Kolektif bütünlüğün birer estetik simgesi olan seramik-mozaik panolar; Türkiye’de ilk olarak her sınıftan bireyin etkileşimine sunulduğu fabrika, otel, çarşı, iş hanı gibi yapılarda kullanıldı. 1970’lerde ise apartmanlarda kullanılmaya başlandı.
Şehrin Panoları Platformunun kurucusu Nurtaç Buluç, Şehrin Panoları Arşivi’nde şimdilik Türkiye’nin 18 şehrinde, 85 sanatçı/atölye imzasını taşıyan 500’e yakın seramik–mozaik eser tespit edip belgelediklerini belirtiyor.
“Yeni yapılmış bir apartman veya villanın harici manzarası yeni ve güzel, içerisi de ne kadar iyi mobilyalarla tefriş edilmiş olsa yine bir eksiklik hissederiz.
Nedir bu?.. Duvarların boşluğu mu?”
Fikret Mualla, 1931 yılında kaleme aldığı kısa eleştiri -veya sitem- yazısında, bir yapının duvarlarında artık “alelade tabloların kalabalığı” yerine yeni sanat branşlarının süsleyeceği bir lisanın olması gerektiğini kesin bir dille açıklar. 1933 tarihli bir başka yazıda, güzel sanatların ülkemizdeki gelişimi için bir proje ve kanun önerisi sunar, devlet tarafından yaptırılan her binaya heykel, fresk ve tezyini işlerin mimar ve sanatçı iş birliği içinde tasarlanması gerekliliğini sebepleriyle birlikte madde madde açıklanmıştır. Erken Cumhuriyet Dönemi mimarisinde 1950’lere kadar fresk/mural ile karşımıza çıkan yalın duvarların bir sanat eseri ile yeniden tasarlanma süreci, erken dönemin politikasına paralel olarak “ulusal kimlik”, “milli” ve “yerel” kavramlar ile ilk mimar-sanatçı iş birlikleri örneklerini oluşturur. Mimari yapılarda seramiğin kullanımı ise tıpkı fresk sanatı gibi köklü bir geçmişe dayanır. Mısır ve Mezopotamya’da yapıları çeşitli dış etkilerden korumak ve süslemek üzere kullanılan seramik panolardan sonra Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Dönemi’nde mimaride çini, çini mozaik kullanımını kamusal ve özel alanlarda estetik ve işlevsel açıdan bir “zanaat” olarak sıklıkla kullanıldığını görürüz.
19. yüzyıl sonlarında Avrupa’da ortaya çıkan Arts and Crafts hareketi, Endüstri Devriminin içinde bulunduğu seri ve el emeği olmayan üretimlerin artmasına bir tavırdır. Fransa’da art nouveau, Almanya’da jugendstil, İngiltere’de modern stil ve Avusturya’da sezessionstil olarak adlandırılan ve bauhaus’un öncüsü olan bu akımlar, gündelik kullanım alanlarında disiplinler arası etkileşimi artırarak yeni estetik kaygılar getirir. El sanatlarında, insan emeğine duyarlılık ve daha doğru bir yaklaşım ile kaliteli ürünlerin ortaya konulmasıyla başlayan Arts and Crafts hareketi, endüstriyel gelişmeler içinde çağdaş seramiğin kendine yeni bir alan bulması, akademilerde bölüm olarak açılması ve çömlekçilikten modern seramik atölyelerinin açılması, burada üretilen seramiklerin zanaatkar çömlekleri ve endüstri ürünleri olmasının çok ötesine geçerek sanatsal bir kavrama dönüşmesine vesile olur. Disiplinler arası etkileşimde en önemli alanlar mimarlık, seramik ve resim birlikteliğinde görülür. 1933 yılında mimarlık dergisi Arkitekt’te yayımlanan “Güzel Sanatların Memleketimizde İnkişafına Dair Proje ve Kanun Layihaları Esbabı Mucibe Raporu” başlıklı yazıda, o dönem Türkiye’de inşa edilen binalarda güzel sanat branşlarına ait hiçbir şeyin konulmadığını, Avrupa’da ise durumun böyle olmadığı ve yapılarda o milletin tarihi ile ilgili sanat eserlerinin tasarlandığı vurgulanır. 20. yüzyıl başlarındaki mimarlık ve sanat ilişkisi vatanseverliği, milliyetçiliği ve ulus kimliği vurgulayacak temaları öne çıkarmak için kullanılan bir araç olarak anlatılır. Aynı zamanda güzel sanat branşlarında çalışan ve eğitim gören kişilerin sanatın günlük yaşama entegre edilmesi gerekliliğini savunması, bir endişe olarak dönemin bir başka iş imkanı yaratılmasını sağlamak üzere talep edilir. Hem yeni kurulan Cumhuriyet’in milli propagandasını göstermek hem de kısıtlı bir iş imkanı olan sanat dallarının kendisine yeni bir iş imkanı yaratması inancı güdülür.
Erken Cumhuriyet Dönemi politikası ve Avrupa’da yaşanan gelişmeler ile seramiğin kurumsallaşması, endüstrinin ve sanatın katkısıyla nitelikli öğrencilerin ve sanatçıların yetişmesini sağlar. 1929’da Sanayi-i Nefise Mektebi (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi), 1930’larda Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu (Marmara Üniversitesi) ve Ankara Gazi Terbiye Enstitüsünde seramik bölümleri, yurt dışında eğitim almış İsmail Hakkı Oygar, Vedat Ar ve Hakkı İzzet gibi seramik hocaları öncülüğünde kurulur. Avrupa’da eğitim alan sanatçılar, endüstri devrimi sonrası gelişmeye başlayan teknoloji ile kendi kişisel pratiklerini harmanlayarak ilk sanatsal ürünlerini vermeye başlarlar. Aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi ve Halkevleri’nin organizasyonu ile 1938-1943 yıllarında yurt gezileri ve sergileri düzenlenerek Anadolu’dan alınan figürler, soyut ve kübist üslup etkileriyle tasvir edilmeye başlar. Bu üslupsal yenilikler, seramik sanatı ve üretiminde de kendini gösterir.
MİMARLIK VE SANATIN BULUŞMASI
İkinci Dünya Savaşı sonrası değişen siyasi ve ekonomik koşullar, 1940’lardan itibaren dönemin mimarlık anlayışını da etkiler. Avrupa’da başlayan, paralel olarak Türkiye’de de uygulanan strüktürü sadeleşen modern mimari yapılarda, çağın sanat hareketleri etkisinde üretilen eserler birer plastik öge olarak brütalist yapılarda yer almaya başlar. Bu dönemde Avrupa’da eğitim gören ve modernizm etkisiyle dönemin sanat hareketlerinden etkilenen Türk sanatçılar, hem “evrensel” hem de Cumhuriyet’in “ulusal”, “yerel” gibi kavramlarının temelinde bir kimlik arayışına girer. Çağın evrensel sanat üslubunu yakalamak isteyenler, kendi sanat pratiklerini “milli” göstergeleri kullanarak yaratmaya çalışırlar. Seramik, geleneksel ve dekor-süsleme anlayışından uzak bir şekilde tasarlanmaya başlanıp endüstriyel ve artistik seramik olarak iki farklı kavramla ele alınır.
YENİLİK YARATMAK İSTEYEN SANATKAR
Akademi’de seramik hocası olan Vedat Ar, bir yazısında artistik seramiği “Her defasında bir yenilik yaratmak isteyen sanatkarların temadi eden araştırmalarından doğan eser” olarak tanımlar. 1940-1950’lerde İsmail Hakkı Oygar, Vedat Ar, Hakkı İzzet, Füreya, Sadi Diren, Rebii Gorbon ve Eczacıbaşı Atölyesi’nde “modern form” olarak bahsedilen seramik üretimleri yapılır. Kurucu eğitimciler ve ilk sanatçılar, kendi eserlerini çağdaş bir şekilde özgün bir üslupla yorumlar artık. Yine bu dönemde strüktürü sadeleşen brüt beton yapı inşaatları hızlanır, bu durum sanat-mimarlık birlikteliğinde de üretkenliği artırır. Evrensel ve yerel kavramlarla harmanlanan bu yeni üslup, büyük seramik panolara aktarılarak mimari yapılara entegre edilmeye başlanır ve yapılara yeni bir kimlik kazandırılır. Başta Abdurrahman Hancı, Utarit İzgi, Doğan Tekeli, Hayati Tabanlıoğlu, Behruz Çinici, Melih Koray, Haluk Baysal, Vedat Dalokay, Rahmi Bediz ve Demirtaş Kamçıl gibi mimarların, Füreya Koral, Sadi Diren, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nasip İyem, Ercüment Kalmık, Erdinç Bakla, Mediha Akarsu, Jale Yılmabaşar, Ayfer Karamani, Bingül Başarır gibi sanatçılarla birlikte çalışmaları mimari-sanat hareketinin Türkiye ayağındaki önemli örneklerini ortaya koyar. Modern mimarlık ve yeni sanat dilinin erken dönem örnekleri niteliğinde olan bu çalışmalar, folklorik, geleneksel ve Anadolu’dan kültürel ögeler barındırarak yerel unsurları, uluslararası bir dille aktarır. Şehrin mekanları, modern dilin bir göstergesi olur; sergi ve galerilerde izleyiciyle buluşan eserler, kamusal yapılarda da modern sanatın yayılmasında kullanılır. 1950 – 1970 yıllarında bir mimari yapıya uygulanacak seramik – mozaik eserler, bazen proje yarışmaları ile bazen de mimarların yakın oldukları sanatçı arkadaşlarına sipariş edilerek seçilir. 1960’lardan itibaren politik, ekonomik ve toplumsal alanlarda yaşanan gelişmeler (1961 Anayasası, darbe ve muhtıra dönemi, köyden kente göç, işsizlik, özelleştirme vb.) devletin sanat alanındaki etkinliğini azaltır ve özel sektöre yönelik teşvikleriyle mimarlık sektöründe devletten çok özel sektörün talepleri rol oynamaya başlar. 1970’lerde proje yarışmalarının azalmasıyla, müteahhit/inşaat firması – sanatçı iş birlikleri hızlanır. Sanatçıların bir kısmı inşaat firmalarının benzer planlarda hızla inşa ettiği apartmanlara, iş hanlarına yine hızlı ve maliyeti düşük olması adına birbirine benzer seramik – mozaik panolar üretmeye başlar. Kolektif bir bilinç kimliği yaratan bu panolar, aidiyet hissi üzerinden, sanat nesnesi aracılığı ile toplum ve kamusal alan arasındaki sınırı genişletir. Bireyin, galeri ve müzelerde izleyici kimliğiyle etkileşim kurduğu eserler, herkesin ulaşabileceği alanlarda izleyiciyi katılımcıya dönüştürerek birlikte bir etkileşim yaratır.
RESİMDEN SERAMİĞE GEÇİŞ
Dünyada mimarlık ve sanat süreçleri farklı dönemlerde, farklı sebeplerle karşımıza çıkar. Erken dönem iş birlikleri yapılarında sanat eserleri olarak sıklıkla resim kullanılır. 1940-1950’lerde seramik ve mozaik malzemenin de bu birlikteliğe dahil olduğu görülür. Örneğin, Meksika’da 1910 Devrimi’nden sonra sanat ve politika arasındaki ilişki ilerler, savaş sonrası modernist yapıların yalın cepheleri sembolizmin birer ifade aracına dönüşür. 20. yüzyılın ilk döneminde SSCB genelinde maliyeti düşük ve hızlı inşa edilen dikdörtgen formdaki tipolojik konutlar, artan kamusal yapılar Sovyetlerin “biçim olarak milli, içerik olarak sosyalist” eserleriyle donatılır (Fotoğraf 1). Bu binaların çoğu fabrikalarda üretilen beton panellerden inşa edilerek montaja hazır hale getirilir, birbirine benzeyen yapılarla şehir inşa edilir. Süreç içinde yerel halk bu sıkıcı yapıların monotonluğundan şikayetçi olmaya başladıktan sonra devlet, sanatçılarla iş birliği kurarak anıtsal-süsleyici eserlerle hem yapıların tekdüzeliğini kırmış hem de kendisine yeni bir propaganda alanı yaratmıştı. Dönemin sanatçıları tarafından bu büyük boyutlu binalara tasarlanan mozaik-seramik panolar milliyetçi, sosyalist, folklorik, etnik unsurlarla harmanlanarak bir “ulusal” dil oluşturulur. Akademi’de Seramik Bölüm Başkanı olan İsmail Hakkı Oygar, 1963’teki bir yazısında Fransa’daki mimarlık-sanat iş birliğine dikkati çeker ve Fransız sanatçı Roger Bezombes’in fovist renklere (Fovizm, 1898-1908 arasında Henri Matisse tarafından Fransa’da geliştirilen bir sanat akımıdır. En önemli özelliği, renklerin tüpten çıkmış gibi doğrudan kullanımıdır.) sahip büyük boyutlu kübist-soyut eserlerinden örnek verir. Türkiye’de de 1950’lerde başlayan mimarideki seramik-mozaik pano tasarımı evrensel üslup; yerel, milli ve folklorik ögeler gibi eklektik unsurlarla tasarlanarak her sanatçının kendi üslubunda büyük mimari yüzeylere aktarılır. 1970’lerden itibaren ise seramik-mozaik pano siparişlerinde mimar-sanatçı ilişkisinin azaldığı, müteahhit/inşaat firması işverenin istekleri doğrultusunda istenen “sipariş tasarım”ların arttığı görülür. 1980’lerden sonra, sanatçıların işverenin özel istekleri doğrultusunda hazırladığı panolarında 1950-70’ler aralığındaki gibi “sanat eseri” fikrinden uzaklaştığı, hızla inşa edilen yapılara yerleştirilen birer süsleme ögesi/renk olarak üretildiği izlenir. Bu izlenimi ve süreci 1960’larda Akademi’de, özel seramik atölyelerinde eğitim alan ve o dönem mimar-sanatçıları ile birlikte çalışma fırsatı sunan sanatçıların hikayelerinden biliyoruz.
BİR DİJİTAL ARŞİV PROJESİ: ŞEHRİN PANOLARI
Şehrin Panoları, yaşadığımız şehrin mimarlık – sanat hafızasının çevrimiçi bir arşiv projesidir (www.sehrinpanolari.com). Yaklaşık beş yıl önce kişisel bir arşiv çalışması olarak ortaya çıkan bu proje, Türkiye genelindeki farklı yapı türlerini kapsayarak bu yapılarda bulunan seramik-mozaik panoların belgelenmesi ve arşivlenmesine odaklanır. 1940’lar sonunda gündeme gelen, 1960-1970’lerde hareketlenen mimar/müteahhit/inşaat firması-sanatçı iş birliği ürünü olan bu panolar günümüzde kentsel dönüşüm, doğal ve doğal olmayan afetler nedeniyle binalarla birlikte yıkılarak kolektif hafızamızdan da yok olmakta. Şehrin hafızasında bulunan eserlerin binalarla birlikte yıkılması, bizlerin de hafızasından silinerek bir dönemin kültürünün yok olması tehlikesini getirir. Şehrin Panoları dijital arşiv web sitesi; bir dönemin kültür hafızasını oluşturmak, onu korumak, muhafaza etmek ve var olan eserleri belgelemek gibi amaçlarla kuruldu. İstanbul odaklı araştırma ve belgeleme çalışmalarıyla yola çıkılan projede kısa bir süre sonra mimarlık-sanat iş birliklerinin tüm Türkiye’deki örnekleri bu araştırmaya dahil edildi. Türkiye’nin farklı şehirlerinde yaşayan araştırmacılar, Şehrin Panoları’nın sosyal medya hesapları üzerinden mahallelerinde bulunan, sıklıkla önünden geçtikleri veya daha önce hatırladıkları yapılarda bulunan seramik-mozaik panoları bizlerle paylaşarak projeyi organik bir şekilde kolektif bir kitle kaynak kullanımına dönüştürdü. Şehrin Panoları Arşivi’nde şimdilik Türkiye’nin 18 şehrinde, 85 sanatçı/atölye imzasını taşıyan 500’e yakın seramik–mozaik eser bulunuyor. İlgililerin, araştırmacıların bizlerle paylaştığı ve bizim de devam ettiğimiz araştırmalar boyunca Türkiye’nin farklı şehirlerinde birçok sanatçının yeni panosu ve yeni imzalarla tanışıp arşivi zenginleştiriyoruz.
TÜRKİYE’DE MİMARİ-SANAT İŞ BİRLİKLERİ ÖRNEKLERİ
Kolektif bütünlüğün birer estetik simgesi olan Türkiye’deki seramik-mozaik panolar; her sınıftan bireyin etkileşimine sunulduğu fabrika, otel, çarşı, iş hanı gibi yapılardan daha küçük ölçeklerle 1970’ler apartman furyasına dahil olmaya başlar.
İzzet Şefikzade tarafından 1953 yılında inşa edilen Sirkeci Doğubank İşhanı’nın dış cephesinde yine aynı tarihlerde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kamusal ilk mozaik panosu bulunur (Fotoğraf 2). Mimar Seda Özen Bilgili tarafından tespit edilen pano, yine onun İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne başvuruda bulunmasıyla saklandığı reklam panosundan kurtarılır. Sanatın ancak mimariyle bütünleşirse göçebelikten kurtulacağını söyleyen Eyüboğlu, sanat hayatı boyunca resim, rölyef ve mozaik malzemelerle sayısız eserler üretti ve bu eserlerin erken örneklerini ortaya koydu.
Çağdaş Türk seramik tarihinin önemli isimlerinden Bingül Başarır, mimariye seramik pano tasarlayan önemli isimler arasındadır. Sanatçının tasarladığı panolarda belirli dönemlerde Anadolu figürleri veya sadece kavramsal çalıştığı görülür. 1991 yılında Ankara Cumhurbaşkanlığı Yönetim Binası’na tasarladığı seramik pano ise kavramsal işlerinden biri olup altın yaldızlarla hatları belirginleşen insan suretleriyle süslenir (Fotoğraf 3). Başarır ile Şehrin Panoları Sözlü Tarih Çalışmaları kapsamında yaptığımız görüşmelerde, seramik pano tasarımlarında mimar ve mimarinin birinci planda geldiğini, mimar ile ortak bir çalışmanın ürünü olduğunu belirtir. Ve ürettiği tüm seramik panolarda mimarların kendisi ile iletişime geçip üretmeye başladığını söyler.
Türkiye’nin ilk seramik profesörü Prof. Dr. Tülin Ayta’nın, Eski Bursa Yolu üzerinde yer alan Uludağ Gazoz Fabrikasına İlgi Adalan ile birlikte tasarladığı büyük boyutlu seramik panosu figüratif-geometrik bir tasarım örneğidir (Fotoğraf 4). Yapı maalesef günümüze ulaşamamıştır.
APARTMANLAŞMA İLE ARTAN ESER SAYISI
Apartmanlaşmanın hız kazandığı 1970-80’lerde seramik panoların da sayısının arttığı, birçok sokakta sırasıyla farklı sanatçılara ait, farklı seramik eserler görülür. Kadıköy Yazıcıbaşı Sokak’ta bulunan üç apartman, bu örneğin önemli bir izleğini oluşturur. Yazıcıbaşı Sokak Nil Apartmanı (No 12), 1979 yılında Akgün İnşaat tarafından inşa edilir, apartmanın cephesi, girişi ve iç mekanında yer alan seramik panolar, dönemin önemli seramik sanatçısı Cevdet Altuğ tarafından tasarlanır, üretilir (Fotoğraf 5). Giriş ve içeride yer alan seramik panoların kompozisyonu soyut amorf dairesel formda olup alçak rölyef uygulaması görülür ve panoların üzerinde “Cevdet Altuğ 79” imzası yer alır (Fotoğraf 6).
Yine Yazıcıbaşı Sokak’ta bulunan Erturan Apartmanı (No 13) cephesinde yer alan seramik pano kompozisyonunda, soyut ve figüratif ögelerin birlikte kullanıldığı görülür (Fotoğraf 7). Toprak tonlarının hakim olduğu panonun en alt kompozisyonunda dörtlü kadın figür grubu ve yukarı doğru soyut ögeler dikkati çeker. Panonun sağ köşesinde “Nazan” imzası yer alır.
Yazıbaşı Sokak’taki Arı Apartmanı’nda (No 14) bulunan seramik pano, tamamen soyut geometrik desenlerle uzunlamasına tasarlanır (Fotoğraf 8). Panonun en altında “Ark Seramik, 89. 5716016” imzası dikkati çeker ki bazı seramik atölyeleri imzayla birlikte telefon numaralarını panolara dahil eder.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Ferruh Başağa, Sabri Berkel, Attila Galatalı, Ercüment Kalmık gibi önde gelen sanatçılar, Anadolu’dan alınan etnik desenleri mozaik panolara uygular. Aysel Gürel Sile tarafından tasarlanan, Kadıköy Fenerbahçe Doğa Apartmanı girişindeki mozaik pano da mavi rengin hakim olduğu soyut geometrik desenlerle apartman girişindeki ziyaretçilerini karşılar (Fotoğraf 9).
Hem bir mimar hem de seramikçi olan Rebii Gorbon tarafından 1957’de kurulan daha sonra fabrika olan Gorbon Işıl Seramik Atölyesi ile endüstriyel seramik üretimine başlanır. Atölye ve fabrikasında seramik sanatçılarıyla çalışan Rebii Gorbon, birçok mimari yapıya büyük boyutlu seramik tasarımları ve üretimleri gerçekleştirir. Uzun yıllar Erdoğan Ersen’in katkılarıyla seramik panolar tasarlayan Gorbon’un bir ürünü de Çanakkale Büyük Truva Oteli’ndeki 1970 tarihli seramik panodur. Önlü ve arkalı şekilde tasarlanan seramik panonun ön cephesinde Truva Savaşı sırasında dalgalanan deniz; arka cephesinde savaş öncesi denizin sakinliği betimlenir (Fotoğraf 10).
İzmir’de özellikle Konak, Alsancak ve Balçova’da sıklıkla rastlanılan seramik panoların en büyük üreticisi olan Mehmet Tüzüm Kızılcan’a ait sayısız seramik pano bulunur. Konak’ta Uyar Apartmanı cephesinde yer alan 1987 tarihli seramik panoda hem sanatçısı olan “Sersa-MTK” imzası, hem de işveren müteahhitin adı “Saim Eroğlu” bir madalyon içinde tasarıma eklenir (Fotoğraf 11). Şehrin Panoları Sözlü Tarih Projesi kapsamında kendisiyle mimarlık-sanat serüvenini konuşma fırsatı bulabildiğim Kızılcan, modüler sistemle birçok seramik pano tasarlar ve ekleme-çıkarma yöntemiyle tasarımı yeniden düzenlemenin kolaylığıyla işverene her defasında farklı bir ürün sunduğunu söyler. “Günlük yaşamın içinden olmayan, o anlığına yaşadığımız ortamdan uzaklaştıran, dinçleştiren, algıları açan” sözleriyle tanımladığı panolarında bir rengin birden fazla tonunu kullanır. Rölyefin gölge-ışık avantajını kullanarak seramiğin günün farklı saatlerinde farklı görünmesini sağlar, artık yaşayan, kendi içinde bir devinimi olan obje haline getirir.
KÜLTÜRÜN HAFIZASINI OLUŞTURMAK
Şehrin hafızasında bulunan panoların binalarla birlikte yıkılması, onları bizlerin de hafızasından silerek o dönemin kültürünün yok olması tehlikesini getiriyor. Bu kültürün hafızasını oluşturmak, onu korumak ancak belgeleme ve muhafaza etmekle mümkün. İşte bu bilinçle Şehrin Panoları projesi Türkiye’nin farklı şehirlerindeki mimarlık-sanat işlerini araştırmaya, belgelemeye ve arşivlemeye devam ediyor, sizler de çevrenizde gördüğünüz seramik-mozaik panoları [email protected] mail adresi üzerinden paylaşabilir, “toplumsal-kamusal”a atfedilen bu eserleri koruma çalışmalarına destek verebilirsiniz.