Aralık9 , 2024

Heyecanı, enerjisi ve müzik sevgisi, etrafına yaydığı ışık gibi

İlgili Yazılar

Bir mimarlık ve sanat arşivi: Şehrin panoları

Kolektif bütünlüğün birer estetik simgesi olan seramik-mozaik panolar; Türkiye’de...

Çağdaş sanatta nefes alanı: K2 Güncel Sanat Merkezi

K2 Güncel Sanat Merkezi, Avrupa Birliğinden Mardin’e, Çanakkale’den Hatay’a...

“Çağdaş sanatı anlamak, eleştirel düşünme becerilerini geliştirir”

Sanat danışmanı, sanat yazarı, sergi küratörü ve sanat eğitmeni...

“Çağdaş sanatçı, toplumun teorisyenidir”

İran asıllı çağdaş minyatür sanatçısı Arya Kamalı, İzmir’de kendi...

Sinema dünyasının ortasında Kalkütalı bir komple sanatçı

Sinemayla dopdolu yirmili yaşlarım geri gelmese de eski...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Uluslararası alanda “istisnai bir Chopin yorumcusu” olarak tanınan piyanist Gülsin Onay, aynı hafta içinde üç farklı kentte, hatta bazen farklı ülkelerde konser veriyor. Sesinden sözüne, davranışlarına yansıyan müzik sevgisi öyle güçlü bir ışık ki sayısı 400’ü geçen öğrencilerini de aydınlatıyor, ülkemizi de dünyamızı da…

SÖYLEŞİ: SENUR AKIN BİÇER

Dergimizin imtiyaz sahibi Senur Akın Biçer’in piyanist Gülsin Onay ile yaptığı söyleşide anılar tazelendi.

Klasik müzik benim için çocukluğuma dönmek gibi… Hele de piyano resitalleri… Kimi zaman güne başlarken kimi zaman da günü sonlandırırken kendimi klasik müzik notalarına emanet ederim. İşte bu nedenle, İthaf Sanat’ın dördüncü sayısı için yapacağım söyleşinin heyecanı günler öncesinden başladı içimde. Çünkü konserlerine gitmekten büyük keyif aldığım, piyanonun tuşları üzerinde gezinen parmaklarının tüy gibi hafif hareketlerini takip ederken mest olduğum Gülsin Onay ile buluşacaktım.
Dünyaca ünlü Alman müzik eleştirmeni Peter Cosse tarafından Gülsin Onay için “Duyarlı bir kesinliğe ve zekice bir parıltıya, en hassas şeyleri bile maharetli parmaklarına neredeyse gülümsercesine emanet etme yeteneğine sahip ve tutkulu bir sanatçı. Hayal gücü yüksek, mükemmel bir piyanist” demiş onun için. Karşılaştığımızda ilk sözlerim “O kadar heyecanlıyım ki bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim” oldu. Onun, sesinden sözüne, tüm davranışlarına yayılan zarafetiyle “Asıl ben teşekkür ederim benimle bu söyleşiyi yaptığınız için. Derginiz müthiş!” sözleriyle içten ve bol kahkahalı söyleşimiz başlamış oldu. Çok büyük bir adanmışlıkla ömrünü verdiği sanatı, çocukluğu, kendi çocuğu ve öğrencileri hakkında konuştuk. Dakikaların nasıl geçtiğini bilemediğimiz bu söyleşiyle baş başa bırakayım şimdi sizi…

DEDEM HEP YANIMDAYMIŞ GİBİ

Gülsin Hanım, müzikle ilişkiniz siz doğmadan çok daha önce halkaları birbirine eklenen bir zincir gibi oluşmuş sanki… Piyanist anne, keman sanatçısı baba, Türkiye’nin ilk bilim insanı, matematikçisi dede. Dedeniz Prof. Kerim Erim, aynı zamanda Einstein ile görüşen tek Türk bilim insanı, Atatürk’ün masasında eşi ile birlikte yeri olan bir isim. Nasıl bir etkisi oldu bu mirasın?
Dedem ben doğmadan bir yıl önce hayatını kaybetmiş. Annem, babasını kaybettiği için o kadar üzülmüş ki evlenirken gelinlik giymemiş. Ama benim hayatım hep dedem yanımızdaymış gibi geçti. O çok farklı bir kişilikmiş. Sanata çok önem verirmiş. Nitekim annemi Almanya’ya piyano tahsili için göndermiş. Dedem, matematikle ilgilenirken annemin çalmasını istermiş, müzikle beslenirmiş, kendisi de biraz keman çalarmış. Atatürk’ten ne kadar etkilendiğini de annem anlatırdı. Bütün bunları yaşamış bir insan. Ben de dolaylı olarak hem dedem hem ailem tarafından Atatürk’ü ilham kaynağı alarak yaşadım.

Sizce iyi bir matematikçi iyi bir müzisyen midir yoksa iyi bir müzisyen iyi bir matematikçi midir?
Genelleme yapamayız belki ama tanıdığım pek çok matematikçi, yetenekli müzisyen. Pek çok müzisyenin de matematiği kuvvetli. Matematikten nefret eden müzisyenler de var, müziğe hiç ilgisi olmayan matematikçiler de var tabii.

Hayatınızda ikisini birden başarıyla sürdüren çok önemli biri var; eşiniz Cambridge Üniversitesi Cebir ve Sayı Teorisi Profesörü Tony Scholl…
Tony bir deha! Öyle bir deha ki ben “Sen piyanist haklarına aykırı davranıyorsun. Çalışmadan bu kadar iyi çalıyorsun” diyorum. Kolay eserleri değil, Beethoven’ın en zor sonatlarını çalıyor. Ben uzun zaman aradan sonra Ulvi Cemal Erkin’in bir eserini çalışıyordum. Tekrar ele alınca haliyle hafif bir acemilik oluyor. Bir yerde fa diyez yerine fa notası basmışım. İçeride o başka bir şeyle uğraşırken bana seslendi “Benim hatırladığım orada fa değil de fa diyezdi. Ben mi yanlış hatırladım?” diye. Yani her gün çalınan bir eser değil, benden duymuş hem de uzun zaman geçmiş. Ona rağmen onu duyuyor. “Bu tamamen piyanist ve müzisyen haklarına aykırı” dedim o zaman.

Onay, matematikçi olan eşi Tony Scholl’un aynı zamanda müzikte bir deha olduğunu söylüyor. Beethoven’ın en zor sonatlarını bile çalışmadan çaldığını söylediği eşi Tony Scholl, Cambridge Filarmoni’de kontrabas çalıyor.

Sizin de matematiğe ilginiz var, değil mi? Paris’te müzik eğitimi alırken matematik dersindeki başarınız da dikkat çekmiş.
Fransa’da piyano eğitimi alırken bir hocam “Kariyer yapmayacaksan çok iyi matematikçi olabilirsin” dedi. Ama piyanonun yeri başka tabii.

BABAMIN BÜYÜK AŞKI, ANNEM…

İsminizin hikayesini dinleyebilir miyiz sizden?
Babam annem ile büyük aşk yaşamış. Annemin zaman zaman ufak kıskançlıkları olurmuş. Babamın bir konser çalışmasını izlemek için peşinden gitmiş bir keresinde. O sırada babamın yanında oturan kemancı ile eğlenceli vakit geçirdiğini görünce bir kıyamet koparmış annem. Annemin bursu bitince babası “Kızım orada kalma” demiş. Annemle babam birlikte Türkiye’ye gelmek istemiş ama babamın ailesi de pek Türkiye’ye sıcak bakmamış; yıl 1953. Bu arada annemin babası, Vedat Nedim Tör’ü göndermiş Almanya’ya, “Bak bakalım, bu damat nasıl biri?” diye. Vedat Nedim Tör, babamı çok beğenmiş, hayran olmuş. Dedem de sonra onaylamış. Babam ertesi gün atlayıp gelmiş trenle Haydarpaşa’ya. Acilen her şey düzenlenmiş, evlenmişler. Ben doğduğumda da babam annemin adı Gülen olduğu için adımın ‘gül’lü bir şey olmasını istemiş. Babama gül ile başlayan isimleri “Gülsüm, Gülçin, Gülşin, Gülnihal var” diye saymışlar. Beğenmemiş. Sonu ince bitsin istemiş. “Gülsin olsun” demiş. Böyle bir isim var mı diye bakmışlar. Farsçada var; gülün gözyaşı demek. İsmim öyle konmuş. Ama ismimden çekmediğim kalmadı. Eskiden çok fazla yanlış yazılıyordu.


Babanız, “Gülsin bebekken ağladığında müziği duyunca susardı. Çocukluğunda annesi çalarken piyanonun altına girer, dinlerdi” diyor. Piyano hayatınıza 3.5 yaşında girmiş. 6 yaşında İstanbul Radyosu’nda konser vermişsiniz. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Çocukluğum hakikaten rüya gibi masal gibiydi. Erenköy’de, çok büyük bahçesi olan, bahçesinde meyve ağaçları, güller, üzüm bağları bulunan bir köşkte büyüdüm. Babam, müthiş bir insandı. Bütün çocuklar bayılırdı ona. Annem çok üzerime düşerdi, yeteneğimi fark ettiğinde tüm bildiklerini öğretti bana. Aynı zamanda dayımın (Arif Erim) da etkisi çoktur üzerimde. Ayaklı kütüphane derlerdi onun için. Dayım beni çok gezdirirdi. Hayattaki en büyük uğraşı bendim, müzik aşığı bir insandı. İstanbul’u gezdirirdi bana. Geriye dönüp baktığımda kendi kendimin masalını bir daha yaşıyorum.

Gülsin Onay, Hacettepe Konservatuvarı konseri sonrası hocaları Mithat Fenmen ve Ahmed Adnan Saygun ile..

Bir söyleşinizde “Rahmaninov’un 3. Piyano konçertosuna 14 yaşında iken aşık oldum” diyorsunuz. Biraz anlatır mısınız o aşkı?
24 saat dinlemek istemek, her notayı açıp açıp okumak, yemek arası verince bir an önce o esere yeniden dönmek. Böyle bir aşktı.

Nesi çekmişti sizi?
Bu eser çok zor aynı zamanda. Eserde 33 bin nota var; piyanoda kullanmadığı renk, akor yok ve çok yüklü. Bir dakikada bin tane nota çalıyorsunuz. Mozart eserlerinde bir dakikada belki 65-80 arası, bazılarında 150-200 oluyor. Bunda bin nota var. Böyle bir şey nasıl olur diye çok ilgimi çekti. Çalınabilir mi? Çalıyorlar. O zaman ben de çalacağım… İşte böyle bir histi…

Gülsin Onay keman sanatçısı oğlu Erkin Onay ile birlikte çalmasının müthiş bir his olduğunu belirtiyor. Yakında yeni bir projeleri olduğunu birlikte CD hazırlığı yaptılarını da ekliyor.

OĞLUMLA ÇALMAK BÜYÜK KEYİF

Keman sanatçısı oğlunuz Erkin Onay ile aynı sahnede konser veriyorsunuz. Nasıl bir his anne oğul sahnede olmak?
Onunla aynı sahnede çalmak müthiş bir his! Zaman zaman o büyürken yeterince yanında olamadım mı diye düşündüğüm oluyordu. Oğlum bana hep “Sen çok iyi anneydin, hep öylesin” diyor. Onunla çalmaktan mutlu oluyorum. Onu o kadar dinliyorum ki neredeyse kendim çalmayı unutacak gibi oluyorum! Bir taraftan da hassas bir denge var. Annelikte çocuğunuza karşı hep “Aman dikkat et!” halleri oluyor. Anneyim ama bir yandan da ikimiz meslektaşız. O nedenle “Oğlum orayı biraz daha yavaş yap” diyemem. Bir meslektaşıma nasıl söylersem öyle söylüyorum ona da. Keşke daha çok çalabilsem onunla! Şimdi yeni bir projemiz var. Ona hazırlanıyoruz. CD yapmak istiyoruz birlikte.

5 kıtada 80’den fazla ülkede konser verdiniz. En çok hangi ülkede konser vermeyi sevdiniz?
Bütün ülkeleri seviyorum. Ama Japonya biraz daha önde sanki. 20’den fazla kez gittim Japonya’ya. 36 yıl önceydi ilk gidişim. Bir seferinde 21 konser verdim, güneyden kuzeye kadar. Pandemi sonrası açılır açılmaz yeniden gitmek istiyorum. O kadar güzel anılarım var ki anlatamam.

Sanata çok değer veriyorlar…
Evet, gerçekten çok değer veriyorlar.

Gözbebeğim dediğiniz Gümüşlük Festivali bu yıl 19. kez düzenlenecek, değil mi? Nasıl başladı, nasıl gelişti?
Orası çok değer verdiğim şey, çocuklarla olmak. Her yerde festival var ama bu festivalin ayrı bir yönü var; gelen sanatçılarla gençler, gayet salaş bir ortamda müşterek hayat yaşıyorlar. Gelen önce bir şok geçiriyor, öğrenci de hoca da. Bir gün sonra herkes alışıyor, 15 gün sonra herkes giderken ağlıyor ve bütün sanatçılar, hocalar “Seneye de gelebilir miyiz?” diye yazıyorlar. Gümüşlük’te herkes kendi odasını topluyor, yemek ortak pişiyor, uzun bir masanın etrafında hep birlikte yiyoruz. Festivali temmuz ağustos aylarında yapıyoruz. Çok büyük isimler geldi. Mesela Jean-Bernard Pommier (Légion d’Honneur unvanı sahibi Fransız piyano virtüözü), İlya İtin, (uluslararası üne sahip Rus piyanist)… Pek çok öğrencinin burslu olarak katılmasını sağladık destekçilerimiz sayesinde. Pandemi döneminde de devam eden nadir festivallerdeniz.

Ünlü şef Gürer Aykal ve Gülsin Onay kendilerini “Saygun Ailesi”nin üyeleri olarak tanımlıyor.

BİZİM İŞİMİZ USTA-ÇIRAK İLİŞKİSİ

Rengin Gökmen sizi anlatırken dinleyici hissini “onun parmaklarında göklere yükselmek” olarak nitelendiriyor. Siz neler hissediyorsunuz o sırada?
Aslına bakarsanız hakikaten onu kelimelere dökmek çok zor. Olağanüstü bir dünya, başka bir dünya. Her bestecinin ayrı bir dünyası var.

Ünlü orkestra şefi Hikmet Şimşek de Gülsin Onay gibi Saygun’un öğrencilerinden.

Sizi sosyal medyadan takip etmek bile hızınızın baş döndürücü olduğunu gösteriyor. Gençlerle yaptığınız projeler de çok öne çıkıyor. Gençlerle çalışmanın önemi nedir sizin için?
400’den fazla öğrencim var. O kadar önemli ki benim için çocuklarla, gençlerle birlikte olmak. Benimle ilgili bir kitap yazılıyor. Bir arkadaşıma sormuşlar beni; “Vakti hiç olmasa, iki eli kanda olsa bile bir öğrenci bir şey sorduğunda her şeyi bırakıp onunla saatlerce ilgilenir” demiş. O çocuklar başarılı oluyor, ödüller alıyor. Gördüğüm o muazzam sonuçta bir parça tuzumun olması beni o kadar mutlu ediyor ki! Bizim işimiz bir parça usta – çırak ilişkisi. Yani ne okuyarak ne videodan öğrenilir; yanında ustanın olması lazım. Yanında “O parmağını öyle değil, böyle yap” diyen birinin olması lazım. O çocuk parmağını söylenen şekilde koyduğunda sesteki farkı duyuyor ya orada bana öyle bir bakışı var ki sanki ben ona hazine vermişim gibi mutlu oluyor. Bu, benim için en büyük ödül! Onun için hakikaten vakit ayırıyorum çocuklara ve gençlere. Bahçeşehir Üniversitesinin sanat danışmanlığını yapıyorum. Ayda bir iki kez oradaki öğrencilerle çalışma yapıyorum. Elimden geldiğince gençlere dokunmayı seviyorum.

Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim bu güzel sohbet için.

Gülsin Onay’ın büyük ailesi… Sanatçı, annesi, babası, eşi Tony, keman sanatçısı oğlu Erkin, ve torunları ile bir arada…