Temmuz27 , 2024

Bilge böceklerden çiğ insanlara kendine gelme çağrısı

İlgili Yazılar

Türk sanatının zarif temsilcileri

Geleneksel Türk sanatlarının ve kültürünün yaşatılmasında, dünyaya tanıtılmasında büyük...

“Biz onu en çok siyah beyaz görüntülerinden sevdik…”

“İlk işimiz Atatürk belgelerini kurtarmak. Bunu bu ülkeye ve...

Bir nesil onun sesiyle büyüdü: Jeyan Tözüm

Tiyatro, sinema ve seslendirme bütün olarak bir insan olsaydı...

“Fotoğraf, benim için müthiş bir terapi aracı oldu”

Uzun yıllardır fotoğraf sanatı ile ilgilenen iş insanı Serhan...

“Fotoğraf makinem, fırçam; yaşamın kendisi ise boyalarım oldu”

Çektiği fotoğraf karelerine yaptığı dijital müdahalelerle ortaya koyduğu eserlerinde...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Avucumuza zor sığan Golyat böceğinden başlayıp toplu iğne ucu kadar olan ve Polinezya dilinde “minnacık nokta” anlamına gelen Kikini Huna’ya kadar onlarca böceği anarak, nesi özeldir, nesine özendik, nesinden habersiziz ve nesine muhtacız sorularına şık cevaplar veriyor “Böcekler Gezegeni”…

Annem, ağzımda bulduğu sinek kanatlarından sonra epeyce endişelenmiş “Çocuğum sıtma olacak” diye. Ben dünya yansa umursamaz edayla “tayadöz” diye diye onlara sevgimi pekiştiriyormuşum. İlkokulda yakalayacağım sinek başına 100 lira vadeden dedem ilişkiyi fazlasıyla insani bir boyuta taşımıştı: Rahatsızlık veren sinekler! Bu öykü, eziyet edip yıllarca vicdan azabı çektiğim kulağakaçandan sonra hızlıca hayranlık ve bağımlılık seviyesine evrildi. Arılar, karıncalar, uğur böcekleri, hele de kilimimde kuruyup kalan güzelim tespih böcekleri… Mikrokozmos filminden sonra bilim kurgunun, fantazyanın, mitolojinin tekmili birden bu güzelim varlıklarla aşık atamayacağına karar verdim. İleride oğlum böcekbilimci olsa mutluluktan ne yapacağımı bilemem. “Öfff baba çayırsineklerini bu kaçıncı anlatışım!” diye bana çemkirirse hiç şaşırmam.

Böcekler Gezegeni kitabını alırken ilk heyecan sonrası, okunmayı bekleyen yüzlerce akranının arasında ömür tüketebileceğini düşünmedim değil, neyse ki, Norveçli biyolog Anne Sverdrup-Thygeson’un  kendisini bana hatırlatmasıyla  yalnızca iki yıl sürdü bu bekleyiş.

Dilek Başak’ın Türkçe’ye kazandırdığı kitap, Koç Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlandı.

Söze insan ezberini bozarak başlıyor Anne Hoca: “Böceklerin, insanın keyfince yaptığı zararlı – zararsız ayrımından çok ötelerde bir değere sahip olduğunu, onlarca yıllık ekip araştırmaları sonucunda bile hikmetini kavrayamadığımız bir yığın olağanüstü beceriye sahip şampiyon varlıklar olarak çok fazla sevgi ve saygıyı hak ettiğini söylüyor. Zaten türün çeşit ve bireylerindeki inanılmaz sayıyı ve donmuş denizin dibinden çöllere, sıcak su kaynaklarından bilgisayarlara ve atların safra keselerine hemen her yerdeki yaşama yetisini düşündüğümüzde bütün madalyaları onlara takmaktan başka çaremiz yok.”

YAZAR MESLEKTAŞLARINDAN OLUMLU AYRIŞIYOR

“Gel bakalım insan efendi”, diyor Thygeson, “On bin yıl mı olmuştu tarımı icad edeli? Eh kendi çapında fena başarı sayılmaz, gel gör ki, termitler milyonlarca yıldır mantar yetiştiriyor, bir de inekleri, koyunları keçileri sağıyormuşsun güzel, madem öyle yaprakbitlerini sağan karıncalardan işin inceliklerini öğrenebilirsin.”

Avucumuza zor sığan Golyat böceğinden başlayıp toplu iğne ucu kadar olan ve Polinezya dilinde “minnacık nokta” anlamına gelen Kikini Huna’ya kadar onlarca böceği anarak, nesi özeldir, nesine özendik, nesinden habersiziz ve nesine muhtacız sorularına şık cevaplar veriyor biyofil yazar.

Bal kuşu kadar göstere göstere insana yardım edip küçücük avantasını alan canlılara minnet eylemek kolay da demir mazı mürekkebini yumrularından çıkardığımız mazı arısının adını bile duymayanımız çoktur. Lamba isinin karbonuna güvenseydik mürekkeple birlikte nice insani şaheser yok olup gidecekmiş, oysa demir mazı mürekkebinin kalıcılığı sayesinde, daha dün yazılmışçasına okuyabiliyoruz Beethoven’in senfonilerini, Snorre’nin kral sagalarını ve doya doya bakabiliyoruz Carl von Linne’nin çiçek tasvirlerine, Galilei’nin  güneş ve ay çizimlerine.

Her bilim insanı kitap yazabilir; meslektaşlarının ve öğrencilerinin bile okumadığı, hasbelkader literatüre girmiş bunaltıcı metinler. Yazar bu yönüyle binlerce meslektaşından olumlu ayrışarak, popüler kültür donelerinden Kitab-ı Mukaddes pasajlarına, animasyon filmlerden pop müzik ikonlarına, Aç Tırtıl gibi milyonların kalbini çalmış çocuk edebiyatı klasiklerine değinerek, benim gibi alana yabancı okurların dikkatini zinde tutuyor. Üstelik alabildiğine karmaşık durumları öyküleştirerek bilgi adacıklarını birbirine bağlıyor.

Leş yiyicilerin yok olmasının nasıl bir felakete yol açacağını; hasta öküzleri diclofenac ile tedavi etmeye kalkan veterinerlerin, farkında olmadan akbabaların telef olmasına neden olduğunu, meydan kendilerine kalınca vahşi köpeklerin taşıdıkları kuduz mikrobuyla elli bine yakın Hintliyi öldürdüğünü üzüntü içinde öğreniyoruz. Peki kim sorumlu, kim suçlu bu öyküde? Tedavi ederken ya da leşleri kendi bildiğince ortadan kaldırırken ilaç kılığında zehirler kullanmayan böcekler değildir herhalde!

Bilimi öyküleştirmenin mükemmel örneği söğüt ağacının ziyafet sofrasını anmazsam bu yazı eksik kalacak. Baharın henüz başında diğer ağaçlar hazırlıklarını tamamlamamışken, aç ve bitab uyanan majesteleri kraliçe arının imdadına söğüt ağacının mükellef sofrası yetişiyor. “İlk randevuda önemli olan çiçektir” diyor yazar, nektar dolu çiçeklerle gözünü gönlünü e biraz da midesini doyuran kraliçeden sonra bayram şenliği misali üşüşüyor diğer arılar. Böcekler ve bitkilerin dayanışma yarışında kimin kazandığı bilinmez ama “Alın kullanın beni” diyen söğüt,  diğerkâmlığıyla kalbimdeki yerini muhkemleştiriyor. 

Endüstri ve teknolojiyi lebaleb besleyen böcekler, daha güzel, daha sağlıklı, daha bilgili hatta daha huzurlu olmamızı sağlıyor. Bilgilendirirken kaytarıp mizah patikalarına sapan yazar, bokböceğinin şöhretli astronomlara taş çıkaran rota – yön – konum bilgisine hayret ediyor, hayret ettiriyor. Hadi yıldızı anladık diyelim, güneş ve ay da yakın arkadaş sayılır, peki Samanyolu’nu hesaplamak ona göre iş görmek de neyin nesi kuzum? Ben bunu sorarken kitabı okuyan başka biri de sormaz mı bana “17 yılın takvimini tutup, yeryüzüne çıkan ağustos böceklerinin çiftleşme şenliğine inandın da buna mı inanmadın a be kopça gözlüm?” Kekiğin kokusunun sebebi, köklerini hapur hupur yemeye kalkan karıncaları kaçırtmak için saldığı carvacrol imiş, bir çeşninin ardında ölüm kalım savaşının yattığını öğrenmek amma tuhaf doğrusu.

BÖCEKLERİN İLMİ, İRFANI, SABRI VE DİRENCİ

“Dirimkurgu kurtarabilir bizi” diyor Thygeson, “Yiyecek sıkıntısını böceklere daha güzelce danışıp çözebiliriz” diye de ekliyor. Mısırlılar, yeniden doğumun ve daha nice şeyin sembolü diye bokböceğini boşuna selamlamadılar. Çayırsinekleri hala dere yataklarını tıkanmaktan koruyor, arılar her şeye rağmen mucizevi balı çalmamıza izin veriyor. İnsanca yaşamak için böceklerin ilmine irfanına sabrına direncine dayanışmasına muhtacız. Güzel haber ne biliyor musunuz, eğer yok olmazlarsa seve seve paylaşırlar!