Aralık9 , 2024

Hasan Çelebi: “Hat sanatında kadın erkek ayrımı olmaz”

İlgili Yazılar

Bir mimarlık ve sanat arşivi: Şehrin panoları

Kolektif bütünlüğün birer estetik simgesi olan seramik-mozaik panolar; Türkiye’de...

Çağdaş sanatta nefes alanı: K2 Güncel Sanat Merkezi

K2 Güncel Sanat Merkezi, Avrupa Birliğinden Mardin’e, Çanakkale’den Hatay’a...

“Çağdaş sanatı anlamak, eleştirel düşünme becerilerini geliştirir”

Sanat danışmanı, sanat yazarı, sergi küratörü ve sanat eğitmeni...

“Çağdaş sanatçı, toplumun teorisyenidir”

İran asıllı çağdaş minyatür sanatçısı Arya Kamalı, İzmir’de kendi...

Sinema dünyasının ortasında Kalkütalı bir komple sanatçı

Sinemayla dopdolu yirmili yaşlarım geri gelmese de eski...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Hat sanatının yaşayan en büyük ismi sayılan Hasan Çelebi, yetiştirdiği öğrencilerle de bu sanatın sonraki kuşaklar tarafından sürdürülmesini sağlıyor: “Kadın, erkek fark etmez bu hat sanatını kim yaparsa ona teşekkür ederim.”

SÖYLEŞİ: BELKIS KAMUT AKTÜRK

Hat hat sanatı denince ve elbette hattat denince akla ilk gelenlerdendir Hasan Çelebi. Hattatların Reisi kabul edilir. Hat sanatına verdiği emek, paha biçilemez olur… Okumayı kendi gayretiyle öğrenen Hasan Çelebi’nin hat sanatına ilgisi, köylerindeki caminin yazılarına duyduğu ilgi ile başlamış. Çeşitli yerlerdeki müezzinlik ve imamlık görevlerinin ardından 1963 yılında İstanbul’a dönen Hasan Çelebi, hattat Halim Özyazıcı’dan dört ay ders almış, 1964’te Hamid Aytaç’ın öğrencisi olmuş. 1975 yılında Hamit Aytaç’tan sülüs ve nesih (hat sanatının yazı türleri) icazeti almış. 1981 yılında ise Kemal Batanay’dan ta’lik ve rik’a (hat sanatının yazı türleri) icazetini aldı. Hat sanatı eserlerine baktığımızda 1960 yılında Atik Ali Paşa Camii’nin kapısındaki Mustafa Rakım Efendi yazısını ıslah ettiği bilgisi karşılıyor bizi önce. 1974 yılında Sultanahmet Camii’nin tarihası sırasında yan kubbe yazılarıyla, “esma-ül hüsna”ları düzelten sanatçı ilk kişisel sergisini 1982 yılında açmış. Sonraki yıllarda Türkiye’nin yanı sıra birçok ülkede sergi açan Hasan Çelebi, 1976’dan bu yana da hat dersleri veriyor, öğrenci yetiştiriyor.
Şimdi sizi Hasan Çelebi ile geçmişten günümüze uzanan bir sohbete davet ediyorum…

Sanat tarihi uzmanı Belkıs Kamut Aktürk, Hasan Çelebi ile geçmişten günümüze hat sanatı üzerine söyleşti.

1937 Erzurum’da Oltu ilçesinin İnci köyünde dünyaya geldiniz. Siz büyük hattat Hasan Çelebi ile aynı adı taşıyorsunuz. 16. yüzyılda yaşamış Ahmet Karahisari’nin öğrencisi ve manevi evladı Süleymaniye Camii’nin bir kısmını, Selimiye Camii’nin ise tamamını yazan büyük hattat Hasan Çelebi. Sizce bu kaderinizi etkilemiş midir?
Belki etkilemiştir, bilemiyorum çünkü kader çizgisi bize göre Ekvator çizgisi gibi bir şey. Onun ötesine geçmek herkese nasip olmuyor, üstelik o çizginin öbür tarafında ne olduğunu bilemiyoruz. Tesadüf desem bazı şeyler tesadüfe kalmıyor, Mevla’nın ihsanı diyeceğim buna.

KAĞIT YOKTU, MISIR KOÇANININ İÇ YAPRAKLARINA YAZARDIM

Yaşadığınız coğrafya kaderinizdir derler. Malum hayat şartları… Savaştan yeni çıkmış bir ülke, yeni düzene alışmaya çalışan bir toplum. Ama sizin hayatınızda büyük etkileri olan insanlar var. Hayatınızda iki kişi var ki ikisinin adı da Yusuf. Biri Yusuf Altaş. Diğeri de 15 Ağustos 1963 tarihinde Üsküdar Sultantepe Mehmet Said Efendi Camii’ne imam tayin oldunuz; burada tanıştığınız taş ustası Yusuf Efendi. Size bambaşka bir alemin kapısını aralar. Hamid Aytaç ile tanışmanıza vesile olur.
Yusuf Altaş dayım. Annem onu çok sırtında taşımış, doğuştan ayağında bir arıza vardı, kendini ilme verdi ama ona ilim verecek kimse yok. Harp içindeyiz, bitmiş ama etkisi bitmemiş. Pek çok kişi ihtiyat askeri. Yoksulluk var, yol yok. Günümüz gençliğine garip gelir, 1975’lere dek İstanbul’a tren vardı, köyden köye bile yol yoktu, patikalar vardı. Yusuf Altaş, hoca görmemiş, medrese görmemiş. Vefatından sonra terekesinden iki not defteri çıktı. Güncel olayları kayıt etmiş. Aydın bir insandı, ben hafızlığımı onda yaptım, beni hiç azarlamadı. Tek derdi, dersin yapılması idi.
Gelelim Taşçı Yusuf’a. O da bir köy çocuğu, Kastamonu Araç kazasından yetişmiş, usta olmuş, dükkan açmış ve iyi bir sanatkardı. Bugün onun yetiştirdiği çırağı bile bulamıyoruz. Dükkanı imam olduğum yere yakındı, sabah akşam geçiyorum ve hep eski yazıları görüyorum. Bir de cami yazıları yazıyor, bir metre, bir buçuk metre boyunda ben de dikkatle bakıyorum. Bir gün bana “Hemşerim sen çok bakıyorsun, mezar taşı mı yaptıracaksın?” diye sordu. Meraklı olduğumu söyledim, kendine has gülüşü ile, “Bunların hocası var buraya gelir, seni de çağıralım” dedi.

Yazıya çok hevesiniz var ama gösteren yok. Maliye’de çalışan bir bey, sizin kurşun kalemle çabaladığınızı görür ve sizi çalıştığı daireye davet eder, biraz gösterir. Siz de portakal sandığından bir parça ve bakkaldan alınan ham karton ile ilk denemelerinizi yapmaya başlamışsınız. O günlerden bugünlere gelmek…
Kağıt yok. Mısırın içindeki gömlek (mısır koçanının iç yaprakları) var, ihtiyarlar ona sigara sarar içerdi. Ben de onları aldım, onlara cami içindeki yazıları taklit etmeye çalışıyorum. Yazının ne olduğunu bile bilmiyorum. Şimdi fark ediyorum o yazıları. Yazıyı seviyordum, yazmayı seviyordum. İstanbul’da bu hevesim biraz köreldi. Ben ilkokul bile görmedim, beni kim yetiştirir? İmam olduğum camiye 150 metre mesafede kuşağımın dibinde Necmettin Hoca oturuyor. Kimse beni tanıştırmadı, ben köy çocuğuyum, kalem bilmem, mürekkep bilmem. Bu duygu bastırılmış kaldı. Beykoz’da askerlik yaptım. Cumaya gittiğim caminin müezzini Sefer Amca var o da yazı yazıyor ona da soramıyorum. Bir gün elime bir kutu geçti. Onun üzerinde harfler var, noktalar var. Noktalar ne işe yarıyor. Askerde izin aldım, Keşan’da bir ay mukabele okudum bir camide. Oradaki cami hocasına sordum, o da Yunanistan Drama’dan gelmiş. O söyledi noktaların ölçü noktası olduğunu, harfin boyunu gösterdiğini. Kıvılcım aldım orada. Askerlik bitti, Yusufeli’ne gittim kendime göre yapıyorum ama olmuyor. Kalemin dönüşündeki kıvrımlar erbabının gözüne batıyor. Maliye’deki Ahmet Efendi dedi ki, “Bunun talimini görmen lazım, kalemi vardır kullanmayı bilmen lazım.” Gittim bana gösterdi. Bir şişe mürekkep aldım, manavdan da portakal sandığından tahta parçası aldım, ucunu büktüm. Ham karton aldım yazdım, camiye çakıyorum. O yazılara yazı demek için şahit lazım ama o gün oralarda o da yoktu. Kimse uğraşmamış yazı buraya mahsus. Müftüden izin istedim İstanbul’a dönmek için. “Burada kalırsan bu kadarsın, oraya gidersen öğrenirsin” dedi.

BU İŞİN KÜLTÜRÜNDE BİRAZ ZAYIFIZ GAYRET SARF ETMEMİZ LAZIM

Hat sanatında klasik eğitim aldınız ama modern, çağdaş çizgiler de kullanıyorsunuz. “En iyi eserlerim talebelerim” dersiniz. Talebelerinizden de klasik eğitim almalarına rağmen çağdaş işler yapanlar da var. Onlar da pek çok yeniliğe imza atıyorlar. Ne düşünüyorsunuz?
Bizim bu zamana kadar hat sanatına yaptığımız şeyin maksadı bu işin kaybolmaması ve gelişmesi içindi. Her zaman söylediğim bir söz vardır. İster eliyle ister ayağıyla, ister kalemiyle, isterse de süpürgeyle yazsın. Yeter ki doğru yazsın. Buna hizmet etsin. O kişi kimse onun elini öperim. Yalnız bizim hattatlarımızın bir eksiği var. Bu işin kültüründe biraz zayıfız. Bu kültürü elde etmek için gayret sarf etmemiz lazım.

Kadın hattatlar için ne düşünüyorsunuz?
Esma İbret’lerin olduğu zamanlar… Tarihte 105 kadın hattat olduğu tesbit edildi. Eskiden kadın hattatlar vardı. Ama o zamanlar kadınlar pek fazla ön plana çıkmadığı için, onların ismi pek geçmiyor. Ancak şu an öyle değil. Kadınlar erkeklerden fazla, ancak iş yapmak manasında erkek hattatlarla başa baş giden kadın hattat çok az. Mesela erkeklerde 10 hattat varken kadınlarda 1 hattat var. Ümit ediyorum ki bu sayılar daha da artar. Biz bu sanatı kadın erkek diye ayırmıyoruz. Sadece bu sanatın düzgün yazılmasını istiyoruz. Müslim – gayrimüslim diye de ayırmıyoruz. Bizim gayretimizin maksadı bu işin kaybolmaması ve bu işin gelişmesidir. Kadın erkek fark etmez bu hat sanatını kim yaparsa ona teşekkür ederiz.

İcazetlerin altında devletin mührü olmasını istediğinizi söylersiniz hep. UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne Hat Sanatı’nı da dahil etti. Küllenmiş bir sanatı günümüze taşıyanlardansınız, buna tanıklık edensiniz. Bu, devletin mührü müdür?
UNESCO’nun bu kararının devletin mührü olmasını temenni ediyorum. UNESCO bu işe sahip çıktığına göre devlet de herhalde üzerine düşeni yapacaktır. Ümit ediyorum hat sanatı korunur.