Mayıs13 , 2025

Sırrından el alan Timbuktu

İlgili Yazılar

Spiritua seyircisiyle buluşuyor

Biraderler Yapım’ın sahne sanatlarında ezber bozan projesi Spiritua, 21-22...

Sınırların Ötesinde Bir Müzik Yolculuğu: 53. İstanbul Müzik Festivali

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, Borusan Holding sponsorluğunda,...

Mayıs ayı kültür ve sanat etkinlikleri

Mayıs ayı Türkiye'nin dört bir yanında kültür ve sanat...

Sırrından el alan Timbuktu

Keşif, çok tekinsiz ve güce dair dengesizlikleri içinde barındıran...

“Aklımdan çıkmayan şeyler öyküye dönüşüyor”

Yazar Kadire Bozkurt, kendisine öykü yazdıran temel motivasyonun öfke...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Keşif, çok tekinsiz ve güce dair dengesizlikleri içinde barındıran bir kelime. Birileri orada değilmişçesine küstahça bir “Ben buldum” oldubittisi ile lanetli. “Keşfedilecek bir şey yoktu, biz hep buradaydık” dediği söylenen Malawi’nin eski başkanı Hastings Banda’ya hak vermemek ne mümkün!
Gene de bizim için beliren her veriyi keşfetmişiz gibi hissetmekten vazgeçemiyoruz. Postere bakıp “Aya çıkmışız!” diye çığlık atan budala adam, her birimize bir anlığına da olsa uğruyor.

Masalsı tarihçilik çağlarında bilinmeyen şeyler olağanüstüydü, Herodotos öyle bir atardı ki tutabilene aşk olsundu. Jonathan Swift, 300 yıl önce, yabani resimlerle boşlukların doldurulduğu ve köyler yerine fillerin konulduğu Afrika haritalarıyla dalgasını geçiyordu.
Avrupa’da, evinde, rahat rahat oturan beyaz adam, keyfine göre anlamlandırdığı dünyayı gah keşfediyor gah lanetliyor gah mitleştiriyordu. Bir zamanların Bağdat’ı, Mar ko Polo’nun Zipangu’su, İspanyol fatihlerin El Dorado’su derken Afrika’nın sırlı Timbuktu’suna çevrilmişti tüm dikkatler.
Kaptan James Cook’un dünya turundan, otuz bini aşkın numuneyle dönen doğabilimci Sir Joseph Banks, etrafında toplanan kalantor bilgin arkadaşlarıyla Afrika Cemiyetinin temelini atıyor ve ABD ile Fransa’nın siyasi dirimlerinin karşısına bilimsel çalışmalarla çıkmak üzere rotayı Afrika’ya çeviriyordu.
Joseph Banks’in açtığı çığır, John Ledyard ve Mungo Park’ın çabalarıyla gelişiyor; Timbuktu’ya ulaşan ilk Avrupalı Alexander Gordon Laing ile başka bir boyut kazanıyor. Şehirde bol miktarda kayıt olduğunu yazan Laing’in trajik ölümüyle, merak ve hırs katlanarak artıyordu.
İngiliz gazeteci Charlie English, Timbuktu’nun Elyazmaları kitabında tarihi tek bir ağırlık noktasından aktarmak yerine, birçok kalkış noktası belirleyip yüzyıllar içindeki siyasi-kültürel-kolonyal-ideolojik trafiği canlı tutarak bir şehre ve oranın yazılı birikimine dair soruşturmasını derinleştiriyor.
Emperyal vizyonlarıyla korakor rekabet halindeki İngiliz, Fransız ve Alman bilginlerin 18. yüzyıl sonunda başlayan Afrika yarışını, 2012’de Mali’ye büyük ölçüde hakim olan el-Kaide savaşçılarının Timbuktu’daki el yazmalarının aleyhine daralttıkları çemberle, dönüşümlü bir şekilde izliyoruz.


Shakespeare metinleri, Ölüdeniz yazmaları ve Anglo-Sakson Vakayinameleri ile kıyaslanan on binlerce el yazması bir taraftan keşfedilmeye, diğer taraftan korunmaya çalışılıyor.
Kitabın yığınla kahramanı arasında biri ister istemez öne çıkıyor: Timbuktu kütüphanecisi Abdülkadir Haydara. Binlerce yılın birikimiyle alay eden ve hemen her şeyi tehdit olarak gören el-Kaide savaşçılarının hışmına uğramasın diye on binlerce belgeyi büyük bir operasyonla çatışma bölgesinden uzağa aktarıyor.
Haydara ve arkadaşları, yazmaları korumak amacıyla zamanla ve imkanla yarışırken 19. yüzyıl bilginleri Caillie, can güvenliği adına yıllarca Arapça çalışıp Kuran bilgisini geliştirdikten sonra Müslüman kisvesiyle yola çıkıyor. Barth, olağanüstü saygınlıktaki âlim Şeyh Ahmed el-Bakkai’nin himayesinde çalışmalarını yürütüyor.
Bir tarafta canlarını hiçe sayanlar, diğer tarafta insan ticaretiyle güçlerine güç katanlar; bir tarafta insan ticareti yapanların, farklı bir kültürün belgelerini özenle koruyan torunları; diğer tarafta kitaba yığınla altın harcayıp el üstünde tutanların, taş taş üstünde koymayan, bilgiye düşman torunları. Tarih böylesine tezatlar manzumesi!
Seyyahlığın, kaşifliğin ve kütüphaneciliğin çetin doğasını göstermesinin yanında bilginin çetrefil doğasına da genişçe değiniyor kitap. Barth’ın bulduğu “Tarih el-Sudan”, başlarda boşlukları dolduran mükemmel bir tarihi kaynak sayılıyorken Paulo Fernando de Moraes Farias’ın titiz tarihçiliği sayesinde epigrafik bulgulara sırtını dönen zekice ama sentetik bir çarpıtma olduğu anlaşılıyor. Songay Hanedanlığı’ndan yana geçmişe ve geleceğe sündürülüp esnetilen kitabın, birçok kadın hükümdarı görmezden gelmesi de caba. Aynı şekilde kolayca kültür ikonu haline gelebilecek kütüphaneci Abdülkadir Haydara’nın verdiği kimi bilgilerin tutarsız olması kimi bilgileri geçiştirmesi ya da saklaması, ona olan güvenimizi sarsacak noktaya getiriyor.
Harvard başta dünyanın en iyi üniversitelerinde yirmi yılı aşkın Afrika üzerine dersler veren, üstelik kendisi de Afrika kökenli olan Henry Louis Gates, Haydara’nın önüne serdiği belgeler karşısında gözyaşlarını tutamıyor. Sebebi ne dersiniz? Öğrencilerine Afrika’da yazılı kültürün olmadığını şeksiz şüphesiz anlatmış olması. 1748’de David Hume, “Beyaz insanlar dışında kimse medeniyet kurmamıştır” derken, 1963’te Britanyalı tarihçi Hugh Trevor-Roper, “Afrikalıların öğretilecek bir tarihi yoktur” zevzekliğiyle onu yankılarken Henry Hoca’ya çok yüklenmemek gerek. Liste çok uzun ama Afrika karalamasıyla on milyonu aşkın Kongoluyu öldürten Belçika Kralı Leopold’un akıl hocaları arasında yer alan Hegel’in fiyakasını bozup öyle susalım.
Yığınla sayı var kitapta; kaç kolide, kaç belge toplanıyor, kaç dolar, kaç sterlin, kaç frank harcanıyor, nehir boyunca kaç, çöle doğru kaç kilometre yol tepiliyor, kaç günde, kaç kişi çalışıyor, kaç dolaba istifleniyor vs. Eğlenceli ve sakin bir öykülemenin çok ötesinde telaşlı bir şekilde ilerliyor kitap. Bazı yerlerde hoş menkıbelerle dinlendirip sonra gene okurun gözünün yaşına bakmıyor.
Geçmişte Afrikalı Leo gibi becerikli palavracıları baştacı edip Heinrich Barth gibi dehaların üstünü kolayca çizen medeniyet, bugün de güç dengelerini fazlasıyla gözeten yapısıyla güven vermekten çok uzak.
Çifte sosyoloji doktoralı hocam, ABD’deki hocasının kimin sosyal bilimci olup olmadığına karar verdiğini söylüyordu. Bilim ve nesnellik mi demiştiniz! Peki ya Afrika?