Temmuz27 , 2024

“Kültür sermayesi ekonomik büyümeyi artırır”

İlgili Yazılar

Türk sanatının zarif temsilcileri

Geleneksel Türk sanatlarının ve kültürünün yaşatılmasında, dünyaya tanıtılmasında büyük...

“Biz onu en çok siyah beyaz görüntülerinden sevdik…”

“İlk işimiz Atatürk belgelerini kurtarmak. Bunu bu ülkeye ve...

Bir nesil onun sesiyle büyüdü: Jeyan Tözüm

Tiyatro, sinema ve seslendirme bütün olarak bir insan olsaydı...

“Fotoğraf, benim için müthiş bir terapi aracı oldu”

Uzun yıllardır fotoğraf sanatı ile ilgilenen iş insanı Serhan...

“Fotoğraf makinem, fırçam; yaşamın kendisi ise boyalarım oldu”

Çektiği fotoğraf karelerine yaptığı dijital müdahalelerle ortaya koyduğu eserlerinde...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Türkiye için oluşturdukları endeks ile sanatın bir yatırım aracı olarak getirisini hesaplamayı sağlayan Prof. Dr. Aylin Seçkin, kültür sermayesi kavramına da dikkat çekiyor: “Ben kitap mı yazıyorum, kültür sermayem beni daha iyi beslediği zaman bir değil de iki kitap yazacağım. Bunların gerçekleşmesi de üretimi artırdığından ekonomik bir değer yaratacak.”

Bilgi Üniversitesindeki odasında görüştüğümüz Prof. Dr. Aylin Seçkin, duvardaki “Budgetcut” resmini işaret ederken “Sevdiğim sanat eserlerinden bazılarını odamda sergiliyorum. Gelen öğrenciler, ‘Adam neden doları kesiyor?’ diye merak etsin istiyorum. Öğrenci de makro ekonomi okuyor, bütçe kesintisini öğreniyor. Eser aslında bunu anlatıyor” diye konuşuyor. Sanatın ekonomisi üzerine yıllardır ders veren Prof. Dr. Seçkin, bu konudaki çalışmalarını yine aynı başlıkta Sanatın Ekonomisi adıyla kitap haline getirerek okuyucuya sundu. Türkiye’deki sanat eserlerinin fiyatlandırılması, sanat piyasasının diğer piyasalarla arasındaki ilişkinin ortaya konması noktalarında büyük emeği olan Prof. Dr. Seçkin, Türkiye’deki sanat pazarını genç, çabuk büyümek isteyen ancak tam kurumsallaşamamış bir yapıya sahip” olarak tanımlıyor.

Önce şuradan başlayalım mı, sanatın ekonomisi nasıl tanımlanır?
En basit cevap şu; yaratıcılığını kullanarak bir ürün geliştiren kreatif grubun işlerinin alınıp satıldığı, bu aktivitelerin bütünün yarattığı piyasa aslında kültür ekonomisi. Burada sadece resim değil müzik, mimari, moda, endüstriyel tasarım, oyun tasarımcıları devreye giriyor. Yaratıcı üretimi çok geniş tutmak lazım çünkü. Yani sanat ekonomisinde, kültür ve sanata para harcayanların, sektörün tüketicileri -üreticilerinin, aracılarının kimler olduğuna bakıyoruz.

Aylin Seçkin, 1970’lerden itibaren kültür sanat ekonomisinin iktisadın bir alt kolu olarak görülmeye başlandığnı belirtiyor. İlk olarak orkestraların, opera, bale gibi temsillerin maliyetleri hesaplanmaya başlanmış. Orkestraların, 100’e kadar müzisyeni barındırabildikleri için, tek başına bilet gelirlerinin yeterli gelmediği görülmüş.

Bu ekonomide sanatı talep edenler de aktör olarak öne çıkıyor, değil mi?
Tabii ki. Her anlamda arz ve talep olarak yaklaşmak gerekir sanat ekonomisine de. Sadece ürünün alıp satılması değil, oradan kaynaklanan bütün aktiviteler sanat ekonomisini oluşturuyor.
Sanatçı üretiyor, galeride sergileniyor, koleksiyoner alıyor ama galerileri gezen, sanat fuarlarını takip edenler de etkili. Sanat fuarını gezmek için gelen kişi de yerli ya da yabancı turist; bir noktadan başka bir noktaya hareket ediyor, girmek için ücret ödüyor, fuar ve festival ekonomisi de çalışıyor.

SANATIN EKONOMİK
KISMINI MERAK ETTİM

Siz, ekonomi alanında eğitim görmüşsünüz, akademisyenlik kariyeriniz de o yönde. Peki, ekonomi ve sanatı nasıl bir araya getirdiniz?
Sanat, hayatımda hep vardı. Orkestra şefi bir dede, balerin bir teyze, solo piyanist dayılar, sanatsever anne baba… Kısacası, sanat hep hayatımdaydı. Lisede (Saint Benoit Lisesi) çok sık Resim Heykel Müzesine giderdik. O müzeyi ezberlemiştim adeta. Üniversite yıllarında da galerileri geziyordum. Jean Monet bursuyla Brüksel’de okurken Avrupa’da Rönesans sanatını yerinde gördüm. ABD ve Kanada’da müzelere gittim. Fransa’da Pompidu Müzesini gezerken, bir rehberle müzeyi gezen grubu gördüm, onlarla ben de gezmeye başladım. Ama sorularımla gruptan olmadığımı anladılar. Çünkü ben işin ekonomik kısmını merak ediyordum. Müzeleri gezerken “Burada büyük bir servet yatıyor. Bu birikim nasıl oluyor? Müzeler ne kadar para ayırıyor? Bu işleri kimler alıyor? Koleksiyonerler sanata yılda ne kadar harcıyor? Ekonomistler bu alana ne kadar girdiler?” gibi sorularım vardı. İstanbul’a döndüğümde bir baktım ki 1970’lerde başlayan büyük bir literatür var. Önce 1966’da Baumol ve Bowen “Performing Arts – The Economic Dilemma” (Performans Sanatları-Ekonomik İkilem) diye bir kitap çıkarmış. Orkestralar, opera, bale gibi temsillerin maliyetlerini hesaplamışlar. Kültür sanat ekonomisi, iktisadın bir alt kolu olarak başlamış. “Sanat yatırım aracı mı?” sorusu gelmiş. Müzayede satışlarından sanat endeksi elde edilmiş. Ben de Türkiye sanat endeksini oluşturmak istedim. Türkiye’de sanat piyasası için ilk fiyat endeksi, Erdal Atukeren ile birlikte yaptığımız çeşitli çalışmalarla 2006’da hazırlandı. 1989’dan 2006’ya kadar Türkiye’deki müzayede satışlarının verilerine göre bir endeks oluşturduk. O zamanlar, bu konuda çok eleştiri aldık. “Hisse senedi getirisini analiz eder gibi bakamazsınız sanat piyasasına” denildi.

Aylin Seçkin, nispet ekonomisine en iyi örnek olarak, Julian Schnabel’in eserlerini gösteriyor. Schnabel, 1980’lerde New York’ta, yanına yaklaşılmayan, çok popüler ve o dönem çağdaş sanatın starı olan bir isimdi. Bugün eserleri daha makul fiyatlara inmiş durumda. Seçkin’e göre bunun sebebi, o balonun biraz inmiş olması.

SANAT PİYASASI 6 – 8 AY GERİDEN GELİR

Sanat eseri getirisini nasıl hesapladınız? Daha iyi anlayabilmek için şöyle sorsam, peynir ekmek gibi mi hesaplanıyor sanat eserinin fiyat artışı da? Örneğin, enflasyon nasıl etkiliyor sanat eserini?
Sanat eserine doğru bir fiyat koymak, çok zorlu bir iş, hatta o da bir sanat diyebiliriz. Sanat eseri endeksi için iki farklı yöntem var; bir eser, birden farklı kez satılmışsa ona bakılıyor, tekrarlı satış deniyor. Biz ülkemiz için “Hedonik” denen, eserin fiziksel özelliklerini içeren bir veri setiyle endeks oluşturduk. Tabii literatürü takip ederek. Literatür neye bakmış? Biz paramızı yıllık getiri için faize koysaydık ne olurdu? Dövize yatırsaydık sanat eseri alsaydık ya da borsaya yatırsaydık ne olurdu? Hangisinin getirisi, hangisine yakın ve aralarındaki ilişki ne? Öyle ki acaba ev satışları ve sanat arasında korelasyon var mı diye bakanlar da olmuş. Biz tüm bu çalışmaları inceledik. Endeksi de ona göre oluşturduk.
Enflasyon konusuna gelince, ekonomi ile sanat piyasası arasında bir bağ var. Ama sanat piyasası bir 6 – 8 ay gibi daha geriden geliyor. Bunun sebebi de müzayedelerin mevsimlere ayrılmış olması idi. Eskiden müzayedeler mevsimlik olarak ve yılda üç kez olurdu. Ama artık online müzayedeler var. Etkisini önümüzdeki dönemlerde göreceğiz.

Az önceki sorularınızın cevabını çok merak ediyorum yani yıllık faize ya da borsaya göre durumu neydi sanat yatırımının?
Türk sanatına yatırım 1990 ve 2005 yıllarında ortalama yüzde 61,9 oranındaki getirisi ile yatırımcıya borsadan ve TÜFE’den daha çok kazandırdı. Borsa kazancı yüzde 60,4 ve TÜFE yüzde 51,5 oranındaydı. O yıllarda yaptığımız çalışmalarda da Türkiye’de sanat piyasasına yatırım yapmanın döviz, altın ve mevduattan oluşan bir portföyü çeşitlendireceğini ve toplam riski azaltabileceğini ifade etmiştik.

Beeple olarak bilinen Amerikalı sanatçı Mike Winkelmann’ın Everydays: The Fırst 5000 Days adlı dijital eseri mart ayında Christie’s müzayede salonunda 70 milyon dolar karşılığı Ether’e alıcı buldu.

Sanat eserinin fiyatlandırması nasıl oluyor?
Soruya öncelikle yaşayan sanatçılar açısından bakacak olursak sanatçının eserleri önemli bir koleksiyona girmişse, önemli bir bienale kabul almışsa, sanatçı değişik bir sergi yapmışsa ve sergideki eserlerinin çoğu iyi yerlere satılmışsa, galerisi onun fiyatlarını belli bir oranda artırmaya karar verir. Öte yandan bir müzayedede o sanatçının bir eserinin astronomik rakama gelmesi, o sanatçının eser fiyatlarının hep öyle olacağı anlamına gelmez. Zaten daha tedbirli davranan galerici ve sanatçılar, fiyat artışını daha konservatif tutar. Öbür taraftan bir de nispet ekonomisi var.

Eski bir müzayede yöneticisi kripto para uzmanlarıyla bir araya gelerek Banksy’nin Love is in the Air isimli çalışmasını 12,9 milyon dolara satın aldı ve şimdi bunun 10.000 parçasını NFT olarak satmayı planlıyor.

Nedir nispet ekonomisi?
“Ayşe Hanımlar almış, biz de alalım” diye özetleyebileceğim, gösterişi vurgulayan birtakım ürünlerden sayılmaya başlamışsa o sanatçının işleri, herkes ne yapıp edip bir eserini alıyorsa bu durum da sanatçının işlerine talebi artırıyor, fiyatın yukarı yönlü olmasını sağlıyor. Ancak şuna dikkat etmek lazım. Bu gelip geçici bir moda ise o sanatçı bir daha aynı talebi görmeyebilir. Bunun çok örnekleri var. Julian Schnabel, 1980’lerde New York’ta, yanına yaklaşılmayan, çok popüler ve o dönem çağdaş sanatın starı olan bir isimdi. Bugün eserleri daha makul fiyatlara inmiş durumda. Çünkü o balon biraz inmiş. Bu nedenle sanatçının eser fiyatlarını çok yukarıda tutmak konusunda da dikkatli olması gerekiyor. Burada süreklilik, üretim, üretimin içinin doldurulması önemli. Sanat tarihçilerinin sanatçıyı yorumlaması önemli.

SANATÇI GÖRÜNÜRLÜK ENDEKSİ

Bir balondan bahsettiniz. Sanatçının yürüttüğü halkla ilişkiler faaliyetleri, pazarlama stratejisi de kendi değerini belirlemede etkili oluyor gibi anlıyorum.
Sanat piyasasında zirvede kalmak için yetenek ve iyi bir kariyerin yanı sıra reklam ve pazarlamayı bilmek gerektiği iddiası var, evet. Jeff Koons (Amerikalı heykeltıraş ve ressam) da sanat pazarlamasının en harika örneği kabul ediliyor. Çünkü Koons, para sanat ve reklamı ideal şekilde birleştiren örnek bir sanatçı.
Pazarlama stratejilerinde sanatçının görünürlüğü konusu devreye giriyor. Sanatçı görünürlük endeksi var. Bu, sanatçının işlerinin bize ne söylediği, hangi galeriyle çalıştığı, nerelerde sergi yaptığı anlamına geliyor. Mesela genç, ümit vaat eden bir sanatçı düşünün. İşleri koleksiyonerlerin ilgisini çekiyor. Ancak birden eserleri çok farklı yerlerde, diyelim ki daha ticari yönlü çalışan bir galeride ortaya çıkıyorsa, kariyerinde bir yerden bir yere daha hızlı atlama isteği hissediliyorsa, “Burada ne arıyor?” soruları ortaya atılıyorsa o zaman sanatçı imajı etkileniyor. Ama bu sanatçının kendi kendine yönetebileceği bir konu değil bana göre.

Melbourne’de bulunan Artbank 1980 yılında genç sanatçılara destek programı olarak kuruldu ve halen büyük çağdaş Avustralya sanatı koleksiyonlarından biri olmaya devam ediyor.

Sanatçı adına kim yönetmeli bu süreci sizce?
Tüm pazarlama stratejilerinin sanatçının değil de galerisinin sorumluluğunda olması gerekiyor bence. Bu nedenle galeriler her zaman olmalı. “Galerilerin sonu geldi, artık aracısız sanat var” diye bir şey yok. Buna inanmıyorum. Her zaman galerilere ihtiyaç olacak. Çünkü galeriler sanatçının tercümanıdır. İşini doğru yapan galeriler, sanatçıyı doğru konumlandırır, o sanatçıyı doğru koleksiyonlerlerle birleştirir ve piyasaya doğru bir mesaj vermesini sağlar yani sanatçının sözcüsüdür.

GALERİSİZ SANATÇI
PİYASADAN UZAKLAŞMIŞ DEMEKTİR

Bazı sanatçılar galerisiz çalışmak istiyor…
Galeriyi ortadan kaldırabilirsiniz. Ama o zaman farklı bir iletişim kurmak gerekir. İnstagramdan mesaj yazacaksınız, sanatçıyla birebir görüşeceksiniz, atölyesine gideceksiniz. O zaman sanatçı, nasıl diyeyim… Sanat eleştirmenlerinin görüşlerinden, piyasanın düzeneğinden uzaklaşmış, kendi dünyasına koyulmuş oluyor. O da bir seçimdir. Orada bu minvalde sanat üreten kişilerin de eserleri satılır. Bunda sıkıntı yok. Ama onun piyasası farklıdır.

İşini iyi yapan bir galerinin sanatçısı olmak, aynı zamanda sizi kendinizi anlatma derdinden de kurtarıyor diye anlıyorum.
Tabii, tabii. Galerilerin, sanatçıları seçerken kriterleri var. Özellikle New York ve Londra’da, genç galeri yöneticilerinin kendi çağdaşlarıyla, arkadaş oldukları sanatçılarla çalışarak dostlukla birlikte ilerlediklerini görüyoruz. Daha süperstar galeriler ise -onlar artık sanat piyasasının zirvesi- global şirket gibi çalışıyorlar.

Sanat ekonomisini anlatırken “zevk sermayesi” ve “kültür sermayesi” gibi kavramlardan bahsediyorsunuz. Bu sermaye türlerini nasıl anlatırsınız?
Taste capital yani zevk sermayesi, bir kişinin sanat eseriyle karşılaştığı ilk andan itibaren gezdiği müzeler, galeriler, gördüğü oyunlar, filmler, okuduğu kitaplar gibi sanatın tüm dallarını kapsayan eserlerin, karşılaşmaların oluşturduğu bir birikimdir. Kişilerin zevk sermayesinin büyüklüğü o ülkede sanata olan ilgi ve harcama potansiyelini de gösteriyor. Ayrıca bir ülkede devletin ya da özel sektörün sanata yaptığı tüm yatırımlar, projeler ve kültürel miras da kültür sermayesini oluşturur.

Kültür sermayesi neden önemli?
Yaşamımızı istediğimiz seviyede sürdürmek amacıyla geliştirdiğimiz becerilerimizi kullanmak için gerekiyor kültür sermayesi. Çünkü biz makine değiliz. Hep söyleniyor bir gün makineler bizim yerimizi alacak diye ama makineler hiçbir zaman kültür sermayesi biriktiremeyecek. Kültür sermayesinin günlük yaşamdaki önemini en basit haliyle şöyle açıklayabilirim; biz her ne yapıyorsak onu daha iyi yapmak için gerekli kültür sermayesi. Ben kitap mı yazıyorum, mutlu olduğum zaman, kültür sermayem beni daha iyi beslediği zaman belki bir değil de iki kitap yazacağım. Bir müzisyen daha fazla beste yapacak. Bunların gerçekleşmesi de eninde sonunda üretimi artırdığından ekonomik bir değer yaratacak. Ekonomik büyümeyi artıracak. Hep göz ardı edilmiş bir konu ama insanların mutlu ve tatminkar olmalarını sağlayan, bizi biz yapan sanatla, kültürle iç içe olmak… Kültür sermayesi en basitinden insanın kendine gösterdiği özenden başlıyor. Kendimizi mutlu etmek için bir parça modadan bir parça dekorasyondan bir parça mimariden, sanattan besleniyoruz.

Sanat eserinin psikolojik getirisini anlatıyorsunuz diye anlıyorum. Kitabınızda “Türkiye’de ortalama 10 bin liralık bir eserin 3 bin lirasının psikolojik getirilere eşdeğer olduğu sanat ekonomisi literatürüne geçmiştir” diyorsunuz. Bu ne demek, nasıl hesapladınız, anlatır mısınız?
Bu konuda yazılmış, ikinci ya da üçüncü makale bizim. 2014’te Financial Times’da da haber olduk. Şöyle yaklaştık buna. Sanat eserinin alım satımı, normal bir alım satımın dışında maliyetleri olan bir işlem; sigortası, restorasyonu, başka komisyonları var. Bütün bunları göze alan birisi ciddi bir harcama yapıyor. Bu harcamayı yapmak istiyor olması, o eserin onun için bir şey ifade ettiğini gösteriyor. Dolayısıyla biz, Türkiye’de satılan bir eserin bu tarz maliyetlerini aşağı yukarı hesaplayarak bir esere sahip olmak için ödenmesi gereken yüzde 18 KDV, müzayede komisyonları ve sigortaları katarak buluyoruz o maliyeti.

KOLEKSİYONERLERİN YAKLAŞIMI FARKLI

Kimler sanata bu maliyeti ödemek için gönüllü oluyor? Nasıl bir profille karşılaştınız?
Genelde koleksiyonerler “Bir şey oldu, bir şey tetikledi. Koleksiyona öyle başladım” diyor. Ya arkadaşının evine gidiyor bir şey görüyor ya çocukluğundan, gençliğinden itibaren zevk sermayesini geliştiriyor ve geliri beğenisini tatmin edecek seviyeye geldiği ilk alışverişi başlıyor. Bazı koleksiyonerler, ben onlara saksağan koleksiyonerler diyorum, dikkatini çeken her eseri alıyor. Ondan sonra eklektik bir koleksiyon çıkıyor ortaya.
Bir başka tip koleksiyoner de bir konuya tutunuyor. Mesela, cinsiyet ya da kadın hakları, çevre konuları gibi. Bir de beğendiğini alan koleksiyonerler var.

Ekonomik gelişmelere göre zamanla koleksiyoner profili de değişti mi?
Evet, zaman içinde ekonominin gelişmesine bağlı olarak koleksiyonerlerin profili de değişti. 1980’lerde, 1990’larda tekstil ihracatçılarını görürken 2000’lerde borsa yatırımcılarının, büyük inşaat firmalarının sahiplerinin ve yöneticilerinin koleksiyon merakını gördük. Bugün geldiğimiz noktada ise çok ciddi bir sermaye var kripto piyasalarda. Kripto para ile işlem yapan insanların sanata yaklaştığını görüyoruz. Ben, onların sanata yaklaşımının da kripto paralara, döviz piyasasına yaklaşım gibi olduğunu, dolayısıyla alsatçı bir davranışla yaklaştıklarını tespit ediyorum.
NFT’lerin örneğin saatler içinde satılması, artık psikolojik getirisi pek olmayan, sadece spekülatif öğelerin öne çıktığı, farklı ve daha fazla döviz piyasasına, kripto piyasasına benzer bir piyasadan bahsedebileceğimizi gösteriyor bana göre. Bir şeyin nadir olması, belli sayıda olması onu sanat eseri yapmaz. Elmas da nadirdir ama sanat eseri değildir.

Ne gerekir peki?
Bir şeyin sanat eseri olduğunun teyit edilmesi için arkasındaki teorinin, sanat tarihçilerinin, sanatçının dayandığı bir görüşün olması lazım. Çünkü sanat, hep referanslar üzerine ilerler. Sanatçılar, geçmişe referanslarla işlerini renklendirirler. Hiçbir şeye referans olmayan, hayali işler yapıyoruz diye ortaya çıkanların işleri zamanın testine tabi olacak. Benim gözlemlerim, NFT sanki sürrealizmle birleşecek. NFT’lerdeki gizli sürrealizmi inceleyecek ve onun üzerine yazacak belki sanat tarihçileri, sanat eleştirmenleri.

Şu anda var mı bu konuda yazılar?
Şu anda bir sanat tarihçisinin NFT’leri analiz ettiğini ben duymadım. NFT’ler hakkında tek tük yazılar çıkıyor. Pozitif yazılar yazanlar da var. Ama çoğu eleştirmen çok mesafeli bakıyor. Çoğunun çöp olduğunu düşünüyorlar. Ben de öyle düşünüyorum. Çünkü bu fiyatlar, birtakım seriler sanat değil… Bunlar eterium temelli bir tür uniq kripto para. Sonuçta para, paradır. Belki ileride, pazarlama odaklı, iletişim odaklı başka işlere yarayacaklar ama hiçbir zaman sanat eseri olmayacaklar. Bunu kabul etmek lazım. Bir akademisyenim, gözlemciyim, gözlemlerimi paylaşmam lazım. Nadirlik sanat eserinde aranan bir özellik ama bir şeyin Sotheby’s (merkezi New York’ta bulunan, İngiliz merkezli Amerikan çokuluslu şirketi. Dünyanın en büyük dekoratif sanat, mücevher ve koleksiyon brokerlerinden biri) ya da Christie’s (1766 yılında James Christie tarafından kurulmuş bir İngiliz müzayede evi) müzayede evlerinde satılıyor olması onu sanat eseri yapmaz. Yani Beeple’ın (Amerikalı bir dijital sanatçı, grafik tasarımcı, asıl adı Michael Joseph Winkelmann) işlerinin orada satılıyor olması onu sanat eseri yapmaz. Yine bunu zamana bırakmak gerekiyor. Grafik üreten insanların yaptıkları şeyin sanata evriliyor olmasına yine zaman karar verecek.

TÜRK SANAT
PİYASASININ BÜYÜKLÜĞÜ

Kitabınızda “Hacmin düştüğü doğrudur ama Türk sanat piyasasının bir milyon dolar civarında olduğunu söylemek de büyük hata olur” demişsiniz. Türkiye’de sanat piyasasının büyüklüğü nedir?
Son dönemlerde Türk lirası çok değer kaybettiği için dolar bazında bir küçülme olduğunu söyleyebiliriz. Şu an Türk sanat piyasası 30 – 40 milyon dolar büyüklüğünde diyebilirim.
Bu miktar Türkiye’nin ekonomik büyüklüğü ile mukayese ettiğimizde neye tekabül ediyor?
Çok küçük kalıyor. Dünyanın 17. büyük ekonomisi diyoruz Türkiye için. Dünyanın gayri safi hasılasının yüzde 1’ini ürettiğimiz en iyi dönemde bile dünya sanat piyasasının yüzde 1’i değildik. Dünya sanat piyasası 50 – 60 milyar dolar arası gitti geldi son 10 yılda. Bizim en parlak olduğumuz 2009 – 2010 yılını alalım, 200 milyon dolar idi Türkiye’deki sanat piyasası büyüklüğü. Bizim sanat piyasamız ülkenin ekonomik büyüklüğü ile kıyaslandığında çok daha aşağılarda. Türkiye’deki sanat pazarı oldukça genç, çabuk büyümek isteyen ama tam kurumsallaşamamış bir yapıya sahip.

Bu da bizim kültürel sermayemizin yoksunluğu ile ilgili sanıyorum. Doğru bir çıkarım mı bu?
Evet, doğru. Kültür sermayesinin belli bir seviyeye eriştiğini nereden anlarız? Sanat piyasası büyüklüğü sizin ekonominizle aynı hızda gidemiyorsa demek ki bu alan sizin daha az önem verdiğiniz, göz ardı ettiğiniz bir alan. Bugün çok seçici bir koruma anlayışı var. Bilinçli ihmal var. Kültürün, sanatın, tarihin her kısmına sahip çıkmak gerekiyor.

Son olarak şunu sormak isterim. Türkiye’de sanatın gelişmesi, kültürel sermayenin artması için önerileriniz neler?
Birçok ülkede devlet ve özel sektör, genç sanatçıların tanınması için değişik girişimlerde bulunuyor. Bence bunlardan en önemlisi Artbank yani sanat bankası yaklaşımı. Avustralya’daki Artbank fonu her yıl belli bir miktar parayı genç sanatçıların işlerini almaya ayırıyor. Onların eserlerini sergiliyor, kamuya ve özel sektöre kiralıyor. Benzeri bir oluşum Kanada’da da var. Kanada Artbank’taki eserler her yıl bir kez sergileniyor. Ayrıca devlet daireleri, elçilikler, özel kurumlar bu eserleri kiralıyor. Ülkemizde de bu tür bir sanat bankası kurulmasının her yıl güzel sanatlar fakültelerinden mezun olan binlerce genç sanatçı için önemli bir adım olacağını düşünüyorum. Bu aynı zamanda kültür sermayemizin de artmasını sağlayacaktır.

Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Söyleşimiz sona ererken kısa zamanda yeniden sanatın ekonomisi üzerine görüşmek dileğimizi de iletmek isteriz.
Bu konuyu gündeminize aldığınız için ben teşekkür ederim.