Temmuz27 , 2024

Osmanlı dünyasında kahvenin serüveni

İlgili Yazılar

Türk sanatının zarif temsilcileri

Geleneksel Türk sanatlarının ve kültürünün yaşatılmasında, dünyaya tanıtılmasında büyük...

“Biz onu en çok siyah beyaz görüntülerinden sevdik…”

“İlk işimiz Atatürk belgelerini kurtarmak. Bunu bu ülkeye ve...

Bir nesil onun sesiyle büyüdü: Jeyan Tözüm

Tiyatro, sinema ve seslendirme bütün olarak bir insan olsaydı...

“Fotoğraf, benim için müthiş bir terapi aracı oldu”

Uzun yıllardır fotoğraf sanatı ile ilgilenen iş insanı Serhan...

“Fotoğraf makinem, fırçam; yaşamın kendisi ise boyalarım oldu”

Çektiği fotoğraf karelerine yaptığı dijital müdahalelerle ortaya koyduğu eserlerinde...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Osmanlı kayıtlarına göre ilk kahvehaneler 1550’lerin başında İstanbul’da özellikle Tahtakale ve Divanyolu hattında açıldı. Osmanlı saray hazinesinde bulunan çok sayıda kahve takımı ise hanedanın bu içeceğe kayıtsız kalmadığını; kahvenin saray ve çevresi tarafından keyifle tüketildiğini gösteriyor.

Kahve kelimesinin etimolojik kökeni, Latince coffea arabica’dan geliyor. Kahve bitkisi insana tokluk hissi verdiği için “doyma, halis süt ve koku” anlamları da var. Kelimenin etimolojik kökenindeki Arabia sözü ise bu içeceğin doğduğu coğrafya hakkında ipucu veriyor. Kahve ilk olarak Habeşistan’da yiyecek olarak ortaya çıkmış, XV. yüzyılın başlarında Yemen’de tanınarak yüzyılın sonlarından itibaren içecek halinde yaygınlık kazanmış. XVI. yüzyılın başlarında Mekke ve ardından Kahire’ye ulaşmış. İstanbul’a gelme serüveni ise deniz yoluyla yine XVI. yüzyılın ortalarına tarihleniyor. Avrupa’nın kahveyi tanıması ise daha geç tarihlere, yaklaşık XVII. yüzyıla denk geliyor. (Resim 1) Bu kadar üzerine konuştuk ama kahvenin ne olduğunu tanımlamadık, değil mi? Kahveyi kısaca, yaklaşık 2 metre boyundaki bitkinin tanelerinin çekirdek kısımlarının kavrulması, toz haline getirilmesi ve ardından sıcak su ile karıştırılarak içecek haline getirilmesi olarak tanımlamak mümkün.

Resim 1, Fransız ressam Louis-Marin Bonnet, 1736-1793, Kahve içen Kadın 1774,
*Cooper Hewitt, Smithsonian Design Museum New York, Amerika Birleşik Devletleri

İstanbul’da ilk kahvehaneler nerede açılmıştı?

Osmanlı kayıtlarında ilk kahvehanelerin 1550’lerin başında İstanbul’da özellikle Tahtakale ve Divanyolu hattında açıldığı geçiyor. XVII. yüzyıl tarihçilerinden Peçuylu İbrahim, ilk kahvehaneleri, Halepli Hakem adlı bir tüccarla Şamlı Şems adında bir kişinin İstanbul Tahtakale’de 1554-1555 yılları arasında açtıklarını bildiriyor. Kanuni Sultan Süleyman devrinde kahvehane sayısının elli dükkana yakın olduğunu da ekliyor. Zaman içerisinde sayısal verileri incelediğimizde kahvehane sayılarının 1792 yılında 1631’e, 1821’de ise 2076’ya ulaştığını anlıyoruz. (Resim 2) Osmanlı saray hazinesinde bulunan çok sayıda kahve takımı da hanedanın bu içeceğe kayıtsız kalmadığını; kahvenin saray ve çevresi tarafından keyifle tüketildiğini gösteriyor. Hem Anadolu’da hem de dünya müzelerinde incelediğimiz fincan, fincan tabağı, fincan kabı vs. örneklerin dönem modasının ötesinde özellikle hanım sultanların zarafetinin fincanlara yansıdığını da ortaya koyuyor.
Osmanlı dönemi seyyahı Evliya Çelebi’ye (ö.1684) göre XVII. yüzyılda İstanbul’da kahve satan esnafın sayısı 500, dükkan sayısı ise 300 kadardı. Bu bilgiden de kahvenin Osmanlı halkı tarafından çok sevildiğini ve hızlı bir şekilde kahvehane modellerinin oluşmaya başladığını anlayabiliriz. İnsanların sosyal, kültürel, siyasi, günlük yaşamdan sohbetleri keyifle konuştuğu kahvehaneler, zamanla kamusal alanlar haline gelmişti. Bugün bahsettiğimiz eserlerde kahvehanelerin sadece kahve içilen mekanlar olmadığını, sanatsal anlamda gelişmelerinde yaşandığı alanlar olduğunu görüyoruz. Örneğin detaylı bir şekilde açıklayacağımız tasvirin merkezinde elinde zilleri ile oynayan köçek, kemençe ve tef çalan sanatçılar nakşedilmiş; buradan anlaşılıyor ki kahvehaneler sahne, ses, görsel sanatlarında ilerleme kat ettiği mekanlardı. Tarih yazıcılığı resim sanatı ile birleştiğinde verilerin uyuştuğu da tespit ediliyor.

Taşra’da yaşayanlar da kahveye erişebiliyordu

Kahve içecek olarak Anadolu’nun her yerine dağıldığı gibi kahvehane kültürü sadece İstanbul’da yaşanmadı. Bu kültür taşra şehirlerinden uç köylere kadar yaygınlaştı. Zaman içinde sohbet arasında görsel etkinlikler, gölge oyunlarının sergilendiği alanlar olarak şekillendi. Akademik saha araştırmaları sonucunda kahvehane modelleri şu şekilde yedi başlık altında sınıflandırılmıştı: Han kahvehanesi, camilerin yakınındaki kahvehaneler, kıraathaneler, mahalle kahvehaneleri, esnaf kahvehaneleri, lokantaların kahvehaneleri ve köy kahvehaneleri. Bu tasnif günümüzde de İstanbul’daki kahvehane tipi mekanlar için de geçerli hala.

Resim 2, Kahve fincanı kabı, yaklaşık 1800-1900’ler, Osmanlı dönemine atfedilen eser, Katar İslam Sanatları Müzesinde bulunuyor.

Kahvenin ve kahvehanelerin yasaklanmasının asıl sebebi

İnsanların kahvehanelerde topluluklar halinde bir araya gelmesi siyasetin ve dedikodunun bolca konuşulduğu ortamlara sebep olmuştu. Siyasi otorite kalabalıkları zamanla tehdit olarak görmeye başlayınca insanların bağlılık derecesinde içtiği kahve için fetvaların verildiği süreçler yaşandı. Hatta fetvalarının katılığı ile bilinen Ebüssuûd Efendi, “fasıkların içeceği” olduğu için kahvenin haram sayıldığını ileri sürmüştü. Ona göre “ehl-i heva” kahvehanelerde toplanarak tavla ve satranç oynamakta, sarhoşluk veren şurup ve ardından kahve içmekteydi. “Sarhoş olan bu insanlar ibadetlerini de ihmal ettiklerinden böyle yerlerin kapatılması gerekmektedir” diyerek fetvasını sunmuştu. Ancak XVI. yüzyılın sonlarında Şeyhülislam Bostanzade Muhammed Efendi (ö. 1598) Ebüsuûd Efendi’nin fetvasının tam tersi bir açıklama yaparak kahvenin caiz olmaktan başka bazı faydaları da bulunduğunu bildirmişti. Yani konu kahve olunca şeyhülislamlar bile fetvaları farklılık gösteriyor.

Resim 3, Anonim, XVII. Yüzyıl, Osmanlıda Kahvehane, Chester Beatty Kütüphanesi İrlanda.

Ve kahvehaneler kapatılmaya başlanıyor

İlk olarak XVI. yüzyılda Eyüp, ardından sur içi, Galata bölgesini takip ederek bütün kahvehaneler kapatılmıştı. Tarihi kayıtlara göre Kanûnî Sultan Süleyman döneminin sonlarına doğru Eyüp, Galata ve İstanbul kadılarına yollanan hükümlerde kahvehanelerin kapatılması ve tekrar açılmalarının önlenmesi emrediliyordu. Kesin bir şekilde yasaklanması ise IV. Murad’ın emriyle olmuştu.
IV. Murad, 1633’te İstanbul’daki bütün kahvehanelerin kapatılmasını ve kahve içilmesini yasaklamıştı. Kahve ticaretinin ve kahvehanelerin ciddi ekonomik değere sahip olduğunun zamanla anlaşılması üzerine kapatılan dükkanlar tekrar açıldı. Hatta devlet adamlarının kahve ve kahvehanelere yatırım yaparak ekonomik anlamda ciddi kazanımlara sahip olduklarını aktaran tarihsel veriler de bulunuyor.
Bu kadar anlatımdan sonra XVII. yüzyıl kahvehaneleri aktaran bir dönem resmi ile karşı karşıyayız. Bakalım tasvir bize neler anlatıyor…
Osmanlı topraklarında kahvehanelerin açıldığı dönemin hemen sonrasına tarihlendiği düşünülen eser anonim. Yaklaşık olarak XVI. yüzyılın sonu, XVII. yüzyılın başına tarihleniyor. Chester Beatty Kütüphanesi İrlanda kayıtlarında olan bu resim, dünya kütüphanelerine giden eserlerimizden. Resme ilk baktığımızda kırk-elli kişinin bir alanda toplandığını görüyoruz. Resmin sağ üst köşesinde kumlar içinde pişen kahveler, mekanın kahvehane olduğunun ipucunu veriyor. Sahnenin birçok yerinde ellerindeki dönemin kulpsuz fincanlarını tutan, kahvelerini yudumlayan, sohbet eden, mangala ve tavla oynayan, müzik aletleri çalan, hatta bu denli kalabalık içinde okuyan tiplemeleri görmekteyiz; bu detay üzerinden kahvehanelerin zamanla okula dönüştüğünü de söyleyebiliriz.
”Türk kahve geleneğinde fincanlar kulpsuzdur. Bazı tasvirlerde kulpsuz, kallavi kahve fincanlarının hem tabaklı hem tabaksız kullanıldığı görülmektedir.“ Beşir Ayvazoğlu

Resim 3, Sarıklarda çiçek detayı, Anonim, XVI. Yüzyıl, Osmanlıda Kahvehane, Chester Beatty Kütüphanesi İrlanda.

KIRAATHANE OLARAK ADLANDIRILMA SÜRECİ

Okuma mekanı şeklinde hizmet veren kahvehanelerin kıraathane olarak adlandırılması Tanzimat sonrası döneme rastlıyor. Örnekleri yine kahvehanelerin İstanbul’da ilk açıldığı sahada karşımıza çıkıyor. Divanyolu üzerindeki Sarafim Kıraathanesi, 1857 yılında açılmış ve gazete, dergi, kitap satışı olan okuyucuların buluştuğu alan olarak tasarlanmış. Edebiyatçılarımızdan Namık Kemal, Ahmed Muhtar Paşa, Süleyman Paşa, daha sonra Ahmed Rasim, Halit Ziya Uşaklıgil gibi yazarların burada toplandığı, edebiyattan matematiğe, şiirden siyasete ve sosyolojiye uzanan konularda sohbet ettiği biliniyor. Resimde elinde kitap, varak, kalem, kağıt tutan tiplemeler gelecekte kurulacak kıraathanelerin de habercisi.
Resmin tam merkezinde üst düzlemde sarı kalem işi süslemeli bursa kemeri içinde yüksek setli bir alana yerleştirilmiş grup detaylandırılmış. Nakkaş, buradakilerin statü olarak farklı olabileceği hissini veriyor bize; figürler daha büyük resmedilmiş, kavukları ulema başlığı gibi öne çıkarılmış. Kavukların bazılarının üzerinde kırmızı gül ve laleler bulunuyor; Osmanlı mezar taşlarındaki kavukları taş işçiliği ile süsleyen çiçeklerin burada tasvirleri süslediğini görüyoruz. (Resim 3)

Resim 4, Lale Devri’nde İstanbul’da yaşayan ve döneme şahitlik eden Fransız ressam Jean-Baptiste Vanmour’un fırçasından “Kahve İçen Türk Kızı”, 1714.

YER YOK AĞALAR…

Resmin sol alt köşesinde kolunun üzerine bez formu detayı ile gösterilmiş siyahi tipleme, Halep bölgesinden gelip kahvehane işleten kişilerden biri veya dükkanda hizmet veren çalışan olabilir. Sol üst köşede kapı formundan içeri girmek isteyen müşterilere, el hareketlerinden anladığımız üzere – Yer yok ağalar… der gibi resmedilmiş görevli bulunuyor; buradan resmin dinamizminin olduğunu söyleyebiliriz. Hemen bu görevlinin arkasında altın yaldızlı iskemle üzerinde oturan biri göze çarpıyor; bu kişiye kolundan destek olarak refakat eden biri var. Buradan da oturan kişinin sıradan biri olmadığı çıkarımında bulunabiliriz. Kahvehaneleri; halkın, ulemanın ve bazen tebdili kıyafetle padişahın ziyaret ettiği alanlar olarak görüyoruz. Çünkü dünya içecek tarihinin en vazgeçilmez tatları arasında şüphesiz kahve geliyor; Osmanlı dünyasında kahvenin serüvenini aktaran bu tasvir de kahvehanelerin sosyalleşme sahasında etkin bir ortam olduğunu belgesel niteliğinde izleyiciye sunuyor.
Doğu sanatını etkileyen kahve ayrıca Batı dünyasının da tercihi. Lale Devri (1718 – 1730) yıllarında Osmanlı topraklarında bulunan ve çok sevdiği İstanbul’da hayata gözlerini yuman Fransız ressam Vanmour’un fırçasından Batılıların gözünden ilk kahve modası takip edilebilir. (Resim 4- Jean-Baptiste Vanmour, 1671 – 1737) Eev içi hayali görüntülerde kadınlar genellikle siyahi yardımcılarının getirdiği kahveleri yudumluyor. Batı’nın söylemi burada şu şekilde değerlendirilebilir: Doğu erkekleri ev dışında kahvehanelerde sosyalleşirken hane içindeki kadınlar sohbet meclisleri kurarak bazen tekil bazen de kalabalık kompozisyonlar halinde harem içinde kahve sohbeti eşliğinde sosyalleşiyor.
XIX. yüzyılda Osmanlı topraklarına akın akın gelen oryantalistler de kahve kültürünü eserlerine yansıttı. Rudolf Ernst, Jean-Léon Gérôme, Ludwig Deutsch, John Frederick Lewis gibi isimlerin tablolarında vazgeçilmez konuların başında mahrem alanlarda kahve içen kadınlar, kahvehanelerde çubuk eşliğinde kahve sohbeti eden Doğu erkekleri yer alıyor. Çünkü oryantalist algı ile kahve; keyifli sohbetin vazgeçilmezi, Doğu’nun kapalı kapılarının şehvetli içeceğidir.

Resim 5, İngiliz Oryantalist ressam John Frederick Lewis, Hareminde dinlenen Doğulu kadın ve ona kahvesini getiren yardımcısının tasviri, 46 × 35 cm, yağlı boya, 1855.

KAYNAKÇA
Bostan, İdris, “Kahve” DİA, c. XXIV, İstanbul 2001, s.202-205.
Değirmenci, Tülün, “Kahve Bahane, Kahvehane Şahane: Bir Osmanlı Kahvehanesinin “Portresi”, Bir Taşım Keyif: Türk Kahvesinin 500 Yıllık Öyküsü, Kültür Turizm Bakanlığı, İstanbul 2015, s.119-137
Düzdağ, M. Ertuğrul, Şeyhülislam Ebussuud Efendinin Fetvalarına Göre Kanuni Devrinde Osmanlı Hayatı, Yitik Hazine Yayınları, İzmir 2006.
Yaşar, Ahmet, “Kahvehane” DİA, c. EK-2, İstanbul, 2016, s.3-5.