Ağustos20 , 2025

“Hayalimin içindeyim sadece gelişmesi için çalışıyorum”

İlgili Yazılar

Sinemaya adanmış bir yaşam: Şerif Gören

1944 doğumlu Şerif Gören, 8 Aralık 2024’te aramızdan ayrıldı....

“Tepeden tırnağa samimiydim, bu da herkese tutkumu hissettirdi”

Başarılı müzisyen Soner Arıca İthaf Sanat’ın yeni sayısında sorularımızı...

Bir çocuk kaybetti ama milyonlarca çocuğa “ana” oldu: Adile Naşit

Sinemayla birlikte televizyonun hayatımıza girmesi, sadece tiyatroda oynayan ve...

“Sanatın gelişmesi için hamilik önemli”

Zeynep Kamil Türbesinden Ayasofya’ya, Galata Mevlevihanesinden Yenikapı Mevlevihanesine, Süleymaniye...

“Baksı’yı müze olarak değil bir sanat eseri olarak düşünüyorum”

40 yılı aşkın sanat deneyimini gençlik hayalleriyle buluşturarak Baksı...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Yaşamını diorama üzerinden üretmeye adayan Alper Bıçaklıoğlu, şu anki işinin hayali olduğunu söylüyor. Diorama yapmak isteyen genç sanatçılara öğüdü ise disiplinli, sabırlı olmak, dönüştürücü ve gözlemci bir bakış açısının farkında olmak, çok farklı malzemelerle çalışmak ve üretmek, üretmek ve yine üretmek…

 

SÖYLEŞİ: ASLI ÖRNEK

Sevdiğin bir iş bulursan bir daha asla çalışmak zorunda kalmazsın” demiş Konfüçyüs. Alper Bıçaklıoğlu da sevdiği işi bulup çalışmak zorunda kalmayanlardan. Hayatını idame ettiği icraat onun yaşam zevki olduğu için her anında üretmeye çalışıyor. Kendisi diorama sanatçısı. “Diorama da ne?” diyecek olursanız Alper Bıçaklıoğlu şöyle tanımlıyor yaptığı sanatı.

“Bir kurgu olarak ya da gerçek bir anın, farklı malzemelerle belli ölçeklere küçültülmüş hali, diye tanımlamak mümkün kısaca. Ama diorama bir maket değil. Maketin, tüm detaylara ve gerçekliğe sahip hali. Resmin, heykelin eskizi gibi. Aslında minyatür de denebilir.”

1995 ile 2000 yılları arasında grafiti ve sokak sanatıyla ilgilenmeye başlayan sanatçı, 2000-2007 yılları arasında farklı sanatçıların asistanlığını yapmış. Çalışmalarına halen İzmir’de devam eden Bıçaklıoğlu’yla, sanatını ve dioramanın geleceğini konuştuk.

1995 ile 2000 yılları arasında grafiti ve sokak sanatıyla ilgilenmeye başlayan sanatçı, çalışmalarına halen İzmir’de devam ediyor.

İZMİR ÜRETMEK İÇİN ZAMANSIZ BİR ALAN!

Sakarya’dan İzmir’e, ardından İstanbul’a, sonra yine İzmir’e dönmüşsünüz. Genellikle sanatçılar İstanbul’da işlerini göstermek, sanat ortamlarına dahil olmak ister ama siz İzmir’i seçip orada atölye kurmuşsunuz. Nedeni neydi?

Evet, İstanbul’da yaşamadan İstanbul’a üreten, çalışan bir sanatçıyım. İzmir, üretmek için zamansız bir alan gibi. Sanki burada zaman farklı akıyor. 2007 yılında İstanbul’a taşındım. 2010 yılında Nişantaşı Sanat Galerisinde ilk sergim “Otomorfoz”u açtım. Birçok galeride kişisel işlerimi sergiledim, karma sergilere katıldım. Çağdaş sanat fuarlarına katılıp farklı projeler yaptım. 2013 yılı itibarıyla İstanbul’dan Bodrum’a göç ettim, 2016 yılında tekrar İzmir’e geldim.

1995 ve 2000 yılları arasında grafiti ve sokak sanatıyla (street art) ilgilenmişsiniz. Bu geçiş nasıl oldu?

Evet, eskiden Power mahlasıyla sokakları boyardım. O dönem çok popüler olan Blue Jean dergisine, Turbo ile yaptığımız grafitilerin fotoğraflarını gönderirdik.

Sonra mahlasım Pow olarak değişti ve ardından Powoq olarak kaldı. Aslında bu süreçte edinilen tecrübelerin sonucunda bir birikimim oluştu. Farklı disiplinlerden edindiklerim ve farklı malzemelerin birleşimi gibi boyutlandılar ve minik bir form aldılar.

HER OBJENİN KENDİNCE SÖYLEMİ VAR

Eserleriniz genellikle üzerinde street art ve grafiti içeren sokaklar. Neden bunu tercih ettiniz?

Sokak temelli oluşum ve sanat disiplinimi, üretim dilimi oluşturan bir anlayış olduğu için bu yolu tercih ettim. Bu tür eserlerin her kesimden insana ulaşabilen dinamik bir yapısı var. Genellikle var olan yapıları işliyorum. Tabii kurguladıklarım da oluyor ama var olanı şekillendirmeyi daha çok seviyorum.

Yaptığınız işi “Beni ben yapan var olma sebebim, olmazsa olmazım” olarak nitelendiriyorsunuz. Dioramaya ilginizi nasıl keşfettiniz? Ne zaman ve nasıl başladınız? Sizin ilhamınız neydi başlarken?

2016 yılında Alan İstanbul Galerinin temsil ettiği bir sanatçıydım ve o dönem tuval üzerine akrilik boya, sprey boya ve farklı medyumlarla şehir detayları boyardım. Bu tecrübe bana bir yerde öyle yetersiz geldi ki! Malzemeye olan merakımla tuvaller boyutlanarak içinde sokak sanatlarının ve grafitinin olduğu işlere dönüştü.

Bir objeyi diorama hale getirmek için ölçekle küçültüyor, hesaplamalarla çalışıyor, önce maketini yapıyorsunuz yanılmıyorsam…. Hiç zorlandığınız olmuyor mu?

Aslında çok katmanlı bir süreç. Benim üretim disiplinim de üretmek istediğim yapı, duvar ve objenin beni bulmasıyla başlıyor. Önce uygulama yapacağım yapının birkaç açıdan, detaylı görsellerini toparlıyorum. Daha sonra atölyemin duvarlarını bu fotoğraflarla dolduruyor, adeta o sokağı yaşıyorum. Söz konusu yapı, yaşadığım şehirdeyse sık sık gözlemliyor, daha sonra dioramayı oluşturacağım malzemeleri buluyorum. Karışık malzemelerle çalışmayı seven bir sanatçıyım ve genellikle işlerimi geri dönüşüm malzemelerinden oluşturuyorum.

BAŞKASININ İŞİNE YARAMAYACAK ŞEYLERİ GÖRÜYORUM

Artık kullanılmayan materyalleri bulmak sizin için kolay oluyor mu? Nasıl temin ediyorsunuz?

Aslında öyle özellikle aramıyorum. Malzemeye denk geliyorum ya da gezerken bir başkasının hiç işine yaramayacak şeyleri görebiliyorum sanırım. Her objenin kendince bir söylemi var ve bütünde güzel konuşuyorlar. Karşılaşıyoruz ve ben o eksik parçayı yerine yerleştiriyorum.

Yaptığınız eserler minik objeler ve çok yoğun çalışma gerektirdiği belli. Üzerinde çalıştığınız eserler eminim zaman farklılıkları gösteriyordur ama bir eseri ortalama ne kadar zamanda yapıyorsunuz?

Bence bir eserin ortalama süresi yok. Şu kadar sürer veya bu kadar ayda tamamlarım, demek zor benim için. Ne kadar zaman alacağı daha çok duyguyla alakalı ilerliyor. Artık bende olmayan, kim bilir bitmemiş kaç işim vardır!

ESERLERİME İLGİ ONUR VERİCİ

Türkiye’de dioramanın gelişmekte olduğunu, önünün açık olduğunu söylemişsiniz bir röportajınızda. Türkiye ile yurt dışını karşılaştırmak gerekirse eserlerinize ilgi nasıl?

Evet, birçok kesimden üreten çok ilgili insanlar var. Bu durum da işlerin görünürlüğünü, bilinirliğini artırıyor. Dioramaların sinema, reklam gibi birçok sektörde de  kullanılmasından dolayı bu sanatın önünün yurt dışında da ülkemizde de açık olduğunu düşünüyorum. Eserlerime ilgi her daim güzel ve onur verici.

Mesela tablo ve heykelin belli bir alıcı ve koleksiyoneri var. Ama minyatür diyebileceğimiz dioramanın koleksiyonerleri var mı?

Tabii var. Birçok farklı koleksiyonerde işlerim mevcut. Diorama ve art toy koleksiyonerleri ilgililer genellikle ve takip edip istedikleri sanatçıdan işlerine ulaşabiliyorlar.

 

Bu sanattaki hayaliniz ne?

Hayalimin içindeyim diyebilirim. Sadece gelişmesi için çalışıyorum. Aslında sadece görünen o küçük dioramaları yapmıyorum; birçok film, klip, reklam filmi ve belgeseller için işler, projeler üretiyorum. Bu da dioramayla ilgili hayalimdi. En çok istediğim dersek Türkiye’de dioramanın film, reklam gibi sektörlerle daha çok buluşması ve çok farklı projeler yapabilmek.

Son olarak sizin gibi bu sanata gönül verenlere vereceğiniz bir tavsiye var mı?

Disiplinli ve sabırlı olmak, dönüştürücü ve gözlemci bir bakış açısının farkında olmak çok önemli. Çok farklı malzemelerle çalışmak ve üretmek, üretmek ve yine üretmek… Bırakmadan, yorulmadan, sürekli kendini yenilemek gerek.

 

Sanatçının TRT2’de izleyici ile buluşan dünya edebiyatının en ünlü romanlarında geçen yemek sahnelerin konu alan belgeselden Martin Eden’in odası.

TRT2’de izleyiciyle buluşan ve dünya edebiyatının en ünlü romanlarında, öykülerinde geçen yemek sahnelerini konu edinen Edebi Sofralar programında izleyiciler sizin dioramalarınızla o atmosferi yaşıyor. Çok ünlü yazarların sahnelerini eserlerinizde hayata geçirmek nasıl hissettiriyor size?

Birçok anlamda çok heyecanlı bir süreç oldu. Hikayeler birbirinden çok farklı dönemlerde ve mekanlarda geçiyordu. O dönemlere ait objeleri araştırdık, yapımcı ve yönetmenle karşılıklı görüşerek dioraması yapılacak mekanları belirledik.

Tabii birçok hikayenin görseli yoktu, biz de kitapta yazdıklarını referans alarak yazarın dünyasını yaratmaya çalıştık.

Proje, 24 farklı mekanda farklı hikayeleri konu alıyor. Sekiz ay gibi bir sürede mekanları ve objelerini oluşturdum, ardından çekim ekibi ürettiğim dioramaların içinde belgeseli çekti.

En çok etkilendiğiniz hikayeler, yazarlar nelerdi?

Moby Dick, Martin Eden, Marcel Proust beni en çok etkileyenler oldu. Jerry Saltz (2018’de Pulitzer Eleştiri Ödülü’nü kazanan ABD’li sanat eleştirmeni) bu süreçte benimle iletişime geçti ve Proust için yaptığım dioramayı paylaştı, beni çok destekledi. Mekanlarını üretirken çoğu zaman orada gibiydim. Jack London’ın yazdığı Martin Eden’in odasından bir süre çıkmak istemedim mesela ve odayı yaparken onun gibi hissedip şekillendirip yaşayıp ürettim.