Mardin’e seneler önce ilk gittiğimde etrafı gezerken tesadüfen bienal olduğunu keşfetmiştik. İlk bienaldi ve güzel bir sürpriz olmuştu ama itiraf etmeliyim, şehre o kadar çarpılmıştım ki sergilenen eserlere hak ettikleri ilgiyi gösterememiştim. Bu sefer ise tanıdık bir yere dönmenin konforuyla hakkını vererek gezdim, dolaştım sokakları, abbaraları, binaları, sergileri. Mardin Sinema Derneğinin ev sahipliğinde, Döne Otyam ve Hakan Irmak’ın direktörlüğünde düzenlenen “Daha Uzaklara” başlıklı 6. Mardin Bienali’nin küratörlüğünü Ali Akay üstlenmiş.
YAZI: SERRA AKINCI
Dünyada bazı yerlerin ve hatta bazı insanların üzerine, onları karşı koyulamaz cazibe noktasına dönüştüren sihirli yıldız tozu serpiştirildiğini düşünürüm hep. Yükseldiği tepeden, bir tanrıça edasıyla uçsuz bucaksız Mezopotamya ovasına bakan Mardin de böyle bir yer bence.
Mardin Sinema Derneğinin ev sahipliğinde, Döne Otyam ve Hakan Irmak’ın direktörlüğünde 10 Mayıs-10 Haziran tarihlerinde düzenlenen “Daha Uzaklara” başlıklı 6. Mardin Bienali’nin küratörlüğünü Ali Akay üstlenmiş ve şu sözleriyle anlatıyor Bienal’in konseptini:
Daha Uzaklara…
(Katastema)*
“…. Bizim özgürlüklerimize set koyan yoğunlaşmaların bizi sarmalayan yapısından çıkma ihtimallerini bulmak ve toplumların küreselleşmiş geçmişine bakmak üzere nereye doğru bakışımızı çevirebiliriz?… Aşmış olduğunu düşündüğümüz, bizi kıskıvrak yakalayan açık kafeslerin içindeki yeniden kimlikçi hale giren bir dönemden geçmekteyiz. Doğaya, kültüre (antroposen ve kapitalosen), bitkilere, hayvanlara ve başka insanlara, etnisitelere, milletlere, sınıflara, bölgelere post-kolonyal ve feminist, kesişimsel, de-kolonyal yapıbozum bağlamında ırkçılığa karşı mücadeleyi nasıl ‘birlikte var olma’ haline çevirebiliriz? Hiç birini yadsımadan ve sürekli bir şekilde bunlarla mücadeleyi sürdürerek bu sorunların üzerinden, nasıl bıkmadan ve mücadeleyi bırakmadan geçerek bunları aşabiliriz ve daha ‘uzakları’ hayal etmeyi öngörebiliriz?…
Bugün toplumlardaki aile ilişkilerindeki (tek ebeveynli aileler, birden çok süregiden evlilikler ve bunlardan doğan çok çocuklu aileler, kan bağı olmayan aile ilişkilerindeki artış) ve teknolojik (yapay zeka, dünyasal, robotlaşma ve enfortmatikleşme) değişim ve dönüşümleri nasıl örgütleyebiliriz?
Özellikle dünyasal güncel durumdan nasıl çıkabiliriz ve canlılar arasında ‘müzakereci bir demokrasiyi’ (insani olduğu kadar diğer canlıları da bir ‘Şeylerin Parlamentosu’ fikrinde) nasıl iletişime sokabiliriz?
6. Mardin Bienali sanatsal olarak gözlemleme, düşünme ve yaratma önerisi olarak bu sorunlar üzerinde duracak. Adım adım yürünecek topraklarda daha uzakları hedefleyerek bu sorunların üzerinden geçmeyi ve yaşamakta olduğumuz dönemi aşmayı nasıl düşünebiliriz?
Bizim özgürlüklerimize set koyan yoğunlaşmaların bizi sarmalayan yapısından çıkma ihtimallerini bulmak ve toplumların küreselleşmiş geçmişine bakmak üzere nereye doğru bakışımızı çevirebiliriz?”
*Katastema, Epikür için acının ortadan kalktığı ve böylece beden ve ruhun dinginliğe ulaştığı an olarak adlandırılmaktadır.
Türkiye’nin yanı sıra Fransa, İtalya, Fas, ABD, Arjantin, Hollanda, İngiltere, Brezilya, Almanya’nın da aralarında bulunduğu ülkelerden 39 sanatçının işleri; Alman Karargahı, Uluslararası Tasarım Vakfı Galerisi, Tasarım Vakfı Meydan Galeri, Dabbakoğlu Evi, Develihan, Kervansaray, Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi ve Marangozlar Kahvesi’nde sergileniyor. Mardin her ne kadar sıcakta sürekli tırmanmayı gerektirse de arada verilen molalarda Süryani çöreği eşliğinde, güleryüzle sunulan bir çay ya da bir kahve, yorgunluğunuzu alıp gezi maratonunuza devam etmenizi sağlıyor.
ALMAN KARARGAHI
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu ile ittifak yapan Almanların karargah olarak kullandığı İskender Atamyan Konağı, Mardin konaklarına benzer bir yapıya sahip ve 19. yüzyıla ait. Mustafa Kemal Paşa tarafından da garnizon, konut ve karargah olarak kullanılmış.
Ali Kazma, 10 dakikalık Baskı Atölyesi 2012 videosunda bir baskı atölyesinde, baskı ve gravür tekniklerinin bilgisine sahip olan zanaatçıları sunarak içinde bulunduğumuz yüksek teknolojilerin sanata etki yaptığı dünyamızın arkaik teknikleriyle nasıl yan yana çalışmakta olduğunu çarpıcı bir şekilde bize hatırlatıyor.
Ayşe Erkmen’in mekana özgü kırpmalar adlı video yerleştirmesi ise tarihin işaretlerine dikkat çekerek ovanın ve şehrin geçmişini vurguluyor. Sanatçının Eski Mardin’in bazı noktalarından ve bienal mekanlarından biri olan Develi Han’dan karşı tepeye bakıldığında görülebilen 1907 /32 adlı yerleştirmesi ise şehrin geçmişinde yaşananlara, savaşlarına ve şehrin insanlarına bir gönderme. Erkmen, Mardin için tasarladığı bu eserinde Mardin Ovası’na bakanlara uzak sınırların ötesini düşündürtüyor. O sınırlarda yaşanan güncel olaylara, savaşlara ve yaşayan insanların hayatlarına doğru bizi çekiyor. Onları soyutlayarak gerçek kişilikler olarak var olduklarını hatırlatıyor. Taşın tuttuğu beyaz kumaşın anlamı ise 1907 Lahey Sözleşmesi’nin 32. maddesinde belirtildiği gibi beyaz bayrağın barış anlamına gelmesi.
Serkan Özkaya, Amerikalı yazar John Ashbery’nin İtalyan ressam Parmigianino’nun tablosuna gönderme yapan Dışbükey Bir Aynada Otoportre adlı eserinden esinlendiği Dışbükey Bir Aynada Otoportre, 2024’te izleyicinin açısına benzersiz bir şekilde tepki veren bir otoportre yaratmak için kavisli bir yüzey kullanmış. Odanın duvarlarına, tavanına ve zeminine yapılan çizim, kubbenin kavisli yüzeyinde ikinci bir portre yaratıyor. İzleyici hareket ettikçe de ters yönde hareket eden yansıma, mekan algısını zorluyor.
BÜKE URAS – EFEMERA, 2024
Sanatçının eseri “Tarihte Uçaktan Atılan Propaganda Amaçlı İlk Bildirilere Dair Hayali Bir Arşiv” başlığını taşıyor. Uçaklardan atılan siyasi içerikli efemeralar, değersiz oldukları düşünülerek saklanmamış ve günümüze ulaşmamış. Bu yerleştirme, slogan, belge ya da imgelerden oluşan karşılaştırmalı propaganda malzemesinin sembolik temsillerini bir araya getiriyor.
ULUSLARARASI TASARIM VAKFI GALERİSİ
19. yüzyıl Mardin mimarisi eseri olan yapı, Mardinli Ermeni Tüccar Şalleme Ailesi’nin evinin bir müştemilatı olarak inşa edilmiş. Daha sonra dericilikle uğraşan Dabbakoğlu Ailesi almış. Dabbaklık (deri işleme) ve ayakkabıcılık gibi geleneksel üretim ve ticari depo kullanımı 1940’lı yıllara kadar devam etmiş. Bir dönem askeri yemekhane olarak da kullanılmış ve 1970’ten sonra konuta dönüştürülmüş. 2020 yılında ise yapılan restorasyon ile sanat galerisi olarak işlev kazandırılmış.
Yapının girişinde bizi Güneş Terkol’un 2023 yılında Paris merkezli misafir sanatçı programı Art Explora’da ürettiği tül eserleri karşılıyor. Yarı saydam, hafif, geçirgen ve uçuşan, farklı sergileme ve yerleştirme biçimleriyle oldukları yere adapte olabilen bu eserler içinde bulundukları mekanın ışık ve atmosferine göre her defasında yeni bir görsel anlatı ortaya çıkarıyor.
Devamında karşımıza çıkan Güçlü Öztekin’in 2023 yılında tamamladığı “Yeni Cesur Dünya” adlı resim, günümüzün bir yansıması niteliğinde. Mekanın merkezine dönüşen bu büyük ölçekli resim, sanatçının 2012-2013 yıllarında ürettiği resimlerle çevreleniyor. Aynı dönemde üretilen portre ve geometrik-soyut resimler, geçmişten bir bakışla dünü ve bugünü birbirine bağlayan kahramanlara dönüşüyor.
Sonra, çalışmaları bedene odaklanan, kompozisyonlarında boyalı alanlar, fotoğrafik görüntünün göstergeselliği ve dokunmayla ilişkili somatik nitelikler arasında bir karşılaşmayı canlandıran Özlem Altın’ın “Bu Topraklardan Olmak” 2024 adlı eserini görüyoruz. Sanatçının bu eserinde yeryüzündeki ve gökyüzündeki tüm varlıklarda eşit olarak bulunan bilgelik gibi, spektral ve fiziksel olan iç içe geçerek birbirlerine olan bağımlılıkları açığa çıkmış.
Aşağı kata indiğimizde Nil Yalter’in, eğitim ve hizmet alanında projeler yürüten AÇEV (Anne Çocuk Eğitim Vakfı) ile kurduğu iş birliğinin sonucunda ortaya çıkan Diyarbakır ve Mardin videolarını görüyoruz. Vakfın yürüttüğü bu programlarda, hedef kitle özellikle, Türkiye’nin doğusunda yaşayan ve 2000’li yılların başında, hala yüzde 19 gibi bir orana ulaşan okuma yazma bilmeyen kadın nüfus olmuş. Nil Yalter de sosyo-ekonomik açıdan düşük gelirli ve eğitim olanaklarından yoksun kalan bu aileler yararına yürütülen eğitim programlarındaki süreci izlemiş, programa katılan insanların yaşam hikayelerini kayda almış, onlarla söyleşiler gerçekleştirmiş. Zaman ve mekan olgularının, tarihi yapılarla insan portrelerin birbiriyle birleşip ayrıldığı görüntülerde Hititlerden Asurlara, Selçuklu’dan Bizans’a, Osmanlı’ya kültürel çeşitliliğin izleri yeniden yorumlanmış.
Bu mekandaki bir çarpıcı eser de Türkiye’nin akademik eğitim almış ilk profesyonel kadın fotoğraf sanatçısı olan Yıldız Moran’ın 1954-1958 yılları arasında Anadolu’yu gezerek fotoğrafladığı dönemden siyah beyaz bir fotoğraf. Elinde İsa’nın çarmıha gerilişini gösteren Süryanice bir el yazması tutan genç bir çocuk portresi bu. Moran’ın kendi gölgesinin de göründüğü bu nadir fotoğrafın hikayesi çok dokunaklı… Babası ölünce iki kızıyla Suriye’ye göç eden annesi tarafından manastırın kapısına bırakılan ve hayatı boyunca annesini bekleyen bu çocuğun ismi, Süryanice’de bülbül anlamına gelen Bahê. Deyrulzafaran Manastırı’nın Süryani keşiş-papazı ve başrahibi Cebrail Allaf’ın gözetiminde manastırda büyüyen Bahê, yıllarca annesinin döneceğini düşünerek her sabah kapıyı açıp onun yolunu gözler. Manastırda çobanlık, bahçıvanlık gibi çeşitli işlerde çalışır, manastır onun hem annesi hem de babası olur. Bahê annesini beklemekten hiç vazgeçmez ve 76 yaşında yine bu manastırda hayata veda eder…
Bu arada Yıldız Moran’ın diğer bienal mekanlarında da çok güzel fotoğrafları yer alıyor. Bir zamanların Mardin’ini siyah beyazın büyüsüyle gözlemlemek de çok heyecan verici.
DABBAKOĞLU EVİ
Cumhuriyet meydanı kültür sokağında yer alan ve dünya çapında ipek kumaş ticareti yapan Cinnenciyan Ailesi’ne ait olan konak, son dönemlerde Dabbakoğlu Evi olarak Mardin Bienali’ne ev sahipliği yapıyor.
Nasan Tur, “Mardin’in Gölgeleri” adlı eserini kendi sözleriyle şöyle anlatmış: “Halı üzerinde açtığım yanıklar ya da yaralar, bu sanatsal süreçte nesnenin tahrip olmasına yol açmıyor, hatta tam tersine. Post-kolonyal bir perspektiften bölgesel şiddetin, baskının ve kendine mal etmenin uygulanmasını temalaştıran dekoratif yaralar aracılığıyla, anlamsız olduğu varsayılan, tek renkli, endüstriyel olarak üretilmiş halıya bir imge kazandırıyor ve onu direnişin görsel bir simgesi haline dönüştürüyor. İyileşmeyen, ancak yeni bir kültürel farkındalığın ifadesi olarak yara izleri.”
Seza Paker, Petrikor yani yağmurdan sonraki toprak kokuları adlı yapıtında, kişisel ve kolektif hafızasıyla İstanbul’un tarihi Meşrutiyet Caddesi’ne odaklanmış. Paker’in bu düzenlemesinde öne çıkan imgeler, Şark Ekspresi ile 1915’te İstanbul’a gelmiş İngiliz suç hikayecisi Agatha Christie’nin Pera Palas Oteli ziyareti ile bestekar Donizetti’nin Opera çalışmasına, yine İstanbul’daki tarihi “Passage des Petit Champs”a ve Tepebaşı Tiyatrosu ile sinema ve fotoğraf arşivine yaslanmakta. Bu imajlar ayrıca, bugüne ait mülteci teknelerinin görüntüler, sinema arşivlerinden alınmış kareler ve yine suyla bağlantılı ütopik sahnelere şahitlik yapan karelerle devam ediyor.
DEVELİHAN
Mezopotamya ovasına hakim, Mardin Kalesi’nin hemen altında yer alan konak, döneminde deve kervanlarının durak noktalarından ve ticaret merkezlerinden biri olmuş. Birçok Mardinli köklü aile arasında zamanla el değiştirmiş, yaşam alanı olarak kullanıldığı gibi ticaret merkezi olarak da kullanılmış. 2019’dan beri restorasyon çalışmaları devam eden bu yapı ilk kez Mardin Bienali mekanı olarak kullanıma açılmış.
Develihan’ın girişinde bizi Cevdet Erek’in geleneksel def çalgısının derisinin çıkarılarak sadece kasnağının ve metal halkalarının bırakılmasıyla şekillenen Derisiz Def serisinden bir eseri havada asılı şekilde karşılıyor ve dokunularak hareket ettirilmeyi bekliyor. Bu seri, sanatçının Boneh (İran) kökenli defsen, def yapımcısı ve eğitmen Sami Hasseini ile 2021 yılında İzmir’de başladığı iş birliğine dayanıyor.
Sarkis bu konağın ikinci katındaki “Gökkuşağı Renkleriyle Ovaya Bakmak” adlı mekana özgü eser için 10 çocuğa parmaklarıyla pencereye sulu boya dokunuşlar yaptırtmış. Mardin Ovası’na bakış, iki doğa anlayışının kesişmesinden ortaya çıkıyor. Biri Mardin doğası, diğeri ise kavramsal bir doğa düşüncesi. Hayat, bu iki doğayı yan yana getirmiş. Yedi gökkuşağı rengine gönderme olarak çocukların parmaklarıyla, cam üzerine sulu boya dokunuşlarıyla verdikleri renklerin cama yansımasının ardından bakılınca bu iki doğanın üst üste gelme hali açığa çıkmış.
Paris ve New York arasında yaşayan Fransız sanatçı Laurent Grassol, “Artificialis” adlı 27 dakikalık filmi ile insanoğlunun doğaya dayattığı değişikliklerin artık onarılamayacağı bir dönüm noktasını takip eden, bu doğal dünyanın mutasyonlarını ve derin dönüşümlerini şekillendiren Antroposen sonrası dünyamızla yüzleşiyor.
İnci Eviner’in Parlamento videosu ise birleşmiş Avrupa kültürüne karşı ciddi bir eleştiri. Avrupa için birleşmenin, insan haklarının, evrensel kültürün merkezi sayılan Strasburg’daki Avrupa Parlamentosu binası üzerinden, kültürel olarak dahil edildiği fakat politik olarak dışında bırakıldığı Avrupa ideasını sorgulamış.
KERVANSARAY
Mardin’in sembolik yapılarından olan, bir dönem belediye ve hükümet konağı olarak kullanılan yapı, ilk kez Mardin Bienali’ne ev sahipliği yapıyor.
İnci Furni’nin “Bir An İçin Durdu” isimli yerleştirmesinde sanatçının sokakta yürürken karşılaştığı insanlardan ilham aldığı altı portresi sergilenmiş. İlk izlenimlerin sezgisel bilgisini taşıyan bu portreler, gerçeklerden kaçış fikrine odaklanmış.
Thierry Kuntzel’in “Dalgalar” adlı videosunda Mardin Ovası’nın geceleri herkesin gördüğü deniz hayaline ve Virginia Woolf’un eserine gönderme yapan dalgalar, sadece kendilerini göstererek bir yandan mavi rengin delilikle işleyen sembolü olarak kullanılmış, diğer yandan ise her bir dalga etkisi birer kıvrım olarak işlenmiş.
EŞ ZAMANLI DÜZENLENEN BAĞIMSIZ SERGİLER
6. Mardin Bienalinde eş zamanlı düzenlenen bağımsız sergileri de gezmeyi ihmal etmiyoruz. Üstelik bunlar Mardin’le daha sıkı bir bağ kurmamızı sağlıyor.
Mardin ve çevresinde sanat ve kent belleği üzerine çalışmalar yapan Amar Kılıç’ın güneş baskı tekniğiyle ürettiği “Mardin Mavileri” sergisi de bunlardan biri. “1915-1918 yılları sonrası bölgede gerçekleşen sancılı süreçlerdeki mülkiyet değişimleri sırasında Mardin’deki birçok konağın hem tarihinin hem isminin değiştirildiğini, gasp edildiğini gözlemlemiş. Hristiyan konaklarında evin iç kısmında ve giriş kısmında bulunan kutsal ruhu ve Melek’i ifade eden güvercinler ve haç… Maalesef bu evler gasp edildikten sonra içeriye melek girmez düşüncesiyle evlerdeki haçlarını silip güvercinlerin kafalarını koparmışlar. Sanatçı bu serisinde kimliklerinden uzaklaştırılıp tarihi silinmeye çalışan, bu bölgeye değer katan insanların hatırasına saygı için bu çalışmaları yapmış.
Ayrıca Kılıç’ın Mardin-Şanlıurfa bölgesinde Deq dövme geleneğinin son taşıyıcılarını belgelemek, hikayelerini yansıtmak ve geleceğe miras bırakmak için yaptığı çarpıcı güzellikteki fotoğraf çalışmalarını da görme fırsatım oldu. Deq, Kuzey Mezopotamya’da binlerce yıldır yapılan ancak son taşıyıcılarıyla birlikte yok olmak üzere olan arkaik bir dövme geleneği. Deq motifleri, kız bebek doğurmuş bir annenin sütü veya ceylan ödü ile hazırlanan bir tür mürekkebin yanmış odundan siyah kurumla karıştırılmasıyla deriye iğneyle uygulanıyor. Deq kültürünü taşıyan son nesil olan bu Arap, Dom, Kürt ve Ezidi kökenlerinden gelen kadınların en genci 50 yaşlarında.
Deq kültürünü sanatına konu alan bir sanatçı da İbrahim Ayhan. “Bedenimde Bir Yer” sergisinde asırlık imgeleri nakış tekniğiyle, kendine zemin olarak seçtiği beze uygulayarak bedene sızan bir hafızanın peşine düşmüş. Kadınların ruhlarından bedenlerine nakşedilmiş sırları bizlerle paylaşarak günümüze taşımış.
Tehsin Baravi’nin Vekişin (Çekilme) sergisindeki tanıtım yazısında şöyle diyor: “Tehsin Baravi’nin fotoğrafları Italo Calvino’nun Şiirsel Hafiflik adlı metnini akla getirir. Edebiyatta hafiflik diyor Calvino, düş kurup bu dünyadan uzaklaşmanın yoludur. Edebi dil, bir bulut, bir rüzgar, ince bir toz tabakası… Nesnelerin üzerinde süzülen ağırlıksız bir öğedir.” Gerçekten de Baravi’nin fotoğraflarında doğanın hafifliğinin, kırılganlığının, sessizliğinin yaklaştıkça uzaklaşan, azalan dünyanın ağırlığına çare olabileceğinini görüyoruz.
Enver Basravi’nin Kürtçe, Ermenice ve Arapçayı da ekleyerek tasarladığı Bienal posterlerini sokaklara asarak “Göz Ardı Edenlerin Hatırası” diye performansa dönüştürmesi ise Mardin’in çoklu kültürünün altının çizilmesini ve Mardinli sanatçıların Bienal’e dahil edilme konusunda organizasyonundan daha fazlasını beklediklerinin gösteriyor.
NEFESİMİZİ KESEN TEK GÜÇ
Mardin’e gelmişken Deyrulzafaran Manastırı, Mor Gabriel Manastırı ve Dara Antik Kenti’ni görmeden dönmemek lazım. Bu kadim şehirde hem tarihin hem sanatın hem çoklu kültürün karşısında hayran kalırken, gün batımına doğru, çok zevkli bir terastan her bahar gelen kırlangıçların danslarını seyretmek, doğanın nefesimizi kesebilen tek güç olduğunun ispatı gibiydi.