Temmuz27 , 2024

“Yapay zekanın konuşulduğu her yerde felsefenin de konuşulması gerekiyor”

İlgili Yazılar

Türk sanatının zarif temsilcileri

Geleneksel Türk sanatlarının ve kültürünün yaşatılmasında, dünyaya tanıtılmasında büyük...

“Biz onu en çok siyah beyaz görüntülerinden sevdik…”

“İlk işimiz Atatürk belgelerini kurtarmak. Bunu bu ülkeye ve...

Bir nesil onun sesiyle büyüdü: Jeyan Tözüm

Tiyatro, sinema ve seslendirme bütün olarak bir insan olsaydı...

“Fotoğraf, benim için müthiş bir terapi aracı oldu”

Uzun yıllardır fotoğraf sanatı ile ilgilenen iş insanı Serhan...

“Fotoğraf makinem, fırçam; yaşamın kendisi ise boyalarım oldu”

Çektiği fotoğraf karelerine yaptığı dijital müdahalelerle ortaya koyduğu eserlerinde...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Yapay zekanın yaptığı sanatı değil ama yapay zeka ile yapılan sanatı konuşmak gerekiyor belki de… Akademisyen ve sanatçı Selçuk Artut, “Ben yapay zekayı ön safhada değil de arkada kullanarak ‘Ne yapabiliriz?’ sorusuna yönelmeye çalışıyorum. Bir eserde kurduğum distopya şuydu: ‘Dünyada müzik yok olsa ne olurdu?’ Bu sorgulamaları desteklemek için yapay zekayı kullanabiliyorsak ne ala!” diyor.

Yapay zeka ve sanat arasındaki ilişkiyi bu kavramların her iki yanında da bulunan bir isimle, akademisyen ve sanatçı Selçuk Artut ile konuşuyoruz. Matematik, felsefe, müzik, ses ve kodlama gibi birbirinden farklı alanların iç içe yoğrulduğu bir hayat onunki… Peki, yolculuğu nasıl başlamış? Meraklı bir çocuk olarak ve hala da öyle devam ediyor. Üstelik kendi gibi meraklı çocuklar yetiştirmenin derdinde…
Artut, ilkokuldayken Comodore 64 bilgisayarının joystick’i kırılınca “Ben bunu yaparım” deyip eskiciden aldığı direksiyonu bilgisayarına ekleyip oyun oynamaya devam eden bir çocukmuş. “Bir tarafımda müzik vardı, bir şeylerin içini açıp kurcalamak vardı. O serüven aslında şu anda olduğum adamı oluşturdu. Ve ben şimdi bir şeylerin içini açmanın dersini veriyorum” diyor.
Lisans eğitimini Koç Üniversitesinde matematik alanında tamamlamış. Lise yıllarından itibaren hayatına giren müzik, üniversite döneminde daha ciddi bir uğraş haline gelmiş. Önceleri daha çok Anglosakson grupları dinleyerek oluşan müzik janrını, Moğollar, Erkin Koray ve Üç Hüreller etkilemiş yine üniversite yıllarında. “Perdesiz bas gitar alıp biraz daha Türk müziği yapmaya başladığım bir dönemdi. Her şeye asılıyordum. Matematik de çok iyi gidiyordu. Hayatımdaki her alana tam anlamıyla asılıyordum. Bilgisayara formülleri giriyorum, atlıyorum taksiye, gece Taksim’de Hayal Kahvesi’nde çalıyoruz, geri dönüyorum bakıyorum formülde bir sorun var, yeniden giriyorum ve başında uyuyorum bilgisayarın. Böyle bir hayat koşa koşa gidiyor” diye anlatıyor o günleri.

MATEMATİK Mİ, MÜZİK Mİ?

 

üstte ve altta, Artut, üniversite yıllarından itibaren çalmaya başladığı Türk rock grubu Repikas üyeleri ile birlikte.

Üniversite üçüncü sınıfta Nekropsi (1989’da kurulan Türk deneysel progresif rock grubu) ile tanışan, ardından Replikas (Selçuk Artut’un halen üyesi olduğu Türk rock grubu) ile çalmaya başlayan Artut’un hayatına yön veren “Matematik mi, müzik mi?” sorusuna verdiği “Müzik” cevabı olmuş. Replikas ile albümler yapan, seyirci karşısına çıkan Artut, bir yandan da akademisyen kimliğinin temelini atmış. Bilgi Üniversitesinde Ali Nesin’li Matematik Bölümünde asistanlık yapmış iki yıl. Ancak hayatındaki diğer önemli kavşak, 2002 yılında Sabancı Üniversitesinden gelen teklif olmuş:
“Replikas’ı dinleyen, bizim sanat duruşumuzu da beğenen Selim Birsel, ‘Biz burada (Sabancı Üniversitesi) Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Bölümünü açtık. Ses ve Görüntü dersini verecek kimseyi bulamıyoruz. Bulduklarımız ya konservatuvardan ya da mühendis. Oysa bize melez birisi lazım’ dedi. Ben önce ‘Veremem bu dersi’ dedim. Ama onlar part-time başlamamı önerdiler. İyi de gitti. Yüksek lisans ve doktora olmadan hocalığa başladım, sanırım 23 yaşında filandım. Taşlar böyle oturuyor yeni. O sene, alana dair sürekli çalıştım, 100’ün üzerinde kitap okudum. Çünkü sevdiğim bir şeyi yakalamak üzereydim.”
Erken gelen akademisyenlik öyküsünü 2005 yılında İngiltere’de ses sanatı üzerine yüksek lisans eğitimi ve ardından 2013’te de İsviçre’de Teknoloji Felsefesi doktorası ile güçlendiren Selçuk Artut, üniversitede ders vermeye devam ediyor, müzik yaparken aynı zamanda son dönemde büyük ilgi duyduğu geometrik şekiller üzerine de çalışmalar yapıyor. Uzun süredir Zilberman Galeri ile çalışan Artut, 2016 yılında kurduğu yaratıcı kodlama ve canlı kodlama teknikleriyle eserler üreten iki kişilik RAW adlı görsel – işitsel performans grubuyla sahnede sanatseverlerle buluşuyor. Evet, şimdi sıra kavramları, sanatı ve geleceği sorguladığımız söyleşimizde…

ESERİN ERİŞİLEBİLİR OLMASI ÖNEMLİ

Sanat hep ilhamla, hayal ile bağdaştırılıyor. Sizin deyiminizle teknolojik sanatta o üretim süreci nasıl işliyor?
Bazen ben Karaköy’de dolaşıyorum, vitrindeki bir şeye bakıp aşık oluyorum. Diyorum ki, Seninle sanat yapacağım. Bir dönem cep telefonlarının içine titreşim motoruyla işler yaptım. Çok güzel titreşip perküsyon çalar gibi ritim üretebiliyorlar çünkü. Hatta yaptığım bir kavanoz işi var, adı “Sımsıkı” idi. Elektronik devre tasarımı ile beraber 300 tane kavanoz ürettim. Kavanoz dik durduğunda bir şey olmuyor. Ama yan çevirdiğiniz zaman içindeki titreşim motoru ledi yakıyor ve ses çıkarmaya başlıyor. Küçük bir ses heykeli aslında. Bu biçimsel durumunun ötesinde, 300 kavanozu kimseden yardım almadan üretmem işin performatif yanıydı. Sergiye gelenlere bu eserleri orijinal sertifikayla 20 liraya sattık. 20 liraya hediye ettim diyebilirim aslında. Burada konu şuydu, hangi sergiye gidip eser alıp çıkıyorsunuz? İstediğim şeylerden biri buydu, eserin erişilebilir olması önemli.

Selçuk Artut, “Geomart-ut7” isimli projesinde geçmişin geometrik sanatlarına yeni bir bakış açısı kazandırıyor.

Yapay zeka ile sanat iç içe gibi görünüyor ama gerçekten böyle mi?
Yapay zeka ve sanat ile ilgili Stanford Üniversitesinin online derslerine girdim. Sonra dedim ki bu çok büyütülüyor, bu bir balon.

Balon derken neyi kastediyorsunuz?
Yaratıcılık anlamında balon diyorum. Çoğu eserde sizin karşınıza kompleks bir yapı sunuluyor. Ve siz, bir aciziyetten ötürü esere kendinizi teslim ediyorsunuz. Sorgulamayı bırakıyorsunuz, oysa benim için en önemli şeylerden biri bu sorgulama şeması. Bundan ötürü de ben yapay zekayı sorgulamaya başladım. Yapay zeka ile yaptığım ilk işin adı “Değişken”. Bir tane ekran var. Bir düğmesi var. Düğmeye basıyorsunuz eserin adı; anlattığı, ifadesi değişiyor. Sürekli olarak anlattığı ve başlığı değişiyor ve aslında eser ortada yok gibi. Çıkış noktası olarak Heidegger’in “Varlık ve Zaman” kitabındaki metni kullanmıştım. Çok ağır bir kitaptır. Açılışta birkaç kişi gelip “Ne anlatıyor eser? Anlamıyorum” dedi. “Ben de anlamıyorum” dedim. Çünkü meselem bu zaten. Bazı eserler bir şey anlatmıyor ve siz onları eser zannediyorsunuz. Ben yapay zekayı ön safhada değil de arkada kullanarak “Ne yapabiliriz?” sorusuna yönelmeye çalışıyorum.

Aslında yapay zekanın kendisinin biraz fazla şişirildiğini ve bir argüman hatta bir PR argümanı olarak kullanıldığını mı düşünüyorsunuz?
Kesinlikle. Bir eserin başlığına yapay zeka demek bence tam bir satış noktası. Çoğu insan soruyor “Yapay zeka var mı bu eserde?” diye. Ben de şunu soruyorum: “Bu işte yapay zeka olsa ne değişecek?” Gerçekten katkısı var mı, yok mu? Birinci verdiğim örnekte eserin Heidegger’den yola çıkılarak üretilmesi önemli. Ben eseri yaparken yapay zeka kullanıldığından değil, eserin anlamından, manasından ve kavramsal bütünlüğünden bahsetmeyi tercih ediyorum. Çok güzel görüntüler sunan işler var ama ben gittiğim zaman ekrana bakıyorum ne markaymış diye. Orada tıkanıveriyorum. Çünkü bana bir şey anlatmıyor genellikle.

HER ŞEY SANAT OLABİLİR

Yapılan her şey sanat mı yoksa sanat için birtakım kriterler mi gerekiyor? Siz orada konuya nasıl yaklaşıyorsunuz?
Çağdaş sanatın getirdiği “Her şey sanat olabilir” yaklaşımı benim için de çok geçerli. Fakat -belki kişisel olacak- ben samimiyeti yitirdiğimizi düşünüyorum. Yani bazı noktalarda statü her şeyin önüne geçiveriyor sanatçı adına. O statüyü edinmek adına ne yaptığının anlamı olmayabiliyor. Veri kullanıyor ama o veri kıyamet bir veri, belki iyi değil.
Berlin’de yaptığım bir eserde kurduğum distopya şuydu: “Dünyada müzik yok olsa ne olurdu?” Bence bu sorgulamaları destekleyici şeyler için yapay zekayı kullanabiliyorsak ne ala! Ve şunu düşündüm. Dünyada müzik yok oluyor. Diyelim ki herkes unuttu müziğin ne olduğunu. Fakat arkeolojik bir çalışma neticesinde müzik diye bir şey olduğu anlaşılıyor. Müzik varmış uygarlıkta diye.
Buraya kadar anlattığım fantezi idi. Gerçek kısmı şu: 1976’da Voyager ile dünya medeniyetine dair ögeler olarak altı tane plak gönderiliyor uzaya. Şimdi yeniden eser ile ilgili fantezi kısmına geçiyorum. Bu plaklar bulunuyor, plakları alıp dinlemeye başlıyorlar ve müziği anlamaya başlıyor insanlar. Plaklarda Beethoven, Bach, Beatles eserleri var. Yapay zekaya bu bilgileri vererek yeni müzikler üreten bir program oluşturdum, 15 dakikada bir yeni şarkı yapıyor. Az önce bahsettiğim sanatçıların, grupların eserlerine benzeyen şarkılar bunlar. Yani aslında yapay zeka ile müzik üretiliyor… Ben sanat eserlerini üretirken künyeye “yapay zeka” diye yazmayı doğru bulmuyorum. İçinde “hard-core” yapay zeka var, evet, müzikler tamamen yapay zekanın ürettiği şeyler. Ama yine aynı noktadayım; yapay zeka, eseri üstün hale getirmiyor. O benim argümanımın bir parçası. Hatta biri sordu, “Müzikleri nasıl buluyorsunuz?” diye. “Kötü” dedim. Yapay zeka yapıyor diye “İyi” diyecek değilim.

“Sımsıkı” isimli projesinde basit kavanozlardan elektronik devre tasarımları ile bir proje ortaya çıkarmış.

Daha önce yazdığınız bir makalede yapay zeka ve insan birlikteliğinden kaynaklanan melez yaratıcılıktan bahsediyorsunuz.
Diyalektik yaratıcılık diyorum ben buna. Hayal etmediğiniz bir şeylerin karşınıza çıkması, sizin onu ötelemeniz ve derken bir şey oluşması…

TEKNOLOJİDEN BESLENENLER VE BESLENMEYENLER

O melez yaratıcılığı da besleyen, aslolan insan faktörü gibi…
Evet, artık teknolojinin gücü oldukça üstün bir noktaya geldi. Bundan beslenenler ve beslenmeyenler diye sınıfsal bir farklılık oluşacak bence. Open AI diye güçlü bir ekip var. Google’ın bir yapay zeka takımı var. Microsoft’un bir yapay zeka takımı var. O yüzden aslında sanatçının yüksek teknolojiye erişimi de biraz bu firmaların gücünün altında. Bence orada biraz adaletsizlik oluşmuyor değil. Bu adaletsizlik öyle ya da böyle hep vardı. Sanatçılarda fırçaya, boyaya erişimi olan, olmayan ayrımı vardı belki ama yüksek teknolojiyi kullanabilen sanatçılar da bir süre sonra onların o markaların elçisi gibi olabiliyor. Bağımsız kalmak çok zorlaşıyor.

Geleceğe yönelik projeksiyonunuz nasıl?
Yapay zeka temelleri sarsıyor, o açıdan seviyorum. Etik değerleri konuşmaya zorluyor. Şunu oluşturduğu için aslında memnunum da. İnsan çok kibirli bir canlı. Burada insanın aslında o kadar mükemmel olmadığını, belli örüntüleri takip edip durduğunu görebiliyoruz. Metin üreten yapay zekalar 3 saatte yazacağınız şeyi, 10 dakikada yazıyor ve aynı şeyi yazıyor. Bazen özgünlük denilen şeyi fazla büyütüyoruz. Kendimizi aşmamızı sağlıyor, o anlamda önemli. Kendimizi tekrarlardan çıkarıp sezgisel tarafa gittiğimiz zaman bence yaratıcılık ya da üstün başarı oluşuyor. Bu zaten sanatçıların içinde olan bir şey. O nedenle rutinleri oluşturan şeyleri yapay zeka ele geçirecek. Eğer sıradan iş yapıyorsanız yapay zeka sizin yerinize geçecek. O nedenle sıra dışı olun. Ortaya konan eserler ne kadar kalıcıdır, beni ilgilendiren o. En büyük sınavı zaman verecek. Bundan 100 sene sonra hangisini konuşacağız? Bilemiyorum.

Yapay zeka ile üretilen eserlerin telifinin kime ait olduğu konusunda da soru işaretleri var.
Yapay zeka görsel ya da eser üretiyor ama bunu bir insan sunuyor. Program yazmaya başladığımdan bu yana open-source’çuyum (açık kaynak) yani paylaşımcıyım. Bu şekilde, bedel beklemeden bilginin böyle çoğalabileceği bir şeye daha çok inanıyorum. Geometrik paternler üzerine çalışıyorum. Geometrik patenler de en yaygın haliyle İslami geometrik paternler ile, 8 ve 9. yüzyıl Bağdat, Şam, Avrupa’da Cordoba’da çok önemli işler yapılmış ve o dönemin insanlarına dair her şey çok anonim, çok kamusal. Burada da öyle. Bence bu toprakların en önemli kadim değerlerinden biri bu anonimlik. Türkülerde de var. Bu noktada daha mütevazılık var. Bu tarafını yeğliyorum, bir duruş sergilemek gerekirse. Herkeste mütevazılık varken sanatçının yüksek bir değer gibi ortaya çıkışına yapay zeka güzel saldırıyor. Bu açıdan memnunum. Yani “Ben yaparım sen yapamazsın”cı noktalar yıkılmaya başladı.

Selçuk Artut, 2016 yılında yaratıcı kodlama ve canlı kodlama teknikleriyle eserler üreten RAW adlı görsel-işitsel performans grubunu kurdu.

Gençlerle birliktesiniz. Uzun yıllardır da ders veriyorsunuz. Tüm bu gelişmelerin gençlere yansıması nasıl oluyor?
Yaratıcı kodlama diye bir ders veriyorum. Öğrencilerin dersin başındaki ve sonundaki fikirleri farklı oluyor. Çoğu, ben bugüne kadar yapılan işleri bir şey zannediyordum diyor. Geometri sanatına dair yaptığım işlerin kitabını çıkarmak üzereyim. Bu kitabı vereceğim ve herkes yapabilecek. En azından nasıl yapılabildiğini biraz olsun görebilen insanlar eserlere farklı taraftan bakmaya başlıyorlar. Çünkü hayatına renk katacak şey, bu sohbetlerde gizli. Onun ötesinde salt yüzeysel bir şey yapıyorsan çok uçucu! Bunun farkında gençler. Şunun eksikliğini de hissediyorlar. Sanat tarihi nedir, dünya nasıl bir yer? Sanat bunların önünü açmıyorsa zaten dekoratiftir. O anlamda güzel bir şey oluyor. Bir eser görsel olarak çok etkileyici ama hemen arkasında bu nasıl yapılmış diye sorma cesareti gösteriyorlar.

Eklemek istedikleriniz neler?
Her şey çok hızlı gelişiyor. Yapay zeka üzerine de insanlar çok sık konuşuyor. Benim akademisyen olarak şu kısmı söylemem önemli; koşulsuz kabul etmemek gerekiyor. Yapay zeka ile iyisini de yapmak mümkün, kötüsünü de. Yapay zekanın ürettiği bir araç, araç zarar görmesin diye insanı öldürmeyi tercih edebilir. Bence yapay zekanın konuşulduğu her yerde felsefe, insan tanımı gibi konuların da konuşulması gerekiyor. Sanat bunu terk ediyorsa en büyük tehlikeyi sanat yaşıyordur.