Ağustos20 , 2025

Bir çocuk kaybetti ama milyonlarca çocuğa “ana” oldu: Adile Naşit

İlgili Yazılar

Sinemaya adanmış bir yaşam: Şerif Gören

1944 doğumlu Şerif Gören, 8 Aralık 2024’te aramızdan ayrıldı....

“Tepeden tırnağa samimiydim, bu da herkese tutkumu hissettirdi”

Başarılı müzisyen Soner Arıca İthaf Sanat’ın yeni sayısında sorularımızı...

Bir çocuk kaybetti ama milyonlarca çocuğa “ana” oldu: Adile Naşit

Sinemayla birlikte televizyonun hayatımıza girmesi, sadece tiyatroda oynayan ve...

“Sanatın gelişmesi için hamilik önemli”

Zeynep Kamil Türbesinden Ayasofya’ya, Galata Mevlevihanesinden Yenikapı Mevlevihanesine, Süleymaniye...

“Baksı’yı müze olarak değil bir sanat eseri olarak düşünüyorum”

40 yılı aşkın sanat deneyimini gençlik hayalleriyle buluşturarak Baksı...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Sinemayla birlikte televizyonun hayatımıza girmesi, sadece tiyatroda oynayan ve yalnızca tiyatro izleyicisi tarafından bilinen isimlerin bütün ülkede şöhrete ulaşmasına vesile oldu. Birçok kişi sinemaya geçmediğinden hala bir bilinmezlik yaşasa da bu ülkenin çok çok büyük oyuncuları kendisini sinema izleyicisinden esirgemeyip onlara da yeteneklerini göstermişlerdi. Bu isimlerden biri de sevgili Adile Naşit Özcan.

 

YAZI:SEDAT TULUMDAŞ

 

Herkes onu Hafize Ana rolüyle tanır. Oysaki sinemada etkin olmaya başladığı yıllar 1970 ve sonrasıdır. 1950 ile 1970 arasında sadece yedi filmde oynamıştır. 1947’de, ilk filmi “Yara”da rol almıştır ve henüz 17 yaşındadır. Altı yaşından beri tiyatroda oynamaktadır ve babası dönemin en büyük tiyatro oyuncularından biridir; komik-i şehir namıyla anılan Naşit Bey.

Adile Naşit, aslında tiyatronun içine doğmuştur. Çok fazla spekülasyona uğradığı için -bilgi eksikliğinden mi yoksa bilerek çarpıtıldığından mı bilinmez- herkesçe pek vakıf olunmayan hayat hikayesini öz yeğeni olan tiyatro sanatçısı Naşit Özcan ile konuştuk. Pek yakında Çağan Irmak tarafından filmi de çekilecek olan ve Adile Naşit’in hayatını esas alan öykünün en temel iki kaynağından (diğeri Fulya Özcan) biri olan Naşit Özcan, halasının, babasının, dedesinin ve babaannesinin o dönemki süreçlerini sarih bir şekilde anlattı. İşte, yeğeninin dilinden Adile Naşit’in hayatı…

Yazarımız Sedat Tulumdaş, Adile Naşit’in yeğeni, tiyatro sanatçısı Naşit Özcan ile ünlü sanatçıyı konuştu.

Türk baba ve Rum annenin kızı Adile

Naşit Bey (Adile Naşit’in babası), atadan dededen Türk. Hatta babası da dönemin ünlü hekimlerinden biri. Bir Osmanlı soylusu. Naşit Bey’in ilk eşi Leman Hanım da öyle. Naşit Bey bir tiyatro üstadıdır ve Saraçhane’deki bu tiyatroda beraber sahne aldığı birçok isim vardır. Bu isimlerden biri de dönemin meşhur kantocularından Rum kızı Amelya Hanım’dır. Naşit Bey, zamanla Amelya’ya aşık olur. Olur olmasına ama kendisi evlidir ve bu durum onun şahsiyetiyle pek örtüşmemektedir.

Bir gün Leman Hanım’a bu durumu anlatır, o dönem olması gereken olur, verilmesi gereken haklar verilir ve boşanırlar. Naşit Bey, Amelya Hanım’la evlenir ve bu evlilikten 1928’de Selim, 1930’da da Adile doğar.

Amelya Hanım bir Rum kızıdır. Annesi Küçük Verjin de öyle. Küçük Verjin’in babası Rum, annesi Ermenidir. Osmanlı tebaasındaki kozmopolit yaşam bu aileye de yansımış ve sanat açısından bakıldığında da muhteşem bir yapı inşa etmişlerdir. Küçük Verjin, sanatıyla, yaşam öyküsüyle bir başka usta isme, hala birçoğumuzun gülerek, eğlenerek izlediği Seyfi Dursunoğlu’nun meşhur Huysuz Virjin karakterine ilham olmuştur. Daha doğru bir ifadeyle Huysuz Virjin karakteri Adile Naşit’in anneannesi olan Küçük Verjin’den başkası değildir.

Adile Naşit ve babası Naşit bey

Osmanlı’nın son dönemlerinde Müslüman kadınların sahneye çıkması yasaklanmıştı ve tiyatroyu, kantoyu, sinemayı sadece gayrimüslimler yapmaktaydı. Bu açıdan hem anne hem de babanın sanatla iç içe olması çocukların da meslek seçiminde önemli rol oynamıştır diyebiliriz.  Amelya Hanım ve Naşit Bey’in evi Saraçhane’deki tiyatrolarının üst katındadır ve haliyle çocukları da adeta tiyatronun içinde doğmuştur.

Burada şunu net bir şekilde ifade etmek gerek, Adile Naşit kimi zaman iddia edildiği gibi Ermeni değil, adı da Adela değil. Adile Naşit’in bir abisi vardır, adı Selim. İkisi de dönemin Müslüman-Türk ailelerinin çocuklarına verdiği isimler ki, hala bu isimler kullanılıyor. Kaldı ki hangi milliyetten olduğu bizim için hiç önemli değildir. Zira biz hep onun kuzucukları olmaya devam edeceğiz. Arada hiçbir kan bağı olmadan bir nesli “Kuzucuklarım” diye kucaklayan, onlara anne şefkatini ekranlardan bile hissettiren bir kadının hangi milliyetten olduğunu tartışmak bile abes. O tüm Türkiye’nin “ana”sıydı zira.

Naşit Bey, oğlu Selim’in okumasını ve ailesine bakmasını ister hep. Küçük kızı Adile’ninse tiyatrocu olmasını her fırsatta teşvik eder. Evde, akşamları, çocuklarına çok sevdiği tiyatro temsillerini oynar ve çocuklarının da oynamasını ister. Sürpik ve Haçik adında iki temsilin olduğu oyunu çok sever Adile ve abisi Selim. Babaları da sürekli bunları oynar ve belli bir yaşa gelince de çocuklarına oynatır. Öylesine bütünleşmiştir ki onlar bu rollerle, Naşit Bey, zaman zaman Adile’yi Sürpik; Selim’i de Haçik diye çağırmaya başlamıştır.

Selim Naşit, Naşit Bey, Adile Naşit

ADİLE’NİN TİYATRODAKİ İLK ROLLERİ

Adile tiyatroya büyük bir aşkla bağlanır ve babasının izinden gider. Okulu bile umursamaz. Derslerindeki başarısızlık sebebiyle ortaokuldan atılır. Ondan sonra kendini tamamen tiyatroya adar. Bu konuda Arap Efraz adında, evlere gidip fıkralar anlatan, oyunlar oynayan, kanto yapan bir kadını idol olarak benimser. Hatta Adile Naşit’in bütün oyunlarında sergilediği jest, mimik ve temsilleri babadan çok Arap Efraz’a benzemektedir.

Tiyatroda ilk dönemler hep çocuk karakterleri oynar Adile. Fakat bir gün yetişkin rollerden birini oynayan oyunculardan biri rahatsızlanır.

Rahatsızlığından dolayı da sahneye çıkamaz. Adile bunu fırsat olarak görür ve o rolü oynamak ister. Makyajla ve kıyafetle yetişkin bir kadın havası verilir ve sahneye çıkıp bu konuda hünerlerini sergiler, yine izleyiciden tam not alır. Tiyatroda, profesyonel manada ilk olarak “Fuar Yıldızı” adlı oyunla, Düttürü Leyla adlı karakteri canlandırır. Ses Tiyatrosunda oynayacaktır ve bu konuda epey heyecanlıdır. Zira gazeteciler Komik-i Şehir Naşit Bey’in kızını ilk defa tiyatroda başrolde izleyip yazacaktır. Köprü altında yaşayan, bitli, paspal, serkeş bir kız rolündedir bu oyunda. Nasıl oluyorsa o gün Adile uyuza yakalanır ve oyun boyunca sürekli kaşınır. Oyun biter ve büyük bir alkış kopar. Herkes bu kadar gerçekçi bir oyun izlediği için mutlu bir şekilde tiyatrodan ayrılırken ertesi gün gazetelerin sanat sayfalarının manşetlerinde Adile vardır. “İnanılmaz bir oyunculuk” başlığı altında satırlarca övgüler… Ağabeyi Selim ise okuluna, eğitimine devam eder ama aklı hep tiyatrodadır. 1943’te babası vefat edince liseden sonra o da tiyatroya yönelir ve vefatına kadar bu serüven devam eder.

Adile de babasının vefatı sonrası artık iyiden iyiye tiyatronun sağlam bir öğesi olur.

O dönem, sahnelerde hep Özcan soyadını kullanmaktadır. Bir gün Muammer Karaca kendisine babasının adını soy isim olarak kullanmasını ve o ulu çınarı bu şekilde yaşatmasını tavsiye eder. O da ustasının bu tavsiyesine uyarak Adile Naşit Özcan olarak yaşamını sürdürür.

 

ZİYA KESKİNER’LE EVLİLİĞİ VE OĞLU AHMET

Adile Naşit, evlilik çağı geldiğinde dönemin tiyatro oyuncusu ve yönetmenlerinden Ziya Keskiner’le evlenir. Bu evlilik, onun adına birçok olumsuzluğu barındıracak yeni bir sürece atılan ilk adım gibidir adeta. Ziya Bey eşini çok sevmekle beraber, zaman zaman özgüvenini yıkan birçok söylemde bulunur. Zira o dönem Adile Naşit’e sinemada oynaması için teklifler vardır ve o ise eşini bu konuda pek desteklemez. Hatta zaman zaman dönemin güzel ve alımlı aktrisleriyle kıyaslayarak onun sinemada şansı olmadığını tekrar eder sürekli. Bu durum onun özgüvenini sorgulamasına sebep olur ve bu süreçte sinemada Adile Naşit’i pek göremeyiz.

Adile Naşit ve Ziya Keskiner’in bir oğlu olur. 1951 yılında doğar Ahmet. Naşit Özcan’ın ifadeleriyle “Çok zeki, çok akıllı ve çok güzel bir çocuk”tur. Dört kalp kapakçığı da çürük olarak doğar Ahmet ve ilk başlarda aile bunu bilemez. Belli bir yaşa gelince hastalığın etkilerini hissetmeye başlarlar ve öyle bir hal alır ki artık Ahmet sokakta yürüyemez hale gelir. O dönem çok da varlıklı değildir Adile Naşit. Gerçi hiçbir zaman o kadar varlıklı olmamıştır ama tiyatrodan kazandığı para onun ancak geçimini sağlamaktadır. Çok tiyatro sahibi, çok sinema yapımcısı onu dolandırmış, parasını vermemiş ve elinde hiçbir hükmü kalmayan senetlerle ortada kalmıştır. Şimdilerde sinemadan, tiyatrodan ya da televizyondan kazanılan paralar o dönem için hayal bile değildir. Bu sebeple oğlunun tedavisi için yeterli maddi gücü hiçbir zaman olmamıştır.

Selim Naşit ve eşi Sotiria Özcan, ortada Adile Naşit’in 14 yaşında vefat eden oğlu Ahmet, Adile Naşit ve eşi Ziya Keskiner.

Muhsin Ertuğrul öncülüğünde bir kampanya başlatılır. Gazeteler de “Büyük tiyatrocu Naşit Bey’in torunu ölmesin, yaşasın!” diye aylarca kampanya yürütür ve ameliyat için para toplanır. Yine Naşit Özcan’ın ifadesiyle Amerika’ya gitmek üzereyken ülkemizdeki tanınmış doktorlar “Bu ameliyatı Türkiye’de yaparız boş yere oralara götürmeyin” derler ve ameliyat burada yapılır. Bazılarına göre ameliyat esnasında, bazılarına göre de ameliyattan birkaç gün sonra oluşan komplikasyonlar neticesinde Ahmet vefat eder. Ahmet vefat ettiği zaman Adile Naşit İzmir’de turnededir. Oyun sonrası oğlunun vefatını haber verirler ona. Öylesine büyük bir acıdır ki bu, uçakta artık ağlamaktan helak olur ve bir süre sonra göğsünü parçalamaya başlar. O günden sonra bir daha asla uçağa binmez.

Ahmet, Adile Naşit’in doğum gününden 3 gün önce, 14 Haziran 1966’da vefat eder. O tarihten vefatına kadar Adile Naşit asla doğum gününü kutlamaz. Bir röportajında oğluyla alakalı şunu söyler:

“Ben kendimi Ahmet’in ölümüne alıştırmıştım aslında. Ama evlat acısı hiçbir şeye benzemiyormuş. Köpeklerle, balıklarla, oyuncaklarla, çiçeklerle avuttum kendimi. Köpek kör oldu, balıklar öldü, çiçekler soldu, böyle geçip gitti zaman ama hiçbir zaman avunamadım…”

Hep evlat acısıyla yaşar ve o güldüğü sahnelerde bile gözlerinde hüzün vardır.

1970’li yıllara geldiğimizde artık sinemada bir Adile Naşit gerçeği vardır.

Adile Naşit’in anneannesi Küçük Verjin, dayısı Niko, annesi Amelya Hanım ve Selim Naşit

Art arda filmler çeker, özellikle Ertem Eğilmez’in Arzu Film şirketiyle çektiği filmlerle efsane olur. O meşhur “Hafize Ana” rolü de bu süreçte ortaya çıkar. O dönemki “Hababam Sınıfı” filmlerinin tamamında rol alan tek oyuncudur Adile Naşit. O kadar başarılı bir grafik çizer ki sinemada, 1976 yılında, hem de başrolde olmadığı “İşte Hayat” filmiyle En İyi Kadın Oyuncu dalında Altın Portakal Ödülü’nü kazanır. O filmin başrolünde Hülya Koçyiğit ve Uğur Dündar vardır. Bu sinema tarihimiz için bir ilktir.

O artık anne, nine, mahallenin akil ablası ve teyzesi rollerinin vazgeçilmez bir oyuncusudur ve bunu başarıyla oynamaktadır. Haliyle sinemanın ona biçtiği bu kılıf gün gelip onun tek tip rollerde oynamasına da yol açacaktır. Yazar Sibel Öz, Adile Naşit’le alakalı yazdığı kitabında şöyle bir ifade kullanmaktadır: “Ertem Eğilmez, Adile Naşit’e kanat takıp uçurmuş ama aynı zamanda böyle bir kafesin içine de koymuş.” O kafesin dışına çıkması hiçbir şekilde mümkün olmamıştır.

Adile Naşit, 1981 yılında çok ilginç bir filmde oynar. Filmin ilginç olmasının sebebi elbette içeriğiyle birlikte bir öngörüde, kehanette bulunması. Filmin adı “Deliler Koğuşu”. Bu filmde akıl hastanesindeki deliler, TRT binasını basarak canlı yayında kanala el koyarlar ve orada Hamlet Kamil’i oynayan Münir Özkul, Adile Naşit’e hitaben “Seni de çocuk programı müdürü yaptım. Her gün uykudan önce çocuklara sevgiyi öğret” der. Bu filmden sonra Adile Naşit, TRT’de “Uykudan Önce” programını yapmaya başlar. Çocuklara masallar anlatır, onlardan gelen mektupları okur, isimleriyle seslenir, bir anlamda çocukların ikinci annesi oluverir. En büyük hayallerinden biri Adile Naşit Kreşi açmaktır ama buna ne sağlığı elverir ne de ömrü vefa eder…

Selim Naşit, Adile Naşit ve Ziya Keskiner

HAKKINDA PEK BİLİNMEYENLER

Adile Naşit’in kendisiyle alakalı bilgilere göz attığımızda çok ilginç ve bir o kadar da şaşırtıcı sonuçlara ulaşıyoruz. Boyu 1.45 m, ayakkabı numarası 32. Hatta 32 numara kadın ayakkabısı olmadığı için 34-35 numara ayakkabı alıp ucunu kağıtla doldururmuş. 34 numara kadın ayakkabısı bulduğu zaman çocuklar gibi sevinirmiş. Kendisini çok sevmeyen, dış görünüşünü çok beğenmeyen biriymiş Adile Naşit. Şakalara karşı çok hoşgörülü, bir o kadar da karşılık vermeyi seven biriymiş. Gök gürültüsü, deprem ve fırtınadan aşırı şekilde korkarmış. Karanlığı hiç sevmez, evinde mutlaka ışık açık bir şekilde uyurmuş.

Adile Naşit, 1982 yılında oğlunun ölüm haberini aldığı şekilde eşi Ziya Keskiner’in de ölüm haberini turnedeyken alır. Bu onun makus talihi haline gelir adeta ve oyunu bitirdikten sonra İstanbul’a döner, cenazeyi defnederler. Daha sonra 1983’te Cemal İnce ile evlenir, vefatına kadar onunla evli kalır.

Filmlerinde kah gülerek kah ağlayarak izlediğimiz ama hep meşhur kahkahasıyla anımsayacağımız Adile Naşit, o kahkahaların ardında büyük bir hüznü gizlemiştir. Oğlu vefat ettikten sonra yaklaşık 21 sene yaşamıştır ve neredeyse her akşam yaptığı bir rutini, seremonisi vardır. Akşam eve gelir, sofraya oturur, bir kadeh rakı koyar ve parmağını üst dişlerine bastırıp gözlerini bir noktaya diker, iç çekerek ağlamaya başlar. Bir iki dakika sonra kendine gelir ve az önce hüngür hüngür ağlayan Adile gider, başka bir Adile gelir, güler, eğlenir, hayatına devam eder. Ama günlerce, gecelerce yaşadığı bu evlat acısı onu elim hastalığın pençesine düşürür. Kalın bağırsak kanseri, vefatından seneler önce başlar aslında. Bir süre mücadele eder, yendi diye bilgi verir doktorlar ama artık ömrünün son demlerinde iyiden iyiye tekrar nükseder.

Adile Naşit, yönetmen Ertem Eğilmez ve Hababam Sınıfı oyuncuları ile birlikte.
Hababam Sınıfı’nın Hafize Anası…
Neşeli Günler’de Münir Özkul ile…

SON YOLCULUĞUNA TÜM ÜLKE UĞURLADI

11 Aralık 1987 Cuma günü hayatını kaybettiğinde 57 yaşındadır. Türkiye’nin her yerinden cenazesine gelenler olur. On binlerce kişi katılır cenazesine. “Kuzucuklarım” dediği çocuklar da “Hafize Ana”sı olduğu yetişkinler de onu bu son yolculuğunda yalnız bırakmaz. O günün gazete manşetleri “Güle Güle Adile Teyze” derken fotoğraflarda sanat yaşamının başından itibaren hep çok yakın olduğu, oğlu gibi sevdiği Kemal Sunal’ın ve daha birçok oyuncunun cenazede gözyaşlarını tutamadığı görülür. 57 yıllık yaşamına onlarca film, tiyatro oyunu ve televizyon programı sığdıran Adile Naşit, ayların en zalimlerinden aralık ayında hayata veda etti. Evlat acısının onu şerham şerham yiyip bitirdiği bir ömür sürdü. O bir evlat kaybetti ama milyonlarca çocuk onun evladı, milyonlarca yetişkin onun kardeşi oldu. O da onların Adile annesi, Adile ablası…