Nisan24 , 2025

“Var olduğumuz toplum ve döneme kayıtsız kalamıyoruz!”

İlgili Yazılar

Tarihi, moda üzerinden okumak

Birbiriyle çelişiyor gibi görünse de modanın da bir sanat...

Özalp Birol: Pera Müzesini çok yönlü bir platform olarak görüyorum

Kültür-sanat hayatımızın önemli aktörlerinden ve sanat gündemini belirleyen kurumlardan...

Sinemanın Kalbi Bir Kez Daha İstanbul’da Atıyor: 44. İstanbul Film Festivali Başladı

Türkiye’nin en köklü ve prestijli film etkinliği olan İstanbul...

Genco Erkal’ın ardından: İnsan neyle yaşar…

Sinemada önemli başarılara imza atmış, tiyatroda olduğu gibi toplumsal...

Türk piyano mirasını koruyan ve geliştiren sanatçı: Hande Dalkılıç

Türk bestecilerini Türkiye ve dünyada yaptığı konserler ve CD’lerle...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Ankaralı sanatçı Berrin Güngördü’nün sanatsal serüveni, kişisel deneyimlerle toplumsal duyarlılıkları bir araya getiren derin ve çok katmanlı bir yaratım sürecini ortaya koyuyor. Güngördü, üretimlerini kentin ve doğanın değişimlerine karşı bir tepki olarak şekillendirirken izleyiciyi de bu yolculuğa davet ediyor.

SÖYLEŞİ: MİNE BİCAN

Sanatçı Berrin Güngördü ile yaptığımız bu söyleşi, onun sanata olan yolculuğunu ve üretim pratiğini derinlemesine keşfetme fırsatı sunuyor. Güngördü, sanatı sadece ifade aracı değil, aynı zamanda kişisel deneyimlerinin ve çevresel gözlemlerinin yansıması olarak görüyor. Sanat pratiğini biçimlendiren malzeme seçimleri ve temaları, yaşamındaki önemli dönüm noktalarıyla iç içe geçmiş durumda. Bu söyleşi, hem sanatının kökenlerine iniyor hem de onun üretim sürecinin dinamiklerini anlamamıza yardımcı oluyor.

Berrin Güngördü’nün sanatsal serüveni, kişisel deneyimlerle toplumsal duyarlılıkları bir araya getiren derin ve çok katmanlı bir yaratım sürecini ortaya koyuyor. Plastik malzemelerden yola çıkarak doğanın ve insanın çürümesine işaret eden eserleri, sadece bir sanat yapma biçimi değil, aynı zamanda dünyaya ve yaşadığı çevreye bir eleştiri niteliği taşıyor. Ankara’da sanatla iç içe geçen yaşamı, hem şehrin dinamizmiyle besleniyor hem de sessiz bir sorgulamanın sesi olarak varlığını sürdürüyor. Güngördü, üretimlerini kentin ve doğanın değişimlerine karşı bir tepki olarak şekillendirirken izleyiciyi de bu yolculuğa davet ediyor. Güngördü’nün sanat dünyasına açılan penceresinden bakarak onun dünyasına adım atmaya hazır mısınız?

Mine Bican, Berrin Güngördü’nün (sağda) sanatsal serüveni üzerine samimi bir söyleşi yaptı.

Sanatla ilişkiniz nasıl başladı? Güzel sanatlar eğitimi almak konusunda karar vermenizi etkileyen özel bir an veya etken var mı?

Aslında bu alanda var olma serüvenim ilginç belki de sıra dışı olarak adlandırılabilir. Küçük yaşlarımdan beri var olan üretme hali ve yaratma dürtüsü, ilham verici ve içsel bir yolculuğun dışa vurumu olarak tanımlayabilirim, güzel sanatlar alanını tercih etme sebebimi. Çevresel gözlemlerimle el yordamıyle fark ettiğim dünyayı renk, doku ve şekil olarak görmeye başlamak kumaş, ip, yün, boncuk, iğne, şiş, tığ, kil, kağıt, kalem, ahşap ve boya gibi aracılarla dönüştürme, oluşturma, anlamlandırma haline büründü. Hayatımın akışında hep benimle birlikteydiler. Üretkenlik ve her ürettiğim şeyde mutlaka bir “Berrin dokunuşu” olarak adlandırdığım şey, aslında hep sanatın dolaylarında olma haliydi. Akademide kendimi buldukça daha derinden farkına vardım bunun. Türkiye’nin birçok şehrinde süregelen bir yaşam ve tekrar özlenen Ankara’ya dönüşümde yaşadığım büyük bir kaybın ardından başlayan şifa arayışım evrilerek çevremin ve ailemin de desteğiyle akademik eğitim almaya yönlendirdi beni. Bu adımı atarken kendimi çok sorguladım, acaba olur muydu? Geç kalmış mıydım? Başarabilir miydim? Cesaret istiyordu gençlerle aynı sınıfta, atölyede aynı şartlarda yol almak… Bugün diyorum ki iyi ki korkmamışım! Belki geç kalındığı düşünülerek vazgeçmek kolay olandı ama zor olana meydan okuyarak hayallerimi gerçekleştirdim. Hiçbir şey için geç olmadığını bugün büyük bir gururla söyleyebiliyorum. Geç kalmışlık hissi beni motive ederek daha da güçlendirdi, aradaki zamanı kapatmak daha çok çalışmak ve üretmek isteği azmimin ve tutkumun bir yansıması oldu.

VAR OLDUĞUMUZ TOPLUM VE DÖNEME KAYITSIZ KALAMIYORUZ

Sanat yapma biçiminizin şekillenmesinde hangi faktörler etkili? Sanat yapma biçiminizin temel yönlerini nasıl tanımlarsınız?

Benim sanat yapma biçimim, birçok farklı etkenin birleşmesiyle oluşuyor. Yıllarca sürekli yer değiştirerek devam eden yaşamın birikimleri ve dışa vurumu tabii ki sanat yapma pratiğimi de etkiledi. Bir de geç kaldım telaşım vardı. Zamanın hiç yetmeyeceği düşüncesi daha çok kamçılıyordu. Başlangıçta, bazen farkında olmadan bazen tam da “işte bu” diyerek iç sesimin sürüklediği yaratımlar ortaya çıktı. Aslında yıllarca biriken, ortaya dökülmeyi bekleyen karmaşa, çözülerek açığa çıkıverdi. Çevrenin, koşulların değişimleri ve bu değişimlerin çokluğu, birikmesi, tekrarlanması duygusal süreçlerimin etkisiyle ortaya çıkan sorgulamalar. Sadece çevre değişikliğiyle değil tabii ki duygu birikimleri, yaşam tecrübeleri, okuduğum kitapların, izlediğim filmlerin, değişik yaşam alanlarında tanık olduğum yaşanmışlıkların ya da eksikliklerin çokluğu, birbirinden farksız tekrarların, belki tam anlamıyla aynılığının bende yarattığı olumlu olumsuz etkiler, zihin süzgecimden de geçerek dökülüveriyor; tuvalle ya da farklı medyumlarla kendini oluşturuveriyor. Var olduğumuz toplum ve döneme kayıtsız kalamıyoruz, çevremizdeki olaylardan, gündemden, kültürel normlardan etkilenmemek de mümkün değil. Yaşadığımız toplumun gerçeklerinin yüklediği farkındalıklı duygular, çok katmanlı ve maalesef çok tekrarlı olarak özümsendiğinde derin çizikler oluşturarak içsel belirsizliklerle buluştuğunda yaratma süreçlerimdeki duyumsamalarıma izdüşümlerini yansıtıyor. Renk, form, ışık, çizim, resim, fotoğraf ya da kısacık notlarla, sanat diline dönüşüveriyor.

Birbirinden farksız tekrarların etkilerine değindiniz. Biraz açar mısınız bu konuyu?

Öğrencilik yıllarımda tekrarların peşinden gitmeye başladım. Tekrarlar renklerle de ifade buldu. “Çoğalarak, tekrarlayarak aslında tükeniyor muyuz?” idi sorguladığım. Farklı malzemelerle biçim, içerik ve teknik anlamda sürekli arayış içinde buldum kendimi. Aslında bu yapay fazlalaşmayla yok olduğumuzu düşünürken ailemde yaşadığım kanser olgusuyla örtüşmeye başladı üretim pratiğim. Yüksek lisansım için araştırma yaparken “stasis” kavramıyla karşılaştığımda günümüz sanat pratikleriyle disiplinlerarası kullanımı da inceledim. Stasis kavramı açısından bir bakış denemesini gerçekleştirmeye çalıştım. Çıkış noktası; günümüz sanat pratiklerindeki tıkanma, birikim, durağanlık ve aşırı çoğalmanın varlığı, bu çoğalmanın meydana getirdiği tekrar ve değişimlerdi. Tekrarların, çoğalmaların stasise yani durağanlığa, tıkanmaya sebep olduğunu düşünerek bu kavramın etrafında gezinmeye başladım. Aslında kavram, tıp literatürüne ait. Kansere yakından tanıklık etmiş olma durumu hücrelerle birleşti, hücreler çoğaldıkça kanser oluştu, kanser yok oluşun başlangıcı mıydı? Güncel sanat alanında bir birikme, akış güçlüğü, tıkanma, durağanlık ve bir stasis vardır, önermesiyle yol aldım. Güncel sanatın hareketliliğinin ardında stasisin getirdiği tıkanma ve bunu aşamayan fazlaca tekrarlanan bir durum söz konusu ve bu durumda metastaz (yayılma) gerçekleşiyor.         Bu da yayılarak yok olmayı beraberinde getiriyor. Bu düşüncelerle üretimlerim şekil aldı. Renkler de hayatı, ölümü çağrıştırma durumunda yansımaya başladı. Sanat pratiğim hem içinde bulunduğum dönemin hem de kendi iç dünyamın arka plan sentezlerinin aktarımları olarak şekillenmeye devam ediyor.

PLASTİK VE KONU ÇAKIŞTI BENİM DÜNYAMDA

Üretim sürecinizin başlangıcında konu ve malzeme seçiminde hangi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz? Sürecin ilerleyen aşamalarında nasıl bir yol izliyor ve sonuca nasıl ulaşıyorsunuz?

Yaptığım bir yürüyüş sırasında atılmış olarak karşılaştığım plastik dosyalar, çalıştığım ana malzemeyi oluşturdu. Derin, çevresel farkındalık ve kişisel deneyimlerle şekillendi. Polipropilenden üretilen ve yaygın şekilde kullanılan çöp ayrıştırma kutuları, her yerde önümüze çıkıyor. Ancak çok farkında olmadığımız bu malzeme, benimle temasa geçti. Önceleri kullanımı zordu, nasıl dönüştüreceğim meselesi zamanla olgunlaştı. Şeritler halinde kesilince delikli kısımlarından alttaki boyanın görünmesine izin veren bir pratiğe evrildi. Bu malzemeyle konu da çakıştı benim dünyamda. Plastik malzemelerin çok yoğun kullanımı hep duyarlı olduğum bir konuydu. Belki de küçük yaşlarımda ailemin etkisiyle gelişen farkındalığın yansıması olarak karşıma çıkıyordu. Bu yaklaşım, yaşadığımız dünyanın ve çevre sorunlarının metaforu haline geldi. Dünyanın plastik sebebiyle tükeneceğini, bir yok oluşa dönüşeceğini geçmişte de bugün de düşünmekteyim. Yeni araştırmalara göre kanımızda plastik parçalarına rastlandı derken artık beynimiz de plastiğe maruz kalıyor. Plastik yok olmuyor, çürümüyor; bizi çürütüyor ve yok ediyor. Kanserle yaşadığım kişisel deneyimle de örtüşen, yok olmanın bir temas haliydi bu malzemeyle dönüşen üretimlerim.

Bir eserin tam olduğunu, bittiğini nasıl bir süreç belirliyor?

Süreç öncelikle tecrübelerin tezahürüyle tetiklenip bilinç süzgecinden geçerek sessizce dökülme eğilimine geçiyor. Sonrasında dijital değilse ana malzemem plastikler. Zaman içinde seriye dönüşenler olduğu gibi tek kalanlar da var. Bu tamamen süreçte yaşadığım tatmin duygusuyla ya da içime sinmeyen üretimlerimle belirleniyor. Plastik malzeme var evet ama farklı arayışlarla denemeler de devam ediyor tabii ki, yaşam devam ettiği sürece… Durması gereken yeri aslında işler kendi belirliyor, bazen de malzeme tamam diyor, çok keskin bir bitişi işaret etmeden. Ortaya çıkan şeyin öncelikle benim iç huzurumun onayını alması gerekiyor. Ama asıl son bence izleyiciyle buluştuğunda gerçekleşiyor. Sanatın etkileşimsel boyutu ve izleyiciyle kurulan diyaloğun önemi burada. O zaman yaşanan tatmin duygusunun tarifi yok bana göre.

Sanatçının, Ankara Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezindeki sergisinden.

Berrin Güngördü’nün üretim süreci nerede gerçekleşiyor? Yaşamsal ortamınız, üretim süreciniz üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?

Ayrı bir atölye mekanım yok. Evimin bir odasını yıllardır atölye olarak kullanıyorum. Bu durumun olumlu yanları olduğu gibi olumsuz yanları da söz konusu tabii ki. İstediğim her zaman aralığında çalışma imkanı vermesi, ihtiyaç duyduğum her şeyin elimin altında olması güzel tarafı. Ancak evde çalışmanın, yaşamsal dinamiklerin getirdiği sınırlamalar ve bazen düzenin kaybedilmesi gibi zorlukları da var. Yaşamsal süreçlerin iznine tabi olmak da olumsuzluk yüklediğim tarafı. Ev ortamında çalışmanın sağladığı anında erişilebilirlik, özellikle plastik ve çok çeşitli malzemelerle çalışan biri için önemli, her şey elinizin altında, hazır durumda.

Atölye odam bazen sessiz bir kütüphane, bazen bir fotoğraf stüdyosu olabiliyor veya farklı yaratıcı süreçlere uygun bir alan olarak dönüşebiliyor. Sağladığı olanaklar bakımından aslında çok donanımlı bir alan benim için. İnsan üretmek istiyorsa mekanların çok da etkisinin olmadığını düşünenlerdenim. Evin içinde her halimle her zaman ulaşılabilirlik duygusu işlerimi kolaylaştırıyor aslında üretim süreçlerimde. Gece yarısı aklıma takılan bir şeyi deneme olanağını sunması “Yarın atölyede denerim” düşüncesinden daha konforlu geliyor bana.    

Yaşam merkezimden çok uzaklaşmadan üretmenin hazzını yaşıyorum. Bu durumun faydalarını inkar etmek mümkün değil. Atölyemi evimde konumlandırmak, üretim sürecimin, kişisel yaşamımın doğal bir parçası haline gelmesinin avantajlarını da deneyimliyorum.

Bozulma, ahşap kutu içinde karışık teknik.

AYRANCI’DA YAŞAMAK BENİM İÇİN BİR ŞANS

Ankara’da yaşamak ve üretmek sizin için nasıl bir deneyim? Şehirle olan ilişkinizi ve sanatınızı kente nasıl bağlıyorsunuz?

“Gri şehir”, “memur kenti” olarak tanımlanan Ankara, benim doğduğum, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği, uzun yıllar boyunca ayrı düştüğüm, sonra tekrar kavuştuğum bir şehir. Burada kendimi ait hissettiğim semtte, Ayrancı’da yaşamanın şans olduğunu her daim duyumsadım. Kentsel dönüşümün yoğun olduğu bölge, tekrar eski günlerindeki özlem ve arzu alanı oluyor. Çankaya bölgesi, birçok bağımsız sanat galerisi, kafe ve kültürel mekanıyla yaratıcı toplulukların etkinlik alanlarının şehirde aktif olduğu bir sanat ve kültür merkezi. Bu bölgede yaşamak ve bu alanlara yürüyerek kente dahil olmak, kolayca ulaşabilmek benzersiz bir ayrıcalık ve ilham kaynağı olur, ruhumu beslemesi çevreyle daha da yakınlaşmamı sağlıyor. Sokağa atılmış olan malzemelerimle, yürüyüşlerim sırasında karşılaştım ve bu malzemeler sanat pratiğime dönüştü. Kentte gezinirken her an yeni bir olguyla karşılaşmak özellikle de bu bölgede çok mümkün. Bu canlı yapıyla sürekli etkileşimde olmamı sağlıyor. Yaşaması kolay, özgürce hareket etme olanakları sunan bir yerde yaşayıp sanat yapmaktan genel olarak mutluyum. Sorgulamalar ve farkındalık devam ettiği sürece memnuniyetsizlik maskem de hep cebimde.

Plastik malzeme sizin için neyi ifade ediyor?

Geçmişten kopmuş bir parça gibi görünen plastik malzemeleri sanata dönüştürmem, bir anlamda doğadan kopan insanın betonlaşmaya ve kentleşmeye yenik düşmesini ifade ediyor. Kentin geçirdiği sürekli dönüşüm, benim de plastik malzemeler aracılığıyla yok oluş temasını işlediğim üretimlerimde, hem kentsel hem doğa bazında yaşanan çürümenin çarpıcı bir örneği olarak var oluyor. En yakından temas ettiğim yaşam alanımın kentsel dönüşümle eskiyi çöp (çöpte karşıma çıkan plastik malzeme) gibi görerek dönüşme ve tekrar hali belki de bir yok oluşun vücut buluşudur. Plastikle doğanın yok oluşunun altını çizdiğim üretimlerimdeki mevcudiyet, kentte de betonlaşarak doğadan uzaklaşma olarak yansıyor ne yazık ki!

Başka bir kentte yaşasaydınız sanatınızı farklı bir biçimde ifade eder miydiniz? Şehirlerin sanatsal üretim üzerindeki etkisini nasıl görüyorsunuz?

Hayatımın belli dönemlerinde başka kentlerde yaşadım. Her kent, kendine özgü olduğu gibi bulunduğu coğrafya da insanını, yaşamı etkiliyor ve sorunları da başkalaştıyor. Durum böyle olunca sanatçının da teması bambaşka oluyor. Doğu Anadolu’da yaşadığım yıllarda tanık olduğum sert iklim şartları, buna bağlı çevresel koşullar bütün algınızı değiştiriyor. O coğrafyada yaşamaya devam etseydim olanaklara ulaşım daha zor olacağından farklılaşırdı diye, bilicilik yapmak istiyorum. Yani koşullar değişirdi. Ancak kendi dünyamdaki birikimlerin dışa vurumunu etkilemezdi. İnsanın kendisiyle meselesi, sanat yapma isteği; ancak böyle anlatabiliyor birçok sanatçı. Ankara bir metropol dolayısıyla çok yoğun maruziyet altındayız, akış çok hızlı, bu hıza yetişmeye çalışırken birçok şeyden tasarrufta bulunmak zorunda kalıyoruz maalesef. Kimi zaman sürüklenip kimi zaman takılıp kalıyorsunuz. Bu hal, yaratım sürecimde de kendini gösteriyor. Oysa yazın bir sahil kasabasında yaşıyorum; sakin küçük bir kentte yavaşladığımı fark ediyorum. Düşünmeye, sorgulamaya, gerçekleştirmek istediklerinize daha rahat yoğunlaşıyorsunuz. Zaman sizi zorlamıyor ama tabii Ankara’dan dolup buraya geldiğinizden bir süre sonra tekrar o keşmekeşin içinde var olmak arzusu ateşleniyor. Sonuç olarak, Ankara’dan uzaklaşmak, ihtiyaç duyulan bir nefes alımı sağlarken bir süre sonra kentin dinamizminden ve yoğun kültürel dokusundan mahrum kalmak da insanı nefessiz bırakabiliyor. Bu ikili yapı, sakinlik ile hareket arasında denge arayışını tetikliyor. Her iki taraf da kendi içinde yaratıcı sürece farklı etkilerde bulunuyor. Bu nedenle Ankara’dan uzaklaşmak, yenilenme ve kendine dönme fırsatı sunarken harekete ve kentin sunduğu sanatsal, kültürel dinamiklere geri dönme arzusunu artırıyor.

 

KENDİNE HAS, DAHA ODAKLI BİR YER ANKARA

Ankara’daki sanat ortamı hakkında görüşlerinizi öğrenmek isteriz. Bu ortamı değerlendirirken mekanlar ve sanat dünyasında rol oynayan aktörler açısından nasıl bir tablo çiziyorsunuz?

Ankara’nın sanat ortamını geniş bir perspektiften ele aldığımızda avantajları olduğu gibi bazı sınırlılıkları olan bir yapıya da tanıklık ediyoruz. İstanbul kadar dinamik bir yapıdan söz etmek mümkün değilken kendine has farkı ortaya koyan, daha odaklı ve derinlemesine düşünebilen bir yapıya sahip. Merkezle kıyaslandığında daha küçük ama daha sıkı ilişkiler, tanışıklıklar ve yoğun temasın olduğunu söyleyebilirim. Bu sanat ortamı, kentin bürokratik ağırlığı, kültürel alışverişin yoğun hissedildiği ve akademik desteğin etkisinin de yarattığı belli avantajları getiriyor. Derinlemesine çalışan, araştırmaya odaklanan ve giderek çoğalarak etkinleşen bir yapıda kendini hissettiriyor. Ankara’daki sanat galerileri, sanatçı inisiyatifleri, üniversiteler ve kamusal kurumlar bu ortamın önemli aktörleri olarak karşımıza çıkıyor. Böylelikle sanata ilgisi olan kişiler, daha seçkin paylaşımlarla ve projelerle buluşma şansı yakalayabiliyor. Bunlarla birlikte başkent olmanın da getirdiği bir disiplin var ki kenti kültürel anlamda güçlü bir noktaya taşıyor.