Temmuz27 , 2024

Bir deli, bir dolu ve Galeri Mİ-GE

İlgili Yazılar

Türk sanatının zarif temsilcileri

Geleneksel Türk sanatlarının ve kültürünün yaşatılmasında, dünyaya tanıtılmasında büyük...

“Biz onu en çok siyah beyaz görüntülerinden sevdik…”

“İlk işimiz Atatürk belgelerini kurtarmak. Bunu bu ülkeye ve...

Bir nesil onun sesiyle büyüdü: Jeyan Tözüm

Tiyatro, sinema ve seslendirme bütün olarak bir insan olsaydı...

“Fotoğraf, benim için müthiş bir terapi aracı oldu”

Uzun yıllardır fotoğraf sanatı ile ilgilenen iş insanı Serhan...

“Fotoğraf makinem, fırçam; yaşamın kendisi ise boyalarım oldu”

Çektiği fotoğraf karelerine yaptığı dijital müdahalelerle ortaya koyduğu eserlerinde...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

“Duyguların, tuvallerin, boyaların, şövalelerin, mumların, çiçeklerin, şarapların, şarkıların unutulmaz şölenlere dönüştüğü mekandır Mİ-GE. Orada yaşanan zaman öylesine renkliydi ki renkler hiç solmasın istedim, taptaze kalsın anılarımda. Mİ-GE Sanat Galerisini hizmete açarken belki de yaşamı çirkinliklerinden arındırmayı, yaratıcı ruhu yaşamın içine katabilmeyi düşündüm kendimce1” diye ifade ediyor Mine Özman, Ankara’nın unutulmazları arasına giren Mİ-GE’den söz ederken.

Bundan 50 yıl önce Ankara sanat ortamında var olan bir sanat galerisinin kuruluş öyküsüne değinmeden önce genel olarak tanımına ve işleyişine baktığımızda galerilerin, sanat eserini görünür kıldığını, ayrılmaz bir bütün olarak sanat eserlerini izleyenle buluşturan mekanlar olarak karşımıza çıktığını görürüz. Sanat ve izleyen ilişkisinde, eserin yaratım sürecinin değerli olduğu kadar, bu değeri sergilemenin ve paylaşmanın da aynı ölçüde öneme sahip olduğunu biliyoruz. Sanat eseri üretim sürecinin ardından, çeşitli nedenlerle izleyici ile buluşma ve onlarla ilişki kurma süreci devreye girer. Bu noktada, eserlerin sergilendiği sergi mekanları ve galeriler bu görevi üstlenir. İşte bu nedenle galerileri, sanatsal yaratı ve gösteri bağlamında kamusal alan olarak değerlendirebiliyoruz.

Mİ-GE’den bir görünüm.

Jürgen Habermas’ın kamusal alan kavramında, kamunun ortaya çıkışını modernlikle örtüştürdüğü bilinir. Habermas, kamusal alanı modernite ile değerlendirirken siyasetle doğrudan bağlantı kurar ancak sanatla herhangi bir ilişki kurmaz. Sanatın siyasetle olan ilişkisinde kamusallığı yani “mekan” bağlamını değerlendirdiğimizde, siyasettekine benzer biçimde galeri mekanının kökeni, yapı içindeki hacimleri birbirine bağlayan salonlar/koridorlar anlamına gelir. Daha da geriye gidecek olursak 17. yüzyıldan itibaren ise saraylardaki mekanları birbirine bağlayan koridorlardan geçilirken sanat eserlerinin görülmesini sağlayan alanlar olarak rol üstlenirler.2 Galeriler bu yönleriyle bir geçiş mekanıdır ve aynı zamanda birer köprü işlevi görür.
Cumhuriyet ile birlikte Ankara’daki yeni kültürel ortamın en önemli parçası; gerçekleştirilen sergiler, yerli sanatçıların üretimlerinin başkentte görünür olması ve sanat eseri alımı, devletin teşviki ile mümkün olur.
Özellikle 1930’lu yıllardan itibaren Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında Ankara’da kültürel ve sanatsal etkinliklerin düzenlendiği sanat kurumları az da olsa görünmeye başlar. Halkevi, sergievi gibi kurumlar açıldıkları günden itibaren pek çok faaliyet gösterir. Gerek ekonomik ve politik gerekse sosyal değişimlerin gözle görülür derecede farklılıkların yaşandığı 1946 ve 1960 yılları arasındaki dönem, İkinci Dünya Savaşı’nın bitişi ve etkilerinin hissedildiği döneme denk düşer. 1946’da çok partili döneme geçiş ve 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle, devletin ekonomik ve endüstriyel gelişmelere öncelik verdiği anlaşılır. Dolayısıyla kültürel ve sanatsal faaliyetler eskisi kadar destek görmez ve büyük ölçüde destek kesilir. Kültür ve sanat alanında yaşanan olumsuzluklar, beraberinde olumlu gelişmelere de sebep olur. Zamanla bireysel ve/veya grup teşebbüsleriyle özel galerilerin açılması söz konusu olur. Özel galeri açma teşebbüslerini, 1951’de Halkevleri’nin kapatılması, yurt gezilerine son verilmesi gibi olumsuzluklar tetikler. Özel galerilerin açılması, çağdaş Türk sanatında önemli bir kırılma noktası yaratarak sanat piyasası oluşmasına da neden olur. Devam eden süreçte, sanat etkinliklerinin düzenlenmesi için çeşitli şahıs ve kurumların özel girişimleriyle alternatif mekan arayışlarının sürdüğünü görebiliyoruz. Özellikle 1948’de Sanat Sevenler Kulübü3 , 1952’de Helikon Sanat Derneği ve 1957’de Galeri Milar, Ankara’da özel girişimler sonucunda açılan galeriler arasında yer alır.4 Dönemin çeşitli sanat etkinliklerini düzenlemelerinin yanı sıra sergi faaliyetlerinin de gerçekleştiği bu mekanlar, Türkiye’de özel galericilik anlayışının doğmasına neden olur. Ankara’da görülen söz konusu gelişme, aynı zamanda İstanbul’daki özel galericilik girişimleriyle de paralellik gösterir.

Mİ-GE Art’ta Yıldız İbrahimova konseri.

1970’li yıllara doğru gelindiğinde Türkiye’nin de küreselleşme politikalarına ayak uydurmaya başlandığını ve sanayinin yükselişe geçtiğine tanıklık edilebilir. Aynı zamanda önemli şirket sahiplerinin holdingleştiği de görülebilir. Eczacıbaşı, Sabancı gibi şirketlerin özel sermayedarlar olarak devleti kültürel hizmet açısından desteklemeleri ve yine Türkiye’ye önemli sanat mekanları ve müzeleri kazandırmaları bakımından önem addedilebilir. Özel kurumlar ve özellikle de bankalar, sanat alanına yatırım yapmaya başlarlar. Yapılan yatırımlarla, eski ve yeni sanat eserlerinin sergilenmesi ve pazarlanması kolaylaşır. Galerilerin artması ile sanatta yeni bir döneme girilir ve yeni sanat ortamları çoğalmaya başlar. 1970’li yıllarda sanat galerisi yöneticiliği özellikle bir meslek olarak görülmeye başlanır.

ANKARA’DA GALERİCİLİK

İstanbul’da 1950’li yıllarda Maya Sanat Galerisi ile canlanmaya başlayan galericilik, Ankara’da tam anlamıyla 1970’li yıllarda hayat bulur. 1973 yılında Ankara’da Ertan Mestçi tarafından açılan ve 1986’ya dek faaliyetini sürdüren Artisan Sanat Galerisi (1973)5, uzunca bir süre varlığını sürdürebilen bir sanat mekanı olur. Doğuş Sanat Galerisi (1962), 1972-75 yılları arasında Türkiye İş Bankasının galerisi, yine aynı yıllarda açılan Tuzcuoğlu Galerisi (1973), Evrensel Sanat Galerisi (1974), Leonardo Sanat Galerisi (1978), Galeri Sanat- Yapım (1982), Galeri Mİ-GE (1982), Galeri Z (1983), Turkuvaz Sanat Galerisi (1980), Takı Sanat Galerisi, Siyah Beyaz Galeri (1984), Galeri Nev Ankara (1984), Galeri Akdeniz (1983), Ankara Urart Galeri (1983), Galeri Selvin (1985), Galeri Armoni (1988), Galeri Arda (1989), Galeri Soyut (1990), Transparan Sanat Galerisi (1995) gibi pek çok özel galerinin Ankara kültür sanat hayatında varlığından söz ettirdiğini söyleyebiliriz.

ANKARA’DA İKİ AZİMLİ KADIN GALERİCİ

Ancak yukarıda adını andığımız galeriler içinden odak noktasını Galeri Mİ-GE’nin üzerine tuttuğumuzda azimli iki kadın galericinin 1982 yılında Ankara’da başlayan öyküsüne tanıklık edebilmemiz mümkün hale gelir. Galeri Mİ-GE, 1982 yılında Ankara’da Cinnah Caddesi 62/2’de sanat etkinliklerine başlamış ve 2003 yılına kadar 21 yıl süreyle 70’in üzerinde sergiye ev sahipliği yapmıştır. Mİ-GE’de kişisel sergilerin dışında pek çok sayıda karma sergi ve şenlik de düzenlenir. Galeri mekanı zaman içinde yerli ve yabancı sanatçıları ağırlayan önemli bir kültür merkezi görevi üstlenerek yurt içinde ve yurt dışında düzenlediği sergilerle hafızalarda yer eder. Galeri Mİ-GE düzenlediği etkinliklerle Ankara’da ilklere imza atar. Söz konusu ilkler arasında afiş ve efemera sergileri dikkat çeker. Ankara’daki I, II ve III. Sanat Şenlikleri Mİ-GE tarafından düzenlenir. Aynı zamanda çocuk resimleri şenliği de Mİ-GE çatısı altında tertip edilir. Ankaralı entelektüel, yazar, şair, gazeteci ile siyaset ve iş dünyasından pek çok insanın bir araya geldiği mekanda, çeşitli sergi faaliyetlerinin yanı sıra seminerler, şiir geceleri, müzik dinletileri, kitap tanıtımları, antik takı müzayedeleri ve brocanteler (ikinci el eşya pazarı) düzenlenen diğer etkinlikler arasında sıralanabilir. Mİ-GE, 1990’lardan itibaren de çeşitli fuarlara sanatçılarıyla birlikte katılım sağlar.

MİNE ÖZMAN’IN HAYALİ

Mİ-GE’yi açma fikri, Ankara’da sanatçı Lütfü Günay’ın atölyesinde galeri sahibelerinden Mine Özman’ın hayali olarak dile getirilir. Mine Özman, aynı zamanda 1970’li yıllar boyunca Ankara’daki sanat etkinliklerinin sıkı takipçilerinden biridir. Öyle ki Vakko Sanat Galerisindeki sergileri takip ediyor ve galerinin yöneticisi sanatçı Gencay Kasapçı’nın yönlendirmesiyle de sanat eseri satın alıyor. O günlerde Özman, Gencay Kasapçı’nın uzmanlığından etkileniyor. Ve gün geliyor, Mine ile Gencay ilgilerini, bilgilerini, deneyimlerini ve gönüllerini, tabii bir de isimlerinin ilk hecelerini birleştirerek galeriyi, 20 Aralık 1982’de Kasapçı’nın düzenlediği sergi ile Ankaralı sanatseverlerin hizmetine açıyor… Mine Özman, uzun bir süre Gencay Kasapçı ile galeriyi yönettikten sonra Kasapçı, yöneticilikten ayrılarak resimlerini yapmaya yöneliyor. Özman, galeriyi tek başına çekip çevirmekte güçlük çekince sanat tarihçisi ve eleştirmen Kaya Özsezgin’den, sonrasında ise Önder Şenyapılı’dan destek alarak faaliyetleri sürdürmeye devam ediyor. Mİ-GE, kısa sürede Ankaralı pek çok ismin hafızasında yer etmiş önemli bir buluşma noktası haline gelip adeta bir mabede dönüşür.

ZİYARETÇİLER ARASINDA KİMLER YOK Kİ?

Peki, bu mabede kimler geliyordu dersiniz? Mİ-GE Sanat Galerisine gelen ziyaretçiler arasında kimler yok ki? Sanatçılar, sanatseverler, yazarlar, çizerler, diplomatlar, siyasetçiler, öğretim üyelerini sayabiliriz ancak merceği büyüttüğümüzde Yaşar Kemal, İoanna Kuçuradi, Emel Korutürk, Uğur Mumcu, Aziz Nesin, İlber Ortaylı, Semih Sergen, Türkan Şoray ve daha pek çok ismin bir araya gelip unutulmaz hatıralar yarattığına tanıklık edebiliriz. Başarılı iki kadın galericinin öyküsünün birebir şahidi olan diğer galerici ve sanatçıların Mİ-GE Sanat Galerisi hakkındaki görüşlerini merak edip soru yönelttiğimde Fatma Tuna, “(…) Özel galericilerden sanırım ilk olarak Taylan Tegin (Turkuvaz, Mİ-GE Sanat Galerisi) vardı. Mİ-GE benim galerimden 6 ay büyüktü, o da Mine Özman’ındı –Cinnah Caddesi 62 numarada o vardı, 64 numarada da ben vardım, yan yanaydık. Mine Hanım gerçekten çok özenli çalışmalar yaptı. Ancak galerinin arkasında Gama Güriş Holding vardı. Gama’nın Kızılay adresinde de bir sergi mekanı vardı. Kısa bir dönem sonra 1982 yılında Mİ-GE açıldı. Gencay Kasapçı ile birlikte kurdular. Ayrıca Gencay Kasapçı Vakko Sanat Galerisinin müdiresiydi. Orayı bıraktıktan sonra Mine Hanım ile başladılar”6 yanıtını vererek Ankara sanat hayatındaki etkili birliktelikten söz eder. Tuna, Ankaralı galericilerle ilgili olarak açıklamasının devamında; “Hayran kaldığım galericiler vardı ama yaptığı işi tasvip etmediğim galericiler de vardı. Hayran olduğum galericilik tarzına sahip olan Mine Özman’ın galerisi Mİ-GE idi. İlk çalıştayı Türkiye’de Mine Hanım yaptı. Daha önce yapan olmadı, duymadım. O küçücük galeride sanatçıların tüm malzemelerini hazırlar, davet ederdi. İki üç gün sürerdi bu etkinlikler. Avrupa’da ve Asya’da da sergiler düzenlerdi. Tabii, tüm bunlar hem fikir hem de para demek. Turgay Artam ile müzayedeye başladılar. Sonra İstanbul’a gittiler”7 ifadesine yer vererek dönemin atmosferini bir nebze de olsa hissetmemizi sağlar.

Hasan Pekmezci ile birlikte Mİ-GE Art’ta Çocuk Resimleri Şenliği

ANKARA’DA BİR SANAT MABEDİ

Sanatçı Habip Aydoğdu ise Galeri Mİ-GE ile ilgili belleğini şu sözlerle aktarır:
“Gama Sanat Galerisi vardı ve Gama’nın patronları, Yüksel Erimtan ve Erol Özman, her ikisi de benim çok iyi dostum olmalarına rağmen hiç oraya gitmedim. Ancak benim için Erol Özman’ın sevgili eşi Mine Özman yönetimindeki Mİ-GE Galerisinin yeri ayrıydı. Ankara için Mine Özman’ın Mİ-GE Sanat Galerisi bir mabet, Şekip Oğuz’un Küçükesat’daki Tuğ-Ajans’ı bir dergah gibiydi. Mine Özman’ın, özellikle evinde düzenlediği davetler iş ve politika dünyasının, yazar, çizer, akademisyen ve sanat insanlarının en önemli simalarının buluşma yerine döner, büyük dostlukların oluşmasına aracılık ederdi. Ragıp Buluç’la, Yüksel Erimtan’la, Ahmet Kanneci, Uğur Mumcu ve Adnan Kahveci’yle bu toplantılar vesilesiyle tanışmış, dost olmuştum.”8
Sanatçı Zahit Büyükişleyen de Gencay Kasapçı anısına bir araya getirilen yazılarda Mİ-GE’den şu sözlerle bahsederek birleştirici gücünün zihnimizde oluşmasına yardım eder:
“Mİ-GE yeni bir buluşma noktası. Açılışlar, konuşmalar, sanat sohbetleri, workshop’lar yaptık, bizlere çok büyük katkısı oldu. Bizim genç kuşağı toplayan, bir araya getiren çok yapıcı bir tarafı vardı. Gencay Kasapçı’nın abla gibi anaç bir yönü vardı.”9 Mİ-GE ile ilgili bir diğer bellek ise Yalçın Gökçebağ’ın zihninden bizlere aktardıkları:
“Gencay Kasapçı, Mine Hanım ile beraber Mİ-GE’yi açtı, bu sefer de ben onlarla çalışmak istedim. Mİ-GE Türkiye’nin en büyük galerilerindendi. Ankara, o zamanlar İstanbul’a göre daha faaldi. Resim dünyası daha iyiydi. Devlet kurumları destekliyordu; Dışişleri Bakanlığı resim alırdı, resim alan bürokratlar vardı.”10
Tabii burada sistemin kontrollü biçimde yürüyebilmesi için gelişmiş bir networke ihtiyaç vardır. Mine Özman ve Gencay Kasapçı bu gibi ilişkilere vakıf ve çevreyi tanıyan kimseler olduğundan galerinin rahatlıkla resim satıyor olması son derece beklendik.

DÜZENLİ SERGİLER MİADINI DOLDURUYOR

1980’lerin sonları ve 1990’lı yıllardan itibaren gerek Mİ-GE Sanat Galerisinin kurucusu ve sahibi Mine Özman’ın, sergileme faaliyetlerinin ötesine geçme arzusu gerekse sanatsal ifadede yeni arayışlar, Ankara’da etkinlikleri performatif denemelerle de buluşturur. Uzun zamandır düzenli sergi yapmanın Mine Özman açısından yeniden farklı biçimde ele alınışını şu ifadelerden anlıyoruz:
“Çoktandır düzenli sergiler benim için artık miadını doldurmuştu. Sanat dünyasında başka bir ufka doğru yol almaya başlamıştım. Galeri, Cinnah 61/8’de Mİ-GE Art’a dönüştükten sonra, farklı bir sanat yorumu ve anlayışıyla hizmet vermeye başlamıştık. Mİ-GE Sanat Galerisinde başlayan happening’ler bu mekanda enstalasyonlara dönüştü. Sanat, sanat tarihi, psikoloji ve felsefe seminerlerinde de bir araya geldik.”11

Yaşandı mı Acaba? kitabında Mİ-GE’nin kurucularından Mine Özcan’ın hayat ve sanat öyküsü okuyucu ile buluşuyor.

ANKARA’NIN TOZUNU SİLKELEMEK

Mİ-GE Sanat Galerisi, düzenlediği etkinlikler ve Ankara’da yarattığı atmosferle hafızalarda yer etmiş, ancak kurcalandığı vakit suyu bulandıran bir toprak gibi her zerreye nüfus edebilecek bir yapıda olduğu için gündeme getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü canlılığını kaybetmeye yüz tutmuş olan Ankara sanat ortamının tozunu silkelemek, başkentin hak ettiğini vermek anlamına geldiğinden olumlu örnekleri hatırlatmamız yerinde olacaktır.

 

 

KAYNAKÇA
1- Mine Özman, Yaşandı mı Acaba?. (Ed. Kıymet Giray). 2005, İstanbul: Mas Matbaacılık A.Ş. s. 105.
2- Barış Acar, Ekphrasis Çağdaş Sanatta Bireyleşmeler – I. 2018, İstanbul: Corpus Yayınları. s. 50-51.
3- Ankara’nın en köklü kurumlarından birisi olan Sanat Kurumu, 1948’de “Sanat Sevenler Kulübü” adıyla kuruldu. Ardından, 1952’de “Sanat Sevenler Derneği” olarak adını ve yapısını değiştirerek, Türkiye’nin kültür ve sanat yaşamındaki yerini aldı. 1967’de derneğin yapısı, Bakanlar Kurulu Kararı ile ‘Kamuya Yararlı Dernek’ şeklinde değiştirildi. “Sanat Sevenler Derneği” adıyla etkinliklerini sürdürürken, 1981’de “Sanat Kurumu” adını alarak bugünkü yapısına kavuşmuştur. 1964’ten itibaren Tiyatro, 1984’ten beri de plastik sanatlarda ödül veren Sanat Kurumu, 1993’ten bu yana da Sanat Kurumu Onur Ödüllerini vermeye devam etmektedir. Detaylı bilgi için bkz. Başkent Gazetesi, 26 Ekim 2017. s. 2.
4- Başak Önsal, Emergence of Art Galleries in Ankara- A Case Study of Three Pionerring Galleries in the 1950s. 2006, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi Ankara. s. 78.
5- Artisan Sanat Galerisi, 1986 yılında İstanbul’a taşınmıştır.
6- Fatma Tuna ile Sözlü Tarih, 01 Temmuz 2021.
7- Fatma Tuna ile Sözlü Tarih, 01 Temmuz 2021.
8- Habip Aydoğdu ile Sözlü Tarih, 01 Temmuz 2021.
9- Zahit Büyükişleyen, Noktanın Sonsuzluğu: Gencay Kasapçı. 2019, (Ed. Ömer Faruk Şerifoğlu). İstanbul: Mas Matbaacılık A.Ş. s. 37.
10- Yalçın Gökçebağ, Noktanın Sonsuzluğu: Gencay Kasapçı. 2019, (Ed. Ömer Faruk Şerifoğlu). İstanbul: Mas Matbaacılık A.Ş. s. 52.
11- Mine Özman, Yaşandı mı Acaba?. (Ed. Kıymet Giray). 2005, İstanbul: Mas Matbaacılık A.Ş. s. 99.