Küreselleşmenin yol açtığı etkilerin yerini yerelin gücüne bırakacağı, iş birliği ve ortak çalışmanın yüceltileceği, büyük boy soyut çalışmaların öne çıkacağı, sanatta sürdürülebilirliği sıklıkla tartışacağımız bir yıl bizi bekliyor…
Çağdaş sanat piyasası trendlerini neler belirliyor diye araştırdığımızda birkaç faktörün etkili olduğunu görüyoruz. Bunlar değişen koleksiyoner tercihleri, güncel sosyal ve kültürel konular ile dijital sanat ve NFT’ler gibi yeni ifade biçimlerini mümkün kılan sanat teknolojilerindeki gelişmelerle şekilleniyor.
Bu yıl ise sanat piyasası yerel gurur ile küresel hırslar arasındaki çekişmeyle, yapay zekanın, artırılmış gerçekliğin ve dijital medyanın sınırlarını zorlamayla, sanat ve sürdürülebilirlik arasındaki diyaloğun güçlenmesiyle tanımlanacak gibi gözüküyor.
London Bridge tren istasyonununun girişinin dışında, otobüs terminalinin yanında yer alan Adam Nathaniel Furman’ın “In a Thousand Streams” adlı 57 metre uzunluğundaki, 28 farklı renkte 250 bin ayrı cam parçasından oluşan mozaik paneli.
Küreselleşmeden Kurtulma
Pandemi, milliyetçilik dalgası, jeopolitik gerginlikler derken küreselleşmeden uzaklaşıp ister istemez kendi topraklarımıza geri itiliyoruz. Aslında Trump’ın ikinci döneminin “Önce Amerika”yı yeniden alevlendirmesi, Doğu Avrupa ve Orta Doğu’da çatışmaların kaynaması ve ticaret engellerinin çoğalmasıyla birlikte, sanatın yerelleşmesi hiç de şaşırtıcı değil. Şehirler, yıllar boyunca büyük sanat organizasyonlarına mali destek verdikten sonra, kültürel üretim endüstrisinin en çok konuşulan ifadelerinden biri olan “doğal olarak oluşan kültürel bölgeleri” geliştirmeye yönelmeye başlıyor. Özellikle sanat kurumlarının, yerel toplulukları geliştirmeye çok daha fazla, küresel elit eleştirmenleri ve beğeniyi belirleyenleri etkilemeye daha az zaman harcayacağı tahmin ediliyor.
Pantone’nin senenin rengi olarak belirlediği ve tam da bu hissi verecek olan Mocha Mousse
Ortak Çalışma
İş birlikçi sanat; farklı seslerin kolektif bir vizyona katkıda bulunmasına olanak tanıyarak topluluk ve ortak amaç duygusunu teşvik eder. Bu yıl iş birlikleri ve topluluk çalışmaları, sanatçıları, toplulukları ve izleyicileri bir araya getiren birçok çağdaş sanat projesinin merkezinde yer alacak. Sanat yaratmanın yanı sıra, yerel okullara, evsizleri destekleyen hayır kurumlarına, yiyecek barınaklarına ve şiddete maruz kalan kadın ve barınma ihtiyacı olan çocuklara yardım eden kuruluşlara bağış yaparak topluma geri verme yaklaşımı yalnızca bağlantı kurmanın ve birlikte yaratmanın öneminin altını çizmekle kalmayıp aynı zamanda daha güçlü ve daha kapsayıcı topluluklar oluşturmada sanatın rolünü de vurgulayacak.
Geleneksel sanat formlarının korunmasının da önem kazanma eğilimiyle paralel olarak sanatçılar kültürel kimliklerini derinlemesine inceleyecekler. Ataların uygulamalarından ilham alacaklar. Üstelik bu pratikleri çağdaş izleyiciler için yeniden yorumlayacaklar. Sadece bununla sınırlı kalmayacak, toplum büyükleri, zanaatkarlar ve kültür kurumlarıyla ortak projeler daha da yaygınlaşacak.
Bir süre önce tamamlanan, London Bridge tren istasyonununun girişinin dışında, otobüs terminalinin yanında yer alan Adam Nathaniel Furman’ın “In a Thousand Streams” adlı 57 metre uzunluğundaki, 28 farklı renkte 250 bin ayrı cam parçasından oluşan mozaik panelinin London School of Mosaics’teki yapımında 70 gönüllü çalışmış. Senede ortalama 21 milyon kişinin yanından yürüyeceği eser, ortak çalışmanın çarpıcı bir örneği.
Yaşama duyulan sevgi: Biophilia
Küresel gerilimden ve evlerde kapalı kaldığımız bir yaşamdan sonra hepimizin daha derin, daha organik bir bağa özlem duyar olduğu bu gürültücü dünyada doğadan ilham alan sanat, bize hasretini çektiğimiz huzuru vadediyor.
Sanatçılar bitkileri, organik malzemeleri ve doğal motifleri kullanarak dışarıyı içeriye getiren ve kendimizi yeryüzüne daha bağlı hissetmemizi sağlayan parçalar yaratıyor. Yosunların zamanla doğal olarak büyüdüğü enstalasyonlar veya bitkilerden ve yapraklardan elde edilen pigmentlerin kullanıldığı tablolar mesela. Duvarları sakin sığınaklara dönüştürecek toprak tonları, botanik temalar ve incelikli çiçek motifleri görmeyi bekleyebiliriz. Pantone’nin senenin rengi olarak belirlediği ve tam da bu hissi verecek olan Mocha Mousse; doğal zenginliği, duyusal ve rahatlatıcı sıcaklığı, konfor arzumuzu ve başkalarına hediye edip paylaşabileceğimiz basit zevklerin hoşgörüsünü daha da genişleten yumuşak bir kahverengi tonu diye tanımlanıyor. David Hockney’in yemyeşil manzaraları ve Damien Hirst’ün kelebek mozaikleri gibi doğanın güzelliğini ve yaşamın hassas geçiciliğini yansıtan eserler görebiliriz.
David Hockney, The Arrival Of Spring In Woldgate East Yorkshire, 2011
Büyük boy soyut sanat
Canlı fırça darbeleri ve cesur geometriyle dolu büyük ebat soyut çalışmalar, iç mekanları güçlendirecek ve kendilerini çarpıcı odak noktaları olarak belirleyecek. Art Basel’in Basel’daki “Unlimited 2024” bölümü, sergi salonunun tamamını 70 büyük ölçekli enstelasyona ayırmıştı.
Örneğin Yayoi Kusama’nın “Aspiring to Pumpkin’s Love, the Love in my Heart” (Kalbimdeki Sevgiye, Bal Kabağının Sevgisine Özlem) adlı eseri, Kusama’nın imza puantiyeleriyle zenginleştirilmiş dalgalı yüzeylere sahip, birbirine bağlı devasa iki bronz bal kabağını tasvir ediyordu. Bu gibi heybetli heykellerle, enstelasyonlarla ve büyük ölçekli tuvallerle daha çok karşılaşacağız.
Damien Hirst, Butterflies
Sürdürülebilirlik
Çevre bilincinin damgasını vurduğu çağımızda sanatçılar giderek daha fazla sürdürülebilir uygulamalara yöneliyor ve küresel kaygılara yanıt veren çevre dostu sanat eserleri yaratıyor. Sürdürülebilir sanat, geri dönüştürülmüş malzemelerin kullanılmasından iklim değişikliğine görsel anlatımlarla değinilmesine kadar güçlü mesajlarla sesini duyurmaya devam edecek. Sanat ve sürdürülebilirlik arasındaki diyalog giderek güçlenerek hem sanatçıları hem de izleyicileri sanatsal ifadenin ekolojik etkisini düşünmeye zorlayacak. Olafur Eliasson’un “Ice Watch” gibi iklim odaklı enstelasyonları, sanatçılara çalışmalarında çevre dostu malzemeler kullanma ve sürdürülebilirliği vurgulama konusunda ilham veriyor. 2025’te geri dönüşüme ve çevreye duyarlı sanata daha fazla önem verilmesi bekleniyor.
Yayoi Kusama’nın “Aspiring to Pumpkin’s Love, the Love in my Heart” (Kalbimdeki Sevgiye, Bal Kabağının Sevgisine Özlem) adlı eseri.
Dijital sanat ve NFT
Sürekli gelişen çağdaş sanat ortamında dijital sanat kendine yer edinmeye devam ediyor.
Teknolojideki ilerlemelerle birlikte sanatçılar, yaratıcılığın ve izleyici katılımının sınırlarını zorlamak için yapay zeka ve artırılmış gerçekliği çalışmalarına giderek daha fazla entegre etmeye devam edecek. Yapay zeka araçları insanların süper kişiselleştirilmiş sanat eserlerini (sizin tarzınız, sizin hikayeniz, sizin havanız) birlikte yaratmasına olanak tanıyacak. Sanatçıların, yapay zekayla savaşmak yerine, insan sezgisini yapay zekanın çılgın yaratıcılığıyla harmanlayarak onunla ekip oluşturacağı söyleniyor. Refik Anadol gibi vizyonerler de sarmalayan görsel deneyimler yaratan yapay zeka tarafından oluşturulan veri heykelleriyle öncü olmaya devam edecek.
Mayıs 2007’de, Beeple olarak bilinen dijital sanatçı Mike Winkelmann, her gün yeni bir sanat eseri yaratıp internet aracılığıyla sunmaya başlar. O günden bu yana tek bir günü bile kaçırmaz ve 5 bin gün boyunca her gün yeni bir dijital fotoğraf yaratır ve EVERYDAYS olarak bilinen bu parçalar, toplu olarak, dijital sanat tarihinde ortaya çıkan en benzersiz çalışma gruplarından biri olan “Her Gün: İlk 5000 Gün”ün özünü oluşturur. 2021 yılında Beeple’ın “Her Gün: İlk 5000 Gün” adlı NFT’sinin Christie’s açık artırmasında 69 milyon dolara satılması hem sanat hem de blockchain tarihinde bir dönüm noktası olur; ilk kez büyük bir müzayede evinde bir dijital token satılmıştır. Bu aynı zamanda, en azından bugün, başkası ekran görüntüsünü alsa bile, pazarın kanıtlanabilir dijital sahipliğe gerçek değer verdiğinin inkar edilemez olduğunu kanıtlar. NFT’lerin yeni gelir akışları sunmasıyla sanatçılar, özgünlüğü sağlama ve küresel izleyicilere ulaşma yetenekleri nedeniyle NFT’leri benimsiyor. Dijital sanatta ve sınırlı sayıda üretilen NFT’lerde artış bekleniyor.
Olafur Eliasson’un “Ice Watch” gibi iklim odaklı enstelasyonları, sanatçılara çalışmalarında çevre dostu malzemeler kullanma ve sürdürülebilirliği vurgulama konusunda ilham veriyor.
Beeple’ın “Her Gün: İlk 5000 Gün” adlı NFT’sinin Christie’s açık artırmasında 69 milyon dolara satıldı.
Retro-fütürizm
2025’in öne çıkan görsel trendleri arasında geleceğe dair nostaljik görüşlere dayanan bir stil olan retro-fütürizm de yer alıyor. Rahatlatıcı, iyi hissettiren estetik, 100 veya daha fazla yıl sonra hayatın nasıl olacağına dair orta yüzyıl vizyonlarından yararlanıyor. Retro-fütürizm, nostaljiyi ileri görüşlü tasarımlarla harmanlayarak hem geçmişi hem de geleceği çağrıştıran benzersiz bir füzyon yaratıyor. Bu retro tarzı stil, vintage ve retro illüstrasyonlardan ilham alıyor; cesur renkleri, geometrik şekilleri ve 20. yüzyılın ortalarında geleceğin nasıl hayal edildiğine dair nostaljik bir görünümü birleştiriyor. Teknolojinin sınırsız göründüğü ama yine de neredeyse büyülü hissettirdiği bir dönemden doğan, iyimserlik ve saflığın bir karışımı… Nostalji kullanımının tasarım açısından bu kadar işe yaramasının nedenlerinden biri de zihinsel sağlığımız üzerindeki güçlü etkisi. Araştırmalar nostaljinin daha güçlü bir aidiyet ve amaç duygusuna yol açtığını ve geleceğin getirdiği belirsizlik duygularını hafifletebildiğini göstermiş. Bu da şu sıralar çok ihtiyacımız olan bir duygu.
Celestial Swim, Maxine Gregson
İster çığır açan teknoloji ister daha derin kültürel bağlantılar isterse samimi ifadeler olsun, 2025 yaratıcılık için inanılmaz bir yıl olacak, hem astrologlar da öyle söylüyor…