasında insanlar bir süre daha kalayım istiyor. Rüya olan kısım, gerçek hayatımız olsa. Buna eğilimimiz arttı. Çünkü gerçek dünya bir kabus.

Heykelleriniz birer kahraman olmuş. Sanatınız, edebiyatla çok sıkı alışveriş içinde.
Bundan mutluyum. İnsan gibi beslenebileceğim bir kaynak varken kedi heykeli yapamayacağım!

‘Rüya Anıdan Sayılır mı?’
Başka bir yaşam alternatifinin hikayeleri

“Rüya Anıdan Sayılır mı?” için yaptığım ilk heykel, kapının önüne oturmuş örgü ören bir kadındı. Kemeraltı’nda restore edilen Abacıoğlu Han’a ilk gidişimde çocukluğuma gittim. Anneannem ve dedemle büyüdüğüm, Asansör semtindeki çıkmaz sokakta; kadınların çay demleyip pişi, kısır yapıp kapı önünde örgü ördüğü, çocukların oynadığı, inanılmaz huzurlu bir dünya vardı. Bunu yapayım diye karalamıştım. Heykeli yaparken kafamdan bir hikaye geçti. Bizim çıkmaz sokakta örgü ören, genç bir kadının bir türlü çocuğu olmuyormuş. Kadın çocuğunu örüyor. Olmayan çocuğunu örmesi de rüya anıdan sayılır mı? Gerçeğin yerine koyma… Tüm heykellerde, başka bir yaşam alternatifini çıkarmaya çalışan insanlarla ilgili hikayeler var.

Sergide eskiz defteri de olacak
“Rüya Anıdan Sayılır mı?” için çok fazla çizim ve yazı birikti. 120-150 sayfa, tıpkıbasım yapılacak; 400-500 kadar edisyon da sertifikalı, imzalı olarak galeride satılacak. Serginin mutfağı, eskiz defteri. Evde büyük heykellere göndermeler yapan küçük küçük heykellerle uğraştım. Kendi çocuğunu ören abla var ya bir çift demirden patik olacak.