Ekim11 , 2024

Kötülüğün yüzüne bakmak!

İlgili Yazılar

Sınırları Aşan Bir Beğeni Olarak Saz Üslubu ve Ressam Şahkulu

Boyanmamış renksiz kağıtlara, mürekkeple hafifçe renklendirilmiş hareketli desen ve...

Bihrat Mavitan’ın düş yolcuları

Galeri Selvin’deki Bihrat Mavitan heykel sergisi, kentin hareketli kültür...

“Her roman bana yaşamak için bir neden sunuyor”

Son yıllarda özellikle Alâmetler Kitabı ve Dünyadan Aşağı kitaplarıyla...

“Sanat eseri, sosyal statü göstergesi değil, iç mutluluk aracıdır”

Sanat hukuku alanındaki çalışmaları ve eser sahiplerinin haklarını korumaya...

Sanatı, tuvalden çıkıp zihinlere, duygulara uzanıyor

Sanat, ona bir kez olsun temas edenlerin peşini hiç...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Hayatı boyunca sanatçının “dünyanın vahşetine” tanıklık etme ve yaratıcı bir şekilde kendine meydan okuma sorumluluğunu düşünüp ,sürekli değişip yeniden keşfederek hayatın karmaşıklığını, güzelliğini, saçmalığını, mizahını ve acısını somutlaştıran işler yapmaya çalışan Philip Guston, adaletsizlik ve hesap verebilirlik konularını sorguluyor.

“Tate Modern, Boston Güzel Sanatlar Müzesi, Washington Ulusal Sanat Galerisi ile Houston Güzel Sanatlar Müzesi tarafından ortaklaşa düzenlenen ve İngiltere’de yaklaşık 20 yıldır sanatçıyla ilgili düzenlenen ilk büyük retrospektif olma özelliği taşıyan Philip Guston sergisini kaçırmamam gerekir” diye düşünerek gri ve yağmurlu klasik bir Londra sabahında Thames Nehri kenarında konumlanan Tate Modern’in yolunu tuttum. Sergi 11 başlık altında toplanıyor, gelin birlikte gezelim.

Dünyanın en popüler müzelerinden Tate Modern, Londra’da yer alıyor. Etkileyici bir mimariye sahip olan müze, modern ve çağdaş sanat koleksiyonlarına ev sahipliği yapıyor. 1897 yılında kapılarını halka ilk açtığında sadece 1500 eseri bünyesinde barındırırken günümüzde 70 binden fazla eseri ziyaretçilerle buluşturuyor.

HUZURSUZLUK

“Muhtemelen kişinin gerçekten öğrenebileceği tek şey, öğrenmenin tek tekniği, değişebilme kapasitesidir.”
Kanada’da Yahudi göçmen bir ailenin yedinci çocuğu olarak 1913’te dünyaya gelip ABD’de büyüyen Philip Guston, küçük yaşlardan itibaren takıntılı bir şekilde resim yapmayı ve çizmeyi kendi kendine öğrenir. Erken yaşlarda yeteneğinin takdir görmesi sonucunda da Mark Rothko ve çocukluk arkadaşı Jackson Pollock ile birlikte 1950’li ve 1960’lı yılların en ünlü soyut ressamlarından biri olur. İlk çalışmaları Amerika’daki ırkçılığı ve yurt dışındaki savaşları ele alan duvar resimleri ve resimler içeren Guston, 1960’ların sonundaki sosyal ve politik ayaklanmalar sırasında soyutlamayı eleştiren ve bazıları beyaz başlıklar giymiş, kötülüğü ve ırkçılığın gündelik faillerini temsil eden çizgi roman benzeri figürlerin yer aldığı büyük ölçekli resimler üretmeye başlar. Bu resimler, Guston’ı 20. yüzyıl sonlarının en etkili ressamlarından biri haline getirir.

Amerika’daki ırkçılığı ve yurtdışındaki savaşları ele alan duvar resimleri ve resimler yapan Philip Guston, 1950’li ve 1960’lı yılların en ünlü soyut ressamlarından birisi.

Guston, yeni ve şaşırtıcı görüntüler yaratmak için etrafındaki kabus dünyasından ilham alan karmaşık bir sanatçı. Bu sergi, resimlerinin kişisel ve politik, soyut ve figüratif, mizahi ve trajik olan arasında nasıl köprü kurduğunu araştırıyor.

MÜCADELE VE DAYANIŞMA

“Otuzlu yıllarda politik olarak büyüdüm ve birçok sanatçı gibi militan hareketlere aktif olarak dahil oldum. Sanırım bir değişimin veya olası bir değişimin parçası olma duygusu vardı.”
Phillip Goldstein olarak doğan Guston’un son derece fakir olan ailesi 1922’de Los Angeles’a taşınır ve birçok trajediyle karşı karşıya kalır. Hurda toplayıcı olarak çalışan babası, Guston henüz çocukken intihar eder, kardeşi de birkaç yıl sonra bir araba kazasında ölür. Guston da gelişim yıllarında bu travmaların etkisiyle başa çıkmanın bir yolu olarak sanata yönelir. Çizim ve karikatüre ilgi duyan, kütüphanede İtalyan Rönesans sanat kitaplarını inceleyerek saatler geçiren Guston’ın, aralarında Jackson Pollock ve Reuben Kadish’in de bulunduğu genç arkadaşları, onun Avrupa’daki modern sanata, özellikle de gerçeküstücülüğe ve Pablo Picasso’nun çalışmalarına olan ilgisini paylaşır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde göçmen karşıtı, Yahudi karşıtı ve ırkçı inançların arttığı, nefret gruplarının yükseldiği, en önemlisi Ku Klux Klan’ın yeniden canlandığı 1930’larda ergenlik çağında olan Guston da politikayla ilgilenmeye başlar.
O ve arkadaşları, büyük ölçekli, anlatıya dayalı duvar resimleri ve tablolar yaratarak sosyal içerikli sanat yaparlar ve sonra Meksikalı duvar ressamı David Alfaro Siqueiros’un başkanlığında oluşturulan, sanat aracılığıyla işçi haklarını desteklemeyi ve ABD’deki ırksal adaletsizliği protesto etmeyi amaçlayan Ressamlar Bloku’na katılırlar.

(Anne ve Çocuk, 1930) Guston’un 17 yaşındayken yaptığı bu tablo pek çok farklı sanatsal etkiyi bünyesinde barındırıyor. Konu Rönesans ressamlarının Meryem ve İsa tasvirlerine, anıtsal anne figürü Pablo Picasso’nun tablolarına gönderme yaparken çevre Giorgio de Chirico’nun hayaletimsi şehir manzaralarını anımsatıyor. Guston, hayatı boyunca bu sanatçılardan ilham almaya devam edecekti.

DUVARDAN ŞÖVALEYE

“Bir resmin yeni değil de eski olduğunu hissettiğinde bittiğini düşünmek isterim. Sanki formları uzun süre içinizde yaşamış gibi… Yeniye bu kadar aç olan, yapan değil, bakandır. Yeni, kendi başının çaresine bakabilir.”
Guston, 1930’lardaki Büyük Buhran sırasında duvar ressamı olarak çalışmaya başlar. 1500’lerdeki İtalyan Rönesans fresk resimlerinden esinlenerek onların anıtsallığını ve ikonografisini aktarmaya çalışır. 1934’te o ve arkadaşları Reuben Kadish ile Jules Langsner, Meksika’nın Morelia kentinde devasa bir fresk yaratarak ilk büyük duvar resmini gerçekleştirirler. Savaş ve Terörizme Karşı Mücadele olarak adlandırılan bu eser, Orta Çağ’dan ABD’deki Ku Klux Klan’a ve Avrupa’da Nazizm’in yükselişine kadar insanların zulme ve şiddete karşı direnişini gösterir. Bundan sonra Guston, 1936’da New York’a taşınmadan önce Los Angeles’ta son bir duvar resmi yapar. Orada kendisine ertesi yıl evleneceği sanatçı Musa McKim de katılır. Çalışmaları hükümet tarafından finanse edilen programlar aracılığıyla duvar ressamı olarak devam eder. Bu arada antisemitizmin arttığı bir dönemde pek çok kişinin yaptığı gibi Yahudi kimliğini maskelemek için adını Philip Guston olarak değiştirmiştir.
1940’larda Guston’ın çalışmaları, Iowa City ve Saint Louis’deki üniversitelerde öğretmenlik yapmaya başladıktan sonra dönüşüm geçirir. Bir stüdyoda çalışarak kamusal sanat ve duvar resminden uzaklaşarak şövale resmi ve portreye odaklanır. Çoğunlukla çocukların oyun oynadığı ve kavga ettiği alegorik sahneler çizer. İkinci Dünya Savaşı ve Nazi soykırımının travmasından etkilenerek giderek daha soyut kompozisyonlara yönelir. Figürler bozuldukça Guston’ın pratiği de bozulur, Guston “Her şey başarısız görünüyordu, figürasyona devam edemedim” der.

(Efsane, 1977) Efsane, sanatçıyı yatakta, kabus gibi bir nesne karışımıyla dolu bir halde gösteriyor. Yumruklar, kırık camlar, polis copu, tuğlalar, kirli tenekeler, ürkmüş bir at. Bu sahne, kargaşa içindeki bir dünyaya hapsolmuş bir sanatçının huzursuzluğunu yansıtıyor.

YENİ BAŞLANGIÇ

“Bildiklerimin çoğunu kaybederek gerçekten öğrenebileceğimi, araştırabileceğimi hissetmeye başladım.”
1940’ların sonlarında Guston’ın uygulaması dramatik bir şekilde değişmeye başlar. 1948 yılında Roma’daki Amerikan Akademisi’nden burs kazanarak ilk kez Avrupa’ya gider. Yaratıcı bir krizle karşı karşıya kalan sanatçı, figüratif resimden giderek daha fazla tatminsiz hale gelir. “Yapmak istediğim formlar nesnelerin ve figürlerin şeklini alamıyordu… Kendimi parçalanmış hissettim… çatışan sadakatler arasında… Kendi geçmişime olan sadakat ve diğer sadakatler arasında… hala yapıyorum.” Çok az resim yapar ve Roma’da yaptığı eserlerin neredeyse tamamını yok eder. Bu geziden geriye sadece soyutlamaya doğru devam eden yolculuğunu belgeleyen Çizim No. 2 (Ischia) ve birkaç küçük eskiz kalır.
Avrupa’yı dolaşıp oradaki sanatı gördükten sonra yeniden resim yapmak için ilham alan sanatçı New York’a döndüğünde soyut ressamların büyüyen ortamına girer. Sanatçılar Mark Rothko, Willem de Kooning ve Franz Kline, eleştirmen Harold Rosenberg’in yanı sıra besteciler John Cage ve Morton Feldman ile iyi arkadaş olur. Bu döneme ait resimlerinde, kompozisyonu analiz etmek için tuvalden geri adım atmadan uzun çalışmalarla sezgisel olarak çalışarak kendini sınar. Bunu 1957’de “Çalışırken resim yapmakla ilgilenmiyorum, yalnızca yaratma süreciyle ilgileniyorum. Çok fazla icat etmediğimi, kodlanmış bir şekilde zaten var olan bir şeyi ortaya çıkardığımı hissediyorum” diye açıklar.

MAVİYİ BULUP ÇIKARTMAK

“Mavi, benim için her halükarda kullanılacak tuhaf bir renk; çünkü her zaman buharlaşıyor… Ama onu ön plana çıkarmak, yüzeyde hissettirmek benim için, alışılmışın dışında bir şey.”
1950’ler boyunca ışıltılı renk kullanımı ve etkileyici fırça darbeleriyle tanınan soyut bir ressam olarak Guston’ın ünü artar. Yaratılışın zorluklarından ve bir tablonun ne zaman biteceğine karar vermenin zorluğundan şöyle bahseder: “Tuval, sanatçının hem savcı hem sanık hem jüri hem de hakim olduğu bir mahkemedir… Mahkeme dışında anlaşamazsınız. İmkansız gibi görünen bir şeyle, tahammül edebileceğiniz bir görüntüyü sabitlemekle karşı karşıyasınız.”
“Daha sağlam bir tablo” arayışı içinde olan 1950’lerin sonlarında yaptığı çalışmalar, tuvale yayılan daha büyük renk blokları içerir. Başarısı giderek artan Guston, 1960 yılında Venedik Bienali sanat sergisinde ABD’yi temsil etmek için seçilir. İki yıl sonra New York’taki Guggenheim Müzesi ilk retrospektif sergisini düzenleyerek zamanının önde gelen soyut ressamlarından biri olarak statüsünü güvence altına almasına yardımcı olur.

İMAJ YARATICISI

“Umarım bir gün kendi yüzümü boyama cesaretine sahip olacağım noktaya gelirim… Ressamın yaptığı da budur, görüntü yaratıcıdır, değil mi?”
1960’ların ortalarına gelindiğinde, huzursuz olan ve kendini sürekli gelişmeye zorlayan Guston, yeni bir aşamaya girer. Çalışmasındaki rengin çoğunu tüketir ve kendisini büyük ölçüde siyah ve beyaz pigmentlerin kullanımıyla sınırlar. Bu resimlerde genellikle kafa olarak tanımlanan koyu renkli şekiller, gri zeminlerden ortaya çıkıyor gibi görünür. Mucizevi bir noktaya ulaşma hissinden bahseder: “Boyanın boya gibi hissedilmediği… Ve sanki bir şey yapmışsın, sanki orada bir canlı varmış gibi hissetmek.”
Mecazi resim yapma dürtüsüyle mücadele eden Guston, çalışmalarındaki görsellerin “tanınırlığını ortadan kaldırmaya nasıl yönlendirildiğini” 1965’te şöyle açıklamıştı: “Tanınabilir sanatın sorunu, çok fazla şeyi dışlamasıdır… Çalışmalarımın daha fazlasını içermesini istiyorum. Ve ‘daha fazlası’ aynı zamanda kişinin nesne hakkındaki şüphelerini, artı onu tanıma sorununu, ikilemini de içerir.”
Bu eserleri 1966 yılında New York’taki Yahudi Müzesinde sergilediğinde Guston, yaratıcı hayatında ve McKim’le evliliğinde büyük bir kriz yaşamaktadır. Yaklaşık 18 ay kadar resim yapmayı bırakır ve sonunda basit çizimler yapmaya başlar. Bazıları soyut şekiller veya çizgiler, bazıları ise nesnelerden, çoğunlukla da kitaplardan oluşur. Bu iki rakip dürtü arasında sıkışıp kaldıktan sonra, “Allah kahretsin, ben sadece sağlam şeyler çizmek istedim” der. Guston’ın içindeki imaj yaratıcısı kazanmıştır.

BEN NASIL BİR İNSANIM?

“[Vietnam’daki] savaş, Amerika’nın başına gelenler, dünyanın vahşeti. Ben nasıl bir adamım ki evde oturup dergi okuyorum, her şeye öfkeleniyorum ve sonra stüdyoma gidip kırmızıyı maviyi ayarlıyorum?”
Guston, ABD’de ve dünya genelinde şiddet, ırkçılık ve kutuplaşmış siyasi görüşler karşısında sanatın oynayabileceği rol ile sık sık mücadele eder. 1960’ların sonlarında, ülkedeki pek çok kişi gibi Guston da ulusal ve dünya çapında yaşanan felaketi izler. Özellikle 1968’de Chicago’daki Demokratik Kongre’de protestoculara uygulanan polis şiddeti dikkatini çeker. Bu tür şiddet Guston’ın Ku Klux Klan’a dair anılarını tetikler ve onu kukuletalı figürlerin yer aldığı yeni resimler yapmaya teşvik eder. Aynı yıl sanatçının dünyanın vahşetine karşı kendini “uyuşturmama” sorumluluğuna ilişkin görüşünü dile getirir. “Sanatçı olmanın tek nedeni bu… tanıklık etmek” der.

Guston, 1966 yılında yaratıcı hayatında ve McKim’le evliliğinde büyük bir kriz yaşamaktadır. Yaklaşık 18 ay kadar resim yapmayı bırakır ve sonunda basit çizimler yapmaya başlar. Bazıları soyut şekiller veya çizgiler, bazıları ise nesnelerden, çoğunlukla da kitaplardan oluşur.

KUKULETALAR

“Ya ölmüş olsaydım? Tarih kitaplarındayım. Geri dönsem ne çizerdim? Yeniden doğmak için ölmen gerektiğini biliyorsun.”
Guston’ın toplumda gördüğü kabus gibi adaletsizlikleri ele almak için anlatı çalışması yapma arzusu, onu 1960’ların sonunda kukuletalı figürlerden oluşan büyük ölçekli tablolar yaratmaya yöneltir. Bunları kötülüğün sembolleri olarak görür ve şu yorumu yapar: “Benim girişimim aslında daha önce yaptığım gibi KKK’nın resimlerini yapmak değildi. Kötülük fikri beni büyüledi… Neredeyse Klan’la yaşadığımı hayal etmeye çalışıyordum. Kötü olmak nasıl olurdu? Planlamak ve komplo kurmak için.” Kukuletalı figürler şehirde dolaşırken, evde beklerken veya sanat yaparken görülüyor. Karikatürlerin hiciv yetisini kullanan resimler, güç ve gözdağı gösterimlerine meydan okur, bu figürleri gülünç ama rahatsız edici derecede sıradan olarak sunar.
Bu görüntüler aracılığıyla Guston, bu olayın arkasında kimin olduğu ve şiddet içeren ideolojilerinin toplumda nasıl maskelendiğine dair soruları gündeme getirir. Eserler hakkında doğrudan açıklama yapmayı reddeden sanatçı, kimi zaman kendi suçluluğuyla ilgili olarak “Kendimi kukuletanın arkasında görüyorum” diyerek söz eder. Resimler aynı zamanda ırkçı sistem ve kurumların yanı sıra toplumun kötü eylemlerdeki daha geniş suç ortaklığına da işaret eder. Kendi yorumu şöyle olur: “Evet, hepimiz olabiliriz. Hepimiz kukuletalıyız!”
1970 yılında Guston, New York’taki ticari bir galeri olan Marlborough Gallery’deki kişisel sergide bu yeni tablolarından 30’dan fazlasını sergiler. Sergi, eleştirmenleri ve onun bu yeni yöneliminden, özellikle de soyutlamadan uzaklaşan stil değişikliğinden dehşete düşen birçok yakın arkadaşını şoke eder. Negatif eleştiriler yıkıcı olur; çalışmaları “kaba” ve “bağlantısız” olarak nitelendirilir. Sadece birkaç arkadaşı ve eleştirmen olumlu tepki verir. Village Voice’tan sanat eleştirmeni John Perrault, “Sanki De Chirico akşamdan kalma bir halde yatağa girmiş ve Krazy Kat (çizgi film karakteri) Amerika’nın dağıldığına dair bir rüya görmüş gibi… Bu değişimi bu kadar geç yapmak gerçekten cesaret gerektiriyordu. Çünkü birçok insan bu şeylerden, bu resimlerden nefret edecek. Ben değil!” diye yazar.

RESSAMIN FORMLARI

“Artık hayatımı boyamaktan başka yapacak bir şey yok; hayallerim, çevrem, açmazlık, Musa – aşk, ihtiyaç.”
1970 yılında Marlborough gösterisinin açılışından kısa bir süre sonra Guston ve McKim bir kez daha İtalya’ya giderler. Depresif ve keyifsiz bir halde, en sevdiği sanatçı Piero della Francesca’nın fresklerini ziyaret ederek rahatlar ve kısa süre sonra Roma’nın bahçelerinden ve antik kalıntılarından ilham alarak kağıt üzerinde bir dizi çalışmaya başlar. Bu tuhaf manzaralarda kukuletalı figürler tuğla ve çitlerle karışarak üçgen pembe ağaçlar gibi yeni formlara dönüşür. On yılın geri kalanında Woodstock, New York’ta yaşayan ve çalışan Guston, sanat dünyasının ilgi odağının dışında kalır. Her yıl tuhaf ve acayip imgelerle dolu yüzlerce esere imza atar. Kariyerinin en verimli dönemidir.
Guston ayrıca dönemin birçok resminde kendisini iri gözlü bir tepegöz olarak temsil etmeye başlar. Bazen “crapola” veya hurda olarak adlandırdığı nesne yığınlarını, rüya gibi ve çoğu zaman sıra dışı bir mizah içeren kompozisyonlarda tasvir eder. “Gerçekten sadece tuhaflığı seviyorum” diye yazar: “Ama burada bir tuğla duvarın köşesinde eski ayakkabı ve paçavralardan oluşan bir yığın daha var… Bunu daha önce görmüştüm ama unuttum.”

ŞİİRLER VE RESİMLER

“Paul Valéry bir keresinde kötü bir şiirin anlam içinde kaybolan bir şiir olduğunu söylemişti.”
Guston’a göre imge yaratmanın şiiri tamamen belirsizlik ve açık uçlulukla ilgiliydi; tanıdık olanı acayiple birleştiriyordu. “Benim talebim, şaşırmak, şaşkına dönmektir. Ertesi sabah stüdyoya gelip ‘Bunu ben mi yaptım? Bu ben miyim?’ Bu garip değil mi?” der. Guston’ın kişisel ikonografisinde nesneler dönüşür ve yeniden düzenlenir gibi görünür. Bacak yığınları ağır bir anıta, McKim’in alnı gün doğumuna dönüşür. “O şeyin çok özel bir anda yakalanması hissinden keyif alıyorum… Sanki yeni ortaya çıkmış gibi. Ve başka bir şeye dönüşmek üzere.” Guston, sanki her zaman bir dönüşüm halindeymiş gibi, tamamlandıklarında bir akış hissini koruyan kompozisyonlar yaratma konusunda kendini zorlar.
1970’lerde Guston, yazar Philip Roth’un yanı sıra Clark Coolidge, Bill Berkson ve William Corbett gibi genç nesil şairlerle yakın dostluklar kurar. Guston, “Beni ziyaret eden az sayıda kişi ressamlardan ziyade şairler veya yazarlardır çünkü onların tepkilerine değer veriyorum.” Çeşitli şairler ve yazarlar için görseller yaratır, günlük nesnelerin kendine özgü çeşitlerinin yanı sıra ayetleri de içeren “şiir resimleri” yapar.

üstte solda, İsimsiz (1968), Bu otoportrede sanatçının iri bakışlarının arkasında daha önceki bir resmin kalıntıları var. Guston, muhtemelen bir Klan üyesi olan kukuletalı bir figürün üzerini boyayarak rahatsız edici bir görüntü yaratmış. Kapüşonlu figür zihninde mi beliriyor, arkasından mı yaklaşıyor yoksa onun bir parçası mı?
üstte sağda, Stüdyo (1969) altta sağda, Şehir Sınırları (1969)

GECE STÜDYOSU

“Bir tablo bana yaşanmış gibi geliyor, boyanmamış gibi… Yani resimler resim değil, kanıttır – belki de seçmediğiniz ama yine de yürüdüğünüz yoldaki belgeler.”
Guston, yalnız nesneler, hareketli vücut parçaları, canlı alevler ve uyuyan figürlerden oluşan bir dünya hayal eder. Yıllarca gece geç saatlere kadar stüdyoda resim yaparak ve sigara içerek çalışır. 1970’lerin sonlarında Guston ve McKim sağlık sorunlarıyla mücadele ederler. McKim, 1977’de şiir yazmasını engelleyen bir felç geçirir. Guston sürekli olarak kendi ölümlülüğünü düşünür. Bu son yıllara ait tabloların bazılarında kalın katmanlı siyah boyadan ortaya çıkan renkler görülür. Görüntüler kabus ve komik arasında gidip gelir. 1980 yılında San Francisco Modern Sanat Müzesinde retrospektif sergisinin açılışından birkaç hafta sonra Guston, 66 yaşında kalp krizinden ölür.

Şafak 1970, Guston, şafak sökerken bu tuvali bitirmek için gece boyunca çalışır. “Son dokunuş, kuşları eklediğim zamandı. Tam o sırada dışarıda olup biten bir şeyi koymak iyi hissettirdi.” Çalışmayı “çok ağır bir gün doğumu” olarak nitelendirir. Kukuletalardaki kırmızı boya sıçramaları ve arabayı takip eden karmakarışık bacaklar, Klan’ın şiddet içeren suçlarına gönderme yapıyor. Tatlı sabah ışığına uğursuz bir duygu katan Guston, bize kötüüğün her zaman var olabileceğini hatırlatıyor.

Kariyeri boyunca etrafındaki dünya değiştikçe Guston’ın uygulamaları da değişir. Çoğu zaman hayatın kabuslarıyla meşguldür, aynı zamanda sanatsal hayallerine de kapılmıştır. Şekillerin ve anlamların hiçbir zaman sabit olmadığı resimleri, kışkırtmaya, şaşırtmaya ve sohbete ilham vermeye devam ediyor. “Bir resim hikayeler anlatmalı” diye yazar: “Bende resim yapma isteği uyandırıyor. Bir resimde insanın hep görmek isteyip de şimdiye kadar göremediği şeyleri görmek. İlk kez.”
20. yüzyılın başlarında sanatıyla ırkçılık, adaletsizlik ve savaşa baş kaldıran Philip Guston’ın eserlerinin günümüzle de ne kadar bağlantılı olduğunu görmek çok sarsıcıydı. İnsanlar, kavramlar, endişeler, acılar değişmiyor aslında. Diğer yandan bir sanatçının kendini, hayatı, sanatı sorgularken sanatının nasıl evrildiğini izlemek de çok heyecan vericiydi. İyi ki bu şansı yakaladım ve paylaştım.

Resim Yapmak, Sigara İçmek, Yemek Yemek (1973), Ressamın gündelik hayatı, anıları ve kişisel sıkıntıları resimlerine yansır. Alışılmadık türden bir otoportre olan Ressamın Formları, nesneleri kusan ya da emen bir kafayı gösterir.