Mart29 , 2024

Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’sında minyatüre dair betimlemeler

İlgili Yazılar

‘Dijital Sanatta Şimdi: Oyun Odası’

Akbank Sanat’ın yeni sergisi ‘Dijital Sanatta Şimdi: Oyun Odası’,...

Seyahatte harika fotoğraf çekebilmeniz için ipuçları

Uzun bir aradan sonra tekrar sizlerle bir arada olmanın...

Pinokyo’nun Müzikal Masalı CRR’de!

141 yaşındaki küçük ahşap kuklanın masalsı dünyası yeniden canlanıyor....

“O filmleri izlerken eski, güzel günleri hatırlıyoruz”

Yeşilçam filmlerinin “dürüst, vefakar aile babası” rolüyle zihnimize kazınan...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapan Doç. Filiz Adıgüzel , Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanında konunun belkemiğini oluşturan Osmanlı minyatürlerine ilişkin ifadeleri ve betimlemeleri incelediği makalesi ile karşınızda…

Bu çalışma, 2006 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanında konunun belkemiğini oluşturan Osmanlı minyatürlerine ilişkin ifadelerin ve betimlemelerin incelenmesi çerçevesinde geliştirilmiştir. Romanda minyatür ve nakkaşlar ile ilgili kısımlar, minyatürün kurgusu ve İslam dünyasında egemen tasvir anlayışına ilişkin ipuçları içermektedir.

Benim Adım Kırmızı, anakronistik bir biçimde örgütlenmiş olaylar ve karakterlerle 16. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da geçmektedir. Romanın ana karakterleri nakkaşlar ve aileleri, ana mekanlar ise bu nakkaşların çalışma ortamlarıdır. Öykü, tek bir karakterin dilinden anlatılmamakta, öyküye dahil olan tüm karakterler, nesneler ve kavramlar kendi mekan ve zamanları çerçevesinde birinci ağızdan ve kendi bakış açılarından yaşadıklarını anlatmaktadır. Nesneler dışında, öykünün ana karakterlerini oluşturan nakkaşların minyatürlerinde resmettikleri figürler de öyküye dahil olarak minyatür sanatına ilişkin söz söylemektedirler. Bu noktada romanın, öykü anlatmanın ötesine geçerek, minyatürün görsel ve düşünsel kurgusu hakkında bilgiler sunduğu ve yorumlar yaptığı açık bir biçimde görülmektedir.


Romanın öykü anlatımı bakımından farklı bakış açıları ile kurgulanmış olması daha en başta minyatür sanatı ile bir bağ kurmaya izin verir. Bu yazı, minyatürün kurgusuna giden yoldaki ilkeleri yeniden tanımlamayı ve minyatürün dış dünyayı izleyiciye/okura yansıtışını, romanın betimlemeleri ışığında, bir görme biçimi olması bakımından yeniden tartışmayı amaçlamaktadır.
İlk baskısı Aralık 1998’de İletişim Yayınları (Pamuk, 1998) tarafından yapılan Benim Adım Kırmızı’nın Yapı Kredi Yayınlarından (Pamuk, 2021) çıkan 21. baskısında yer alan arka kapak özetinde Orhan Pamuk romanını, “en renkli ve en iyimser romanım” şeklinde tarif eder. Yine arka kapakta yer alan özete göre romanın kısaca öyküsü şöyledir:
“Benim Adım Kırmızı, 1591 yılında İstanbul’da karlı dokuz kış gününde geçiyor. İki küçük oğlu birbirleriyle sürekli çatışan güzel Şeküre, dört yıldır savaştan dönmeyen kocasının yerine kendine yeni bir koca, sevgili aramaya başlayınca o sırada babasının tek tek eve çağırdığı saray nakkaşlarını saklandığı yerden seyreder. Eve gelen usta nakkaşlar, babasının denetimi altında Osmanlı Padişahı’nın gizlice yaptırttığı bir kitap için Frenk etkisi taşıyan tehlikeli resimler yapmaktadır. Aralarından biri öldürülünce Şeküre’ye aşık, teyzesinin oğlu Kara devreye girer. İstanbul’da bir vaizin etrafında toplanmış, tekkelere karşı bir çevrenin baskıları, pahalılık ve korku hüküm sürerken geceleri bir kahvede toplanan nakkaşlar ve hattatlar, sivri dilli bir meddahın anlattığı hikayelerle eğlenir. Herkesin kendi sesiyle konuştuğu, ölülerin, eşyaların dillendiği, ölüm, sanat, aşk, evlilik ve mutluluk üzerine bu kitap, aynı zamanda eski resim sanatının unutulmuş güzelliklerine bir ağıt.” (Pamuk, 2021).

Sultan Süleyman’ın cülus töreninde halkın ve askeri erkenın Bab-ı Hümayun kapısı önünde beklemesi. Arifi, Süleymanname, 1558, (TSM. H. 1517).

ÇOKLU BAKIŞ AÇISI

İslam dünyasında minyatür, içinde yer aldığı metni görselleştiren ve kendine has bir biçime sahip olan kitap resimleridir. Minyatürün biçimi, merkezi perspektif kullanan Batı’nın tek bakış açılı resimleme ilkelerinden farklı olarak perspektif kullanmaz ve çoklu bakış açısına sahiptir. Bu bağlamda, Benim Adım Kırmızı’da farklı karakterlerin öyküyü kendi bakış açılarından anlatmaları, minyatürün kurgusunda görülen farklı olay ve mekanların aynı kompozisyon içinde tasvir edilmesi ile yakınlık göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında, Benim Adım Kırmızı’nın öykü örgüsünde yer alan minyatüre ilişkin ifadeler ve romanda minyatürü zihinsel/biçimsel olarak betimleyen kısımlar oldukça dikkat çekicidir. Bu çalışma kapsamında, romanın bütününde yer alan bu ifadelerin ele alınması mümkün olmadığından, romandan belirli sayıda seçilmiş birebir alıntılar üzerinden örnekler verilmiştir. Bu alıntılar, kendine özgü bir görme biçimi olarak minyatür sanatı/minyatürler hakkında bilgiler sunmaktadır.

II. Bayezid’in Filibe dolaylarında bulunan Uzunova’da avlanması, Seyyid Lokman, Hünername I, 1584, (TSM, H.1523)

SARAY YAŞAMI

Minyatür, Batı’da Antik Çağ’dan, Doğu’da ise İslam öncesi dönemlerden itibaren kendine özgü bir görsel dille kitabın içinde asıl biçimine kavuşmuştur. İslam dünyasında, belirli bir temsil geleneğiyle gelişen minyatür, uzun bir zaman dilimine yayılarak geniş bir kültürel coğrafyada üretilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, özellikle 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren III. Murad’ın saltanatı boyunca (1574-1595) doruk noktasına ulaşan minyatürlü yazma üretimi, günlük hayatın ve törenlerin de resmedilmesiyle belgesel nitelik kazanmıştır. Saray yaşamının yazma kitaplara konu edildiği ve resimlendiği bu dönem, Benim Adım Kırmızı’nın da geçtiği zaman dilimine karşılık gelmektedir. Osmanlı minyatür sanatı tarihi bakımından da önem taşıyan bu dönemde üretilmiş başlıca minyatürlü yazmalar arasında, Osmanlı padişahlarının günlük yaşamlarını, şenlikleri ve zaferleri anlatan Hünername, Surname-i Hümayun, Şahname-i Selim Han gibi yazmalar yer alır.

Surname-i Hümayun, 1587, (TSM. H.1344). ‘III. Murad Surnamesi’ olarak da bilinen bu eser, Sultan III. Murad’ın oğlu Şehzade Mehmed’in sünnet düğünü için düzenlemiş 52 günlük şenliği anlatan minyatürlü manzum eserdir.

EN TEMEL ÖZELLİK, PERSPEKTİF

Minyatürde biçime ve kurguya ilişkin tanımlamalar söz konusu olduğunda akla ilk gelen özelliklerden biri, Batı’nın 15. yüzyılda kullanmaya başladığı merkezi/çizgisel perspektifin ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yanılsama ve derinlik etkisinin minyatürde bulunmayışıdır. Bu açıdan, İslam dünyasında üretilmiş olan minyatürün biçim özelliklerini Batı’nın resimleme anlayışından ayıran en temel özellik perspektiftir (Adıgüzel Toprak, 2020: 60).

Batı’da Rönesans ile gelişen perspektif, ortaya çıktığı çağın akılcı ve rasyonel beklentilerini karşılamıştır. Rönesans düşüncesinin ana unsuru olan doğada ve insanda sonsuzluğu arama çabaları, bu dünyaya olan ilginin artmasına sebep olmuş ve böylece Batı sanatında doğaya yöneliş yolu açılmıştır. Rönesans düşüncesiyle dönüşen gerçeklik algısının sanattaki karşılığı natüralizm olmuş, natüralizm de dış dünyanın bilimsel analiziyle, perspektif ve anatomi bilgilerinin gelişimiyle gerçekleşmiştir. Başlıca amacı ideal güzelliği vermek olan Rönesans sanatçısı, görünen dünyaya ilişkin bilgi sunabilmek için görünür şeylerle ilgilenmiş ve nesneleri gözlemlemiştir (Öndin, 2019: 29-35).

At Meydanı’nda zümrüd-ü anka, Surname-i Hümayun, 1587, (TSM. H.1344).

NAKKAŞ MADDEDEN AYRILIR

Buna karşıt olarak, minyatürde ise belirlenmiş bir anda ve mekanda sabit bir noktada olmakla yaratılan yanılsamanın yerine, farklı kaçış noktaları ve birden fazla bakış açısı devreye girer. Bu anlayışta, ‘göz’ün tek merkezli bir bakış açısından algıladığı gerçekliğin ötesinde, minyatürün kodları, eşyanın özüne, yani anlamına ve bilgisine yönelik oluşturulur. Çünkü nakkaş, Batılı sanatçının aksine, doğada var olan şeylerin ardındaki değişmeyen özü (hakikat) arar. Bu arayışta madde değersizleşir; nakkaş, maddeden arınıp öznel duygularını yansıtmaktan ve nesnellikten kaçınır. Dış dünyayı belirli ve sürekli tekrarlanan şema ve şablonlarla resmeder. Bu nedenle minyatürde nesneler, mekanlar ve figürler, insan gözünün gördüğü gibi değil temsil ettikleri anlam, karakteristik özellikler ve önem sıralamalarına referans verecek şekilde resmedilirler. Perspektif kurallarına aykırı olan bu çoklu görme biçimi, minyatürün gerçeklik anlayışını temsil eden, minyatürü diğer bütün görme biçimlerinden ayıran özelliktir (Adıgüzel Toprak, 2020: 60-62).
Minyatüre özgü bu çoklu bakış açısı, Benim Adım Kırmızı’nın öykü anlatımında açık bir biçimde kendini göstermektedir. Yazarın öyküyü karakterlerin gözünden ayrı ayrı anlatması, minyatürde eşya ve mekanların dış görünüşlerinin tek bir açıdan değil, farklı açılardan resmedilmesi ilkesiyle bağdaştırılabilir. Bunun yanında, öyküde anlatılan bir mekanda yer alan minyatürün içindeki figürün veya ölen bir karakterin ölümünden sonra yer alan bölümde ‘ölüm’ün ayrı bir karakter olarak, öyküyü kendi ağızlarından anlatmaları da minyatürdeki görme biçiminin farklı bakış açılarıyla oluşturulduğuna örnektir.

üstte, Sultan Süleyman’ın Nahçıvan seferi, Arifi, Süleymanname, 1558, (TSM. H. 1517).

HİKAYESİ OLMAYAN BİR RESİM OLMAZ

Minyatürün kitap resmi olma özelliğini yani asıl tanımını romanda Enişte karakterinin yaptığını görüyoruz. Enişte’ye göre hikayesi olmayan bir resim düşünülemez. Kara ile konuşurlarken, “Her resim bir hikaye anlatır. Okuduğumuz kitabı güzelleştirmek için nakkaş, hikayenin en güzel meclisini resmeder.” (Pamuk, 2021: 33) der ve devam eder:
“… bu hikayeleri okurken yorulan gözümüz resme bakarak dinlenir. Eğer hikayede aklımızın ve hayal gücümüzün canlandırmakta zorlandığı bir şey varsa, resim hemen imdada yetişir. Resim hikayenin renklerle çiçeklenişidir. Kimse hikayesi olmayan bir resim düşünemez.” (Pamuk, 2021: 33).

Minyatür sanatına ilişkin en yaygın klişelerden olan “İslam dininde tasvir yasaktır” önermesi ise yine Enişte ile Kara’nın bir konuşmasında şu şekilde geçer:
“… Kıyamet günü musavvirden yarattığı şekillere can vermesi istenecek. Ama hiçbir şeyi canlandıramayacağı için cehennem azabına çarptırılacak. Unutmayalım, ‘musavvir’ Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın sıfatıdır. Yaratıcı olan, olmayanı var eden, cansızı canlandıran Allah’tır. Kimse onunla yarışmaya kalkışmamalı. Ressamların onun yaptığı işi yapmaya kalkışmaları, onun gibi yaratıcı olacaklarını iddia etmeleri en büyük günah.” (Pamuk, 2021: 174)

Kara ise, bir kitap resmi olarak minyatürde farklı zaman ve mekanlarda gerçekleşen olayları tek bir kompozisyonda vermekle ilgili şöyle der:
“Birbirlerini bir zaman sırasıyla izleyen olayları, bir resimde aynı anda resmedebilmek, ancak zeki nakkaşların sayfanın istifinde gözetecekleri bir kurnazlıkla halledilebilir.” (Pamuk, 2021: 213)

Devşirme çocuklar, Arifi, Süleymanname, 1558, (TSM. H. 1517).

KALP İLE GÖRÜLEN RESMEDİLİR

Romanda, minyatürdeki “görme” ve “görüş” ile ilgili betimlemelerden bazıları, nakkaşların kendi aralarında yaptığı konuşmalarda geçer. Bu konuşmalarda, minyatürdeki temel ilkenin göz ile görülenin değil, kalp ve akıl ile görülenin resmedildiği, asıl olanın “görünen”i değil “bilinen”i aktarmak olduğu ifade edilmektedir: Sırasıyla Katil, Zeytin, Kelebek ve Üstat Osman karakterleri şöyle derler:
“Benim resmim gözün gördüğünü değil, aklın gördüğünü nakşeder.” (Pamuk, 2021: 301)
“Çünkü Allah alemi önce görülsün diye yarattı. Sonra gördüğümüzü birbirimizle paylaşalım, konuşalım diye kelimeleri verdi bize, ama biz kelimelerden hikayeler yaptık da nakşı bu hikayeler için yapılır sandık. Oysa nakış doğrudan Allah’ın hatıralarını aramak, alemi onun gördüğü gibi görmektir.” (Pamuk, 2021: 89).
“Nakkaş kendi gördüğünü değil, Allah’ın gördüğünü resmeder” der, kıskançlıkla” (Pamuk, 2021: 394).
“Hayatları boyunca yeterli sayıda at resmi ve at gördükleri için, karşılarındaki kanlı canlı en son atın kafalarındaki mükemmel at fikrini zedeleyeceğini çok iyi bilirler. Bütün hayatı boyunca on binlerce kere at resmi çizen üstat nakkaşın kalemi, en sonunda Allah’ın tasarladığı At resmine iyice yaklaşır ve bunu kendi ruhundan ve tecrübesinden bilir. Elin ezberden bir anda çizdiği at, hüner, çile ve bilgiyle çizilmiştir ve Allah’ın atına yakın bir attır.” (Pamuk, 2021: 273).

Sultan Süleyman, Seyyid Lokman, Hünername II, 1589, (TSM. H.1524)

KÖRLÜK İLAHİ BİR ÖDÜL

Burada sözü edilen ezberden ve/veya hafızadan çizmenin yanında, körlük de nakkaşlar için uzun çalışmalar sonucunda elde ettikleri ilahi bir ödüldür. Çünkü körlük ve hafıza sayesinde dünyayı tıpkı Allah’ın gördüğü gibi göreceklerine inanırlar. Örneğin, romanda Üstat Osman saraydaki resimlere baktıktan sonra ünlü nakkaş Behzat’ın kullandığı iğneyle kendini kör eder ve bu sayede gözüyle gördüğü nakışları sonsuza dek hafızasına kaydetmiş olur (Pamuk, 2021: 359-361).

ALLAHIN NASIL GÖRDÜĞÜNÜ ARAMAK

Zeytin ise körlükle ilgili düşüncelerini şöyle dile getirir:
“Nakıştan önce bir karanlık vardı ve nakıştan sonra da bir karanlık olacak. Boyalarımızla, hünerimiz ve aşkımızla Allah’ın bize ‘görün’, dediğini hatırlarız… Büyük üstatların resim aşkı, renklerin ve görmenin karanlıktan yapıldığını bilip, Allah’ın karanlığına renklerle dönmeyi ister. Hafızası olmayan ne Allah’ı hatırlar, ne de onun karanlığını. Bütün büyük üstatların resmi, renklerin içinde, zamanın dışındaki o derin karanlığı arar.” (Pamuk, 2021: 359-85).
“… Nakış, Allah’ın alemi nasıl gördüğünü nakkaşın aramasıdır ve bu eşsiz görüntü, ancak yoğun bir çalışma hayatından sonra gözler yorulup, nakkaş iyice yıprandığında ulaşılan körlükten sonra hatırlanarak olur.” (Pamuk, 2021: 359-89).
“… Efsaneye göre kan kiminin gözüne oturur, kiminin oturmaz. Allah senin nakşından memnunsa, seni yanına almak için kendi muhteşem karanlığını verecek sana. O zaman bu sefil dünyayı değil, onun gördüğü harika manzaraları göreceksin. Yok, nakşından memnun değilse, şimdiki gibi görmeye devam edeceksin.” (Pamuk, 2021: 457).

Romanda, Batı resmi ile Doğu resmi arasında, gerçeklik anlayışına ve dış dünyayı algılamaya yönelik karşıt iki yaklaşımı sergileyen ifadelere de sıkça rastlanmaktadır. Örneğin, Ben Bir Ağacım kısmında Ağaç şöyle dile gelir:
“Ben fakir, gördüğünüz ağaç resmi, böyle bir akılla resmedilmediğim için Allahıma şükrediyorum. Frenk usullerince resmedilseydim beni sahici bir ağaç sanan İstanbul’un bütün köpekleri üzerime işer diye korktuğumdan değil. Ben bir ağacın kendisi değil, manası olmak istiyorum.” (Pamuk, 2021: 59).

Enişte “…perspektif usulünü kullanmak aleme bir pencereden bakmak gibidir” (Pamuk, 2021: 130) diyerek Batı’nın tek merkezli perspektifini eleştirir. Bunun yanında, Zeytin ise perspektifin, resmi Allah’ın bakışından sokaktaki itin bakışına indiren bir özellik ve Frenk üstatların usüllerini kullanmanın da bir Şeytan ayartması olduğunu anlatır (Pamuk, 2021: 130).

METİNLER ARASI SOYUTLAMALAR

Minyatür/resim ve anlatı arasında farklı bir bağ kuran Benim Adım Kırmızı, Doğu’ya/İslam’a ait sanatı Batılı bir söylemle sunmuş ve Doğu-Batı diyaloğunu da bu bakış açısı dahilinde kurarak metinler arası soyutlamalarla öyküsünü kurgulamıştır. Metinlerarasılık – yazarın daha önce yazılmış metinlerden yararlanması, onlara göndermelerde bulunması ve aslında “Artık hiç bir yazın metni özgün değildir” düşüncesi – postmodern yazar Orhan Pamuk için önemli bir kavramdır. Minyatürün doğasında var olan tekrar, aynı figür ve şemaların yüzyıllar boyunca değiştirilmeden kullanılması ve nakkaşların kişisel üsluplardan kaçınması gibi özellikler, Orhan Pamuk’un anlatısını şekillendiren ve ona minyatürle bağ kurduran unsurlardan biri olmuştur. Benim Adım Kırmızı’nın özellikle Geleneksel Türk Sanatları alanında eğitim gören lisans ve lisansüstü öğrenciler tarafından okunması ve minyatür sanatı bağlamında irdelenmesinin yeni açılımlara ve bakış açılarına yol açacağı mutlaktır.

 

KAYNAKÇA

  Adıgüzel Toprak, Filiz (2020). “Güncel Sanatta Bir İfade Aracı Olarak Minyatür”, Minyatür

  2.0 Güncel Sanatta Minyatür, İstanbul: Pera Müzesi Yay., s.60-71.

  Öndin, Nilüfer. (2009). XX. Yüzyıl Sanatının Kuramsal Dili. İstanbul: Mimar Sinan Güzel

  Sanatlar Üniversitesi Yayınları.: 15).

  Pamuk, Orhan (1998). Benim Adım Kırmızı, İstanbul: İletişim Yay.

  (2021). Benim Adım Kırmızı, İstanbul: Yapı Kredi Yay.