Nisan29 , 2024

“Sanata yatırım gözüyle bakılmaz, sanat his gerektirir”

İlgili Yazılar

Emrah Yücel resimlerini okuma kılavuzu

Yazı: Prof. Dr. Uğur Batı “Yusuf suresini anlatıyorsanız, bir kuyu...

Resim inceleme: Sokrates’in Ölümü

Ressam Jacques-Louis David, ABD’nin New York şehrindeki Metropolitan Müzesinde...

‘Dijital Sanatta Şimdi: Oyun Odası’

Akbank Sanat’ın yeni sergisi ‘Dijital Sanatta Şimdi: Oyun Odası’,...

Seyahatte harika fotoğraf çekebilmeniz için ipuçları

Uzun bir aradan sonra tekrar sizlerle bir arada olmanın...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Ülkemizin önde gelen koleksiyonerlerinden Öner Kocabeyoğlu, sadece eser alarak değil, aynı zamanda sanatçılarla tanışarak, dostluklar kurarak da sanatı destekliyor. “Sanat eseri çanta, ayakkabı değildir. Üzerine konuşulması, tartışılması, düşünülmesi gereken bir şeydir” diyen Kocabeyoğlu ile söyleşimizi, sahip olduğu iki bini aşkın eserin bir kısmını sergilediği Nişantaşı’ndaki Ralli Apartmanı’nda bulunan ofisinde gerçekleştirdik.

SÖYLEŞİ: ASLI ÖRNEK

Koleksiyonerliğin kendine has isimlerinden biri Öner Kocabeyoğlu… 1972 İstanbul doğumlu. Yıllardır tekstil mümessilliği yapan Öner Kocabeyoğlu’nun adını birçokları, santralistanbul’da 2011 yılında düzenlenen “XX. Yüzyılın 20 Modern Türk Sanatçısı” sergisinden hatırlayacaktır. Küratörlüğünü Ferit Edgü’nün üstlendiği bu sergide Kocabeyoğlu, kendi koleksiyonuna ait aralarında Fikret Mualla’dan Nejad Devrim’e, Mübin Orhon’dan Burhan Doğançay’a Türk resminin 20 usta isminin 433 eserini sanatseverlerle buluşturmuştu. O günden bugüne çeşitli sergilere eserler verdi, kendi koleksiyonundaki eserleri halkla buluşturdu. Bundan iki yıl önce Alan Kadıköy’de de “XX. Yüzyılın 20 Modern Türk Sanatçısı 2” başlıklı koleksiyon sergisi açılmıştı. Burada da daha önce sergilenen 433 eserden, Metin Deniz tarafından yapılan bir seçki, sanatçı Seyhun Topuz’un heykellerinin de eşlik ettiği birçok sergide, farklı şehirlerde sanatseverlerle paylaşılıyor.

Klasikten çok soyut resimle ilgilenen iş insanı, Öner Kocabeyoğlu’nun koleksiyonunda dört bine yakın eser bulunuyor.

29 yaşında koleksiyon yapmaya başlayan Kocabeyoğlu, basına verdiği ilk röportajlardan birinde şöyle konuşmuş: “Ben erken yaşta koleksiyonerliğe başladığım için şanslıydım çünkü ne eserlerin fiyatları yüksekti ne de eser bulmakta bir sıkıntı vardı. Şimdi hem fiyatlar arttı hem de insanlar bu döneme ilgi duydukça eserler bulunmaz oldu.”
Gerçekten de aradan geçen yıllarda sanata yatırım yapanların sayısında gözle görülür bir artış oldu. Dolayısıyla sanatı yatırım aracı olarak görenlerin sayısı da arttı. Öner Kocabeyoğlu ise bu işe yatırım gözüyle bakılmasını doğru bulmayanlardan; işin ekonomisiyle değil, manevi yönüyle ilgilenenlerden olduğunun her fırsatta altını çiziyor. Yıllar geçtikçe sanata olan sevgisi ve eserlerini paylaşma ilgisinde bir azalma olmadan tam tersine tutkusu daha da artarak yoluna devam eden iş insanı, gerek İstanbul’da gerekse şehir dışındaki sergilere koleksiyonundaki eserlerden vermeyi sürdürüyor. Sadece eser alarak değil, aynı zamanda sanatçılarla tanışarak, kendisine hitap edenlerle dostluklar kurarak da sanatı yaymaya çalışan Kocabeyoğlu’nun elinde iki bini aşkın eser bulunuyor. Klasikten çok soyut resimle ilgilenen, sanata tutkun iş insanı Öner Kocabeyoğlu’yla koleksiyonerliğe bakışını konuştuk.

Koleksiyonerliğe küçük, kırmızı bir Selim Turan tablosu alarak başlamışsınız. Ama anne babanızın koleksiyonerlikle ilgili olup olmadığına dair bir bilgi bulamadım. Aslında koleksiyonerlik aileden de geçen bir uğraş değil mi?
Koleksiyoner doğulmaz, koleksiyoner olunur. Ve koleksiyonlar olgunlaşır. Aile büyüklerimizden birinin sanata meraklı olduğunu, hala ilgisinin devam ettiğini çok sonraları öğrendim. Ama onun aldıklarıyla benim aldıklarım çok farklı; o oryantalistleri topluyor. Ben bir arkadaşımın teşvikiyle gittiğim müzayededen aldığım kırmızı Selim Turan tablosuyla hayatımı değiştiren bu yolculuğa çıkmış oldum.

Bu soruyu şu açıdan sordum; belki koleksiyonerlikle ilgilenmiyordu anne ya da babanız ama kültür – sanatla ilgililerdir… Bu ister istemez sanata bakış çocukta aileden geçer gibi gelir bana…
Tabii ki etkiler ama bende öyle bir etki olduğunu söyleyemem. O yıllarda çok fazla tiyatro ve operaya giderdik. Ama zaten o yıllarda çok olmayan sergi ve müzeleri gezdiğimizi hatırlamıyorum. Eşim mimar, onun da görsel sanatlara ilgisi her zaman vardı. Hatta benim ilgim olmadığı zamanlarda bile o daha ilgiliydi.

Özellikle genç kuşak sanatçıların eserlerini alırken neye dikkat ediyorsunuz?
Koleksiyonerliğe başladığım ilk günden bu yana edindiğim eserlerin hepsi, beğenerek aldığım eserler. Eserin bende bir his, bir ilgi yaratması lazım. Malzemesi farklı olmalı; genellikle bu çağdaş sanat işlerinde malzeme ilginç, fikirler yeni… Bir de bana göre eserin hikayesi olması gerek. Bir insanın tuvali eline alıp resim yapması değil mesele; anlattığı ne? Neyle uğraşıyor? Meselesi yoksa, yapmak sorun değil, hele çağdaş sanatta hiç sorun değil. Her türlü malzemeden bir şeyler yapıyorsunuz ve ortaya bir şeyler çıkıyor ama önemli olan meselesi.

Siz de deneyimleyebilirsiniz…
Evet, denemiştik, havalimanının açılış projesi vardı. Geri dönüşümle ilgili bir sergiydi; Seçkin Pirim’le beraber havalimanı yapımında kullanılan artık malzemelerden kaynakla İlhan Koman’dan esinlendiğim bir heykel yaptık.

“SANATÇIYI SEVERSEM İLGİM ARTAR”

“Yaşayan ressamların atölyesine gider, onlarla tanışırım” diyorsunuz. Ancak sevmediğiniz bir sanatçı olabilir. Yine de onun eserini satın alır mısınız?
Şahsını seversem ilgim artabilir. Ama esere, üretimine ilgim varsa, (sanatçının ) kendisini sevmemişsem, elektrik alamamışsam da eserini alırım ama ilişki gelişmez. Fakat kendisini sever, eserini alırsam ilişki gelişir, tamamlanır. Tekrar ziyaret ederim, o beni ziyaret eder. Bu bazen sonradan da değişebiliyor; çok severek eserini satın aldığım sanatçıyı sonra sevemiyorum. Yaptığı hareketler, sanata karşı duruşu hoşuma gitmiyor ve vazgeçiyorum. Mesela bir sanatçı var ki, son zamanlarda aldığım kararla eserinin koleksiyonumda olmasını istemiyorum. Zaten son yaptığım sergilerin hiçbirinde de kullanmadım. Onun eserlerini de satacağım.

Koleksiyonunuzdan hiç eser sattınız mı?
Zamanla koleksiyon kendi içinde gelişen, değişen, beslenen bir olgu olduğu için bazı eserlerle yolunuz ayrılabiliyor, bazı eserlerle yolunuz kesişebiliyor.. Dolayısıyla ileride bazı eserleri gözden çıkarabilirim Koleksiyonumda artık yer almasını istemediğim eserleri satacağım.


Siz elindeki eserleri gözden çıkartabilen de bir koleksiyonersiniz o zaman?
Bunu zaman gösterecek, nadir de olsa artık koleksiyonumla bağdaştıramadığım eserleri elden çıkarabilirim. Bazen de elimizde eseri çok olan bir sanatçının önemli bir eserini elden çıkartıp sanatçının geleceğini desteklemeniz gerebilir, yoksa sanatçıyı bir nevi bloke etmiş olursunuz.

Elinizde iki bini aşkın eser olduğu söyleniyor. Bu serlerin bir kısmı burada, bir kısmı evinizde mi?
Eserler genellikle evlerimizde, ofisimde, sergilerde, ve Ralli Apartmanı’ndaki Papko Art Collection’da, tabii bir de eserleri sakladığımız alanda. Şu anda Derya Yücel küratörlüğünde Bursa Nilüfer Belediyesinin Ferruh Başağa ve Defne Tesal sergisine verdiğimiz eserler sergileniyor. İstanbul Modern’in yeni binası açılırken kızlarım adına eser bağışladım. Ankara’da Müze Evliyagil’de Beral Madra küratörlüğündeki “Sanat umudun en yüksek biçimidir” sergisinde koleksiyonumdan 80 -9 0 tane eser mevcut. Sergi, 16 Temmuz’da bitecek.

Sizden eser istediklerinde hemen veriyorsunuz anladığım…
Ben veririm, sanatın paylaşarak büyüyeceğine duyduğum inançla elimden geldiği kadar paylaşıyorum, saklamam. Tabii ki, sergileme alanında belli koşullar sağlanmış, profesyonel bir şekilde geliş gidiş lojistiği çözülmüş olması ve bizim sigorta bedellerimizden sigortalanmış olması koşulu ile.

Çocuklarınızın ilgisi var mı?
Evet, iki kızımın da sanata ilgisi var. Biz ne zaman bir yere gitsek ya sergi ya da müze gezeriz. Daha önce aile etkisi üzerine konuşurken dediğimiz gibi onların da zaman içinde ilgisi oluşuyor.

Evinizde olmasını istediğiniz ama alamadığınız bir eser oldu mu bugüne kadar?
Tabii ki, bir sürü var. Yeni Art Basel’den geldim. Sergi gezdikçe fikrim değişiyor, gelişiyor. Mesela Basquiat’nın Egon Schiele’yle sergisini gezdim 5 -6 yıl önce Paris’te Luis Vuitton Müzesinde. Egon Schiele’yi çok severim, hayran olduğum bir sanatçı. Basquiat’yı da seviyordum, ilgim arttı. Art Basel’de bir sergi vardı “Basquiat isterim” diyebilirim. Rothko sergisi geziyorum, “Rothko isterdim” diyebilirim. Hayatta olmayan bir sanatçının toplanabilen eserlerini seyrettiğiniz zaman bambaşka bir keyif alıyorsunuz. Bazı eserlerin hikayesi de ilginç mesela; bir galerici Basquiat’yı Modena’ya davet ediyor. Eserler Modena’da üretilecek ve serginin kitabı çıkacak. Eserler üretiliyor ama Basquiat galericiyi sevmiyor, sergiyi ve kitabı yapmak istemiyor. Eserlerin bazılarını galerici satıyor, bazı eserler Amerika’ya dönüyor. Bu sekiz eser Modena’da yapıldığından beri ilk defa bir arada sergileniyor. Daha önce tek tek sergilenmişler. İşte bu sekiz eser yıllar sonra Fondation Beyeler Müzesinde, bu yılki Basel Fuarı sürecinde sergilendiler. Çok etkileyiciydi.
Siz sekiz eseri de almak istemişsinizdir…
Tabii ki aynen öyle, ama içlerinde bir tane siyah eser vardı. Onu almayı çok isterdim. Bu siyah eserin bir de özelliği vardı; ne fotoğrafı ne de videosu çekilebiliyordu. Başında iki tane görevli bekliyordu. Sonradan öğrendim ki, Metallica’nın davulcusu Kopenhaglı Lars Ulrich’e aitmiş. Basquiat’nın da arkadaşıymış. O eseri o kadar içselleştirmiş ki paylaşılmasını bile istememiş. Evinde bir tane selfisini yakalamışlar eser ile. Oradan ortaya çıktı.

En verimli koleksiyonerlerden birisiniz, paylaşımcısınız, sayenizde görüyoruz.
Ben paylaşıyorum. İnsanlar paylaşmak istemiyor, korkuyorlar. Nazar değer, maliye gelir, o olur, bu olur diyorlar. Yanıma gelip sessizce soruyorlar: “Niye yapıyorsunuz bunu?” Ben de soruyorum: “Niye alıyorsun o zaman eserleri?” Sen kendine sor, bana soracağına… Kendi egonu mu tatmin ediyorsun? Kendi duvarında seyrediyorsun, duvara hapsettin onu. 20 yıldır duvarda asılı o. Hiçbir sergiye vermedin, hiçbir şey yapmadın, fotoğrafını bile çektirmedin; neye yarıyor? Çok pahalı eserler oluyor, onları alacağıma 100 tane eser almayı tercim ederim. Benim sınırsız harcayacak bir param yok. Bütün dünyanın ilgisini çekecek bir şeye sahip olursunuz belki ama onun yerine 100 – 200 sanatçıyı desteklemek daha önemli geliyor bana.

Müze alma hayaliniz var mı?
Ben hep şöyle dedim; eserlerin hepsi müzelik ama ben müzelik değilim. Tabii ki hayalimdi ama bunun için büyük bütçe ve müzeyi ayakta tutacak destek gerekir. Sanal bir müze projem vardı ama seçimlerden sonra askıya aldım.

Sanal dünyaya mesafelisiniz diye okumuştum.
Dijital sanata mesafeliyim. O NFT’ler, video art’lar… Video art’ı seviyorum ama izlemeyi seviyorum, almayı değil. Alınca bütün gizemi bitiyor, kopyalanabilir. Sergileme şekli çok önemli çünkü siz, izlediğiniz sergileme şeklini kendinizde yaratamıyorsunuz. Ancak büyük müzeler orijinal haliyle gösterebiliyor. O zaman çok ekileyici gerçekten.

Öyle bir eser alsam sıkılacağımı düşünüyorum.
Çok güzel videolar var, sıkılmazsınız ama şunu da söyleyeyim; Refik Anadol’un eserleri bana uymuyor. Tamamen algoritmalardan oluşan daha sanal bir şey! İzlemesi güzel, 10 dakika izlerim ama sahip olmayı istemem. Barcelona’da Casa Batllo binasının cephesine yaptığı iş, büyük bir proje mesela, önemli bir iş ama sanat gibi gelmiyor. Benim tercihim bu, başkalarının tercihini eleştirmiyorum.

Refik Anadol’un eserlerinin satın alınmasındaki neden, çok değerleneceği düşüncesi mi sizce?
Düşünebilirler ama başka bir şey alsınlar bunu düşünüyorlarsa, parasını faize, dövize, altına koysun, hisse senedi alsın, borsa oynasın. Ben buna katılmıyorum; yatırım için sanat olmaz. Neden diyorum bunu? Özellikle Türkiye’de yaşadığımız için. Mesela bu konuşmayı Paris ya da Londra’da yapıyor olsak, öyle değil, doğru bir sanatçının doğru bir eserini almak bir nevi yatırım. Biz enflasyonist bir ülkeyiz, bizde sanat eserine yatırım, eğer sadece yatırım olarak bakıyorsanız doğru değil!

Koleksiyonerliğe başladığınız süreçte yazar ve sanatçı Ferit Edgü’nün desteğinden ve etkisinden bahsediyoruz.
Evet, 12 yıl önce Bilgi Üniversitesi santralİstanbul’da birlikte sergi yaptık. Kendisi Fikret Mualla olsun, Abidin Dino olsun, Mübin Orhon olsun hepsiyle çok yakın ilişkiler kurmuş bir insan. O dönemi iyi bilen, müthiş bir entelektüel; kalemi çok kuvvetli. Bugün hala Fikret Mualla üzerine tek eksper o, başkası yok! Fikret Mualla alacağım zaman Ferit Bey’e sorarım. Onaylamadığı hiçbir Mualla işini koleksiyonuma katmadım, katmam.

Koleksiyonerlik size ne öğretti?
2004’te koleksiyonerlikle ilgilenmeye başlamış ama ilk eseri almamış olabilirim. Sonra beğenerek 2005 ya da 2006’da eser aldım. İnsan hayatında her sahip olduğu şeyi paylaşamaz ama sanat eseri koleksiyonerliği paylaşmayı, araştırmayı, okumayı, sadece biriktirmenin değil; onunla ilgili bilgi birikiminin de önemini öğretti. Ayrıca üretime destek olmayı da… Çünkü herkes bir şeyler üretiyor ama üretime destek olmak lazım. Üretime destek vermediğiniz zaman üretilemiyor. Çok iyi sanatçılar var ama görmüyorsunuz, ulaşamıyorsunuz onlar da size ulaşamıyor. Dolayısıyla üretemiyorlar.

En son kimin eserini koleksiyonunuza kattınız, niçin?
En son Güneş Terkol’un bir eserini aldım Türk sanatçılardan. Bu eser, aldığım ilk Güneş Terkol eseri. Uzun yıllar tekstil mümessilliği yaptığım için tekstil malzemeleriyle üretilen eserlere ilgim var. Yabancı sanatçılardan da Alicja Kwade ismini söyleyebilirim. Kullandığı malzeme çeşitliliği ve arkasındaki hikaye beni çok etkiliyor.

Yeni bir sanatçıya maddi olarak yatırım yaparken değer mi değmez mi diye düşünüyor musunuz?
Yok, onu düşünen insan sanat satın almamalı, almasın! Çünkü o zaman kısıtlar kendini. Esere sahip olmak, sanatçıyı desteklemek bütün bunları bir kenara bırakır, sadece maddi tarafını düşünür. Burada sanat koleksiyonu yaparak kimse para kazanamaz, böyle bir şey yok! Bu konu benim için çok kesin bir konu; sanat eseri alarak yatırım yapılmaz! Tabii ki yaşadığımız ülke için söylüyorum. Sanat eseri çanta, ayakkabı değildir. Üzerine konuşulması, tartışılması, düşünülmesi gereken bir şeydir. Türkiye’deki fuarlara birçok insan fotoğraf çektirmeye gidiyor. Ülkemizdeki çağdaş sanat fuarlarında I have been there (Ben de oradaydım) meselesi var.

“PARİS EKOLÜ, DÖNÜM NOKTASI”

Koleksiyonunuzda özellik Paris’te yaşamış ve üretmiş Türk sanatçıların eserleri yer alıyor. Bunun nedeni ne?
O yılların Paris’inde o sanatçılarla vakit geçirmeyi, o dönemi yakalamayı çok isterdim. Türk resmi ilk kez çağdaşlarıyla aynı eserleri üretmeye o dönemde başlamış ve onları yakalamış. Örneğin; Nejad Devrim, o dönem Serge Poliakoff gibi sanatçılara eş değer eserler üretmiş. O dönem Fransız hükümeti çağrı yollayarak onlara yer açmış, gettolar yapmış, sadece üretmişler. Sanat, yaşamlarını her alanına nüfuz etmiş. Bu dönemin dünya sanat tarihi açısından da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ama Türk sanat tarihi açısından Paris Ekolü dönüm noktası. Benim koleksiyonumun da omurgası bu sanatçılardan oluşuyor; Fahrelnisa Zeid, Fikret Mualla, Hakkı Anlı, Abidin Dino, Selim Turan, Avni Arbaş, Mübin Orhon, Nejat Melih Devrim, Albert Bitran, Ömer Uluç, Yüksel Arslan gibi…