Temmuz27 , 2024

Bir yanda medeniyet ile mücadele diğer tarafta vecd halindeki insanlar

İlgili Yazılar

Türk sanatının zarif temsilcileri

Geleneksel Türk sanatlarının ve kültürünün yaşatılmasında, dünyaya tanıtılmasında büyük...

“Biz onu en çok siyah beyaz görüntülerinden sevdik…”

“İlk işimiz Atatürk belgelerini kurtarmak. Bunu bu ülkeye ve...

Bir nesil onun sesiyle büyüdü: Jeyan Tözüm

Tiyatro, sinema ve seslendirme bütün olarak bir insan olsaydı...

“Fotoğraf, benim için müthiş bir terapi aracı oldu”

Uzun yıllardır fotoğraf sanatı ile ilgilenen iş insanı Serhan...

“Fotoğraf makinem, fırçam; yaşamın kendisi ise boyalarım oldu”

Çektiği fotoğraf karelerine yaptığı dijital müdahalelerle ortaya koyduğu eserlerinde...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Yaşamı İstanbul, New York ve Los Angeles arasında geçen heykeltıraş Hande Şekerciler ile yeni medya sanatçısı Arda Yalkın’ın oluşturduğu ha:ar, klasik sanat yaklaşamını yeni teknolojilerle birleştirme tutkusunun yansıması olan eserleriyle öne çıkıyor.

Yalkın ve Şekerciler, kısa bir süre önce Venedik’te ve Milano’da sergilenen “Pulse: Electric Mannerism” sergisini ve birlikte ürettikleri çalışmalarını anlattı.

Heykeltıraş Hande Şekerciler ve yeni medya sanatçısı Arda Yalkın’ın birlikte çalıştığı ha:ar’ın yeni sergisi “Pulse: Electric Mannerism”, 19 Haziran – 26 Temmuz tarihleri arasında Venedik’teki GAD’da (Giudecca Art District) yer aldı. Sergi, Milano’a 1-26 Ağustos tarihleri arasında Scalo Lambrate’de sergilendi. Birlikte ürettikleri çalışmaları ve pandemi dönemini anlatan Şekerciler ve Yalkın, sergiyi şöyle tanımlıyor: “İçeriğindeki zıtlık da aslında dünyaya iki ayrı bakış açısı sunuyor; bir yanda medeniyet ile olan mücadele, diğer tarafta kendilerini olduğu gibi kabul etmiş, vecd halindeki insanlar…”

Birlikte çalışma süreciniz nasıl başladı?

Arda Yalkın: Hande ile uzun zamandır beraberiz, yıllardır aynı çalışma ortamını paylaşıyoruz, birbirimize uzun süredir yardım ediyoruz ve dolayısıyla işlerimiz hakkında konuşuyoruz. 2018 Mart ayında New York’ta bir misafir sanatçı programına kabul edildim ve ikili olarak gitmeye, beraber bir şeyler üretmeye karar verdik. Kimyamız tuttu ve ardından ABD’de başka programlara kabul edildik, fuarlara katıldık. İlk solo sergimizi New York’ta, ikincisini Ankara’da, üçüncüsünü ise Venedik’te açtık. Ardından Milano’da da solo sergimiz oldu.

Sanatçılar Hande Şekerciler ve Arda Yalkın, dijitalleşmenin üretimlerini nasıl etkilediğinden bahsetti.

Bunların yanı sıra Piksel adında bir yeni medya misafir sanatçı programının kurulmasına liderlik ettik ve hala onun bir parçasıyız. Üç senedir bu şekilde hem ikili hem de bireysel olarak çalışmaya devam ediyoruz.

“İÇERİĞİNDEKİ ZITLIK DA ASLINDA DÜNYAYA İKİ  AYRI BAKIŞ AÇISI SUNUYOR; BİR YANDA MEDENİYET İLE OLAN MÜCADELE, DİĞER TARAFTA KENDİLERİNİ OLDUĞU GİBİ KABUL ETMİŞ, VECD HALİNDEKİ İNSANLAR…”

 

KLASİK SANATÇILARDAN İLHAM ALIYORUZ

Çeşitli seriler üzerinde çalışıyorsunuz, bu serileri yaratırken nelerden ilham aldınız?

Arda Yalkın: İkimiz de Batı sanatının, özellikle de Rönesans döneminin ince işçiliğine hayranız. Benim ayrıca Ortodoks ikonografisine de bir düşkünlüğüm var ve bunu geçmişte kişisel işlerimde çokça kullandım. İmkansız heykeller serisinde hayranlık duyduğumuz bu dönemin eserlerine öykünüyoruz. Kabaca kendi ikonografimizi yaratmak istiyoruz. Bu serinin ve genel olarak işlerimizin konusu insanlığın kurduğu medeniyet ve ürettiği teknoloji ile olan çekişmesi olarak özetlenebilir. Hande, o dönemin resim ve heykellerindeki formları ancak yakından incelendiğinde görülebilecek modern mimikler şeklinde yorumladı. Yine o dönemin cennet-cehennem, ilahi-fani gibi ikilemlerini sıkça kullanıyoruz. Hemen her resimde kısmen bir şiddet vurgusu var ve bu eserin ilk andaki parlak, renkli, albenili görüntüsü ile çelişiyor. Bu seri biz üzerinde çalıştıkça detaylanıyor ve her detayda bazen sadece bizim bildiğimiz bazen de kolayca anlaşılabilecek tarihi, sosyal ya da politik referanslar gizli. Örneğin, serinin ilk işini Hillary Clinton’ın seçim kampanyasında şahit olduğumuz bir an üzerine, Da Vinci’nin Son Akşam Yemeği’ni yeniden üreterek kurgulamıştık. İsa dirilse onunla konuşur musunuz yoksa selfie mi çekersiniz?

Hande Şekerciler: İkimiz de modern insanın sosyal medyadaki kendi varlığını oluştururken aslında içgüdüsel olarak bir tür öz-ikonografi aradığını düşünüyoruz. Bunun birkaç sebebi var; bazen çok beğendiğimiz fotoğrafları ikonik bulup defalarca  paylaşıyoruz, beğendiğimiz duruşları, ışığı, renk örüntülerini tekrar ediyoruz. Ortodoks ikonografisinde ressamlar ürettikleri imajları kendilerinin değil, onların elleri ile tanrının ürettiğini söylerler. Modern insanın sosyal medyadaki hali biraz buna benziyor. Bu sadece görsellikle de sınırlı değil, iletişimimiz de çoğunlukla böyle. En eğitimlilerimiz bile bazen eko odalarında hapis oluyoruz. Elbette ben de kendimi bundan ayrı tutmuyorum. Bu bağlamda Lucid serisinden söz etmek gerekirse bahsettiğim bu modern ikonografinin ha:ar tarafından yorumlanması diyebiliriz. Bu seride de diğerlerine benzer şekilde klasik sanatçılardan ilham alıyoruz. Teknik olarak Rembrandt’ın ve onun döneminde, onun etrafındaki diğer sanatçıların sıklıkla kullandığı, genellikle tek yapay ışık kaynağı ile aydınlatılan portrelere referans veriyor. Bu ışıklandırmayı jeneratif sıvı simülasyonları ile manipüle ediyoruz. Yine çok belli etmeden modern dünyada kullanılan mimikleri kullanıyoruz. Bunların dışında prodüksiyona devam eden çok kanallı video enstalasyonlarımız, blockchain, yapay zeka gibi teknolojileri kullanarak üretmeye başladığımız eserlerimiz de var.

İki farklı disiplinde ve birçok destek disiplinle çalışmalar yapıyorsunuz. Siz kendinizi nasıl yorumluyorsunuz?

Hande Şekerciler: Sanatçıyı, fikirlerini paylaşmak için her türlü formu, medyumu, tarzı kullanan, yaratıcı bir insan olarak görüyorum. Bizim de yapmaya çalıştığımız bu.

“Pulse: Electric Mannerism” sergisini anlatır mısınız?

Arda Yalkın: Pulse: Electric Mannerism Cer Modern’de gerçekleşen serginin üzerine yeni işler eklenerek büyüyen bir sergi oldu. Bu bizim aslında Mart 2020’de İstanbul’da gerçekleştirmek istediğimiz bir konseptti. İzleyicilerin üç katlı bir binada önce Hande’nin solo sergisindeki fiziksel heykelleri gördükten sonra üst katlarda çoğunlukla heykel ve insan bedeni etrafında kurgulanmış dijital resim, heykel ve videoları deneyimleyecekleri bir ikili sergi kurgulamıştık fakat açılışa bir hafta kala sergiyi ertelemek zorunda kaldık. Bu kurguyu -bazı eserleri İstanbul’a saklamak istediğimiz için- biraz basitleştirerek Ankara Cer Modern’e taşıdık. Sonrasında bazı yeni resimler ekleyerek Venedik’e. Tek bir sergi gibi gözükse de aslında Hande’nin kişisel ve ha:ar’ın işlerinden oluşan, iç içe geçmiş, birbirleri ile hem teknik hem de içerik olarak konuşan iki sergi.

Dijital üretim yöntemlerini fiziksel eserler üremek için kullanmak çok ilgimi çekiyor. Ya da tam tersi, hep fiziksel olarak deneyimlenmiş medyumları dijital tekniklerle yorumlamak. Burada benim hep dikkat etmeye çalıştığım şey özgün bir yol bulabilmek. Örneğin, bir synthesizer’ı akustik bir piyano sesini simüle etmek için kullanmak yerine akustik bir enstrümanın asla çıkartamayacağı sesleri elde etmek için kullanmak gibi. Elbette teknolojiyi, verimliliği artırmak ya da masrafları azaltmak için de kullanıyoruz ama esas peşinde olduğumuz şey konvansiyonel medyumlar ile ultra-modern medyumları birlikte kullanmanın yeni yollarını keşfetmek. İki serginin içeriğindeki zıtlık da aslında dünyaya iki  ayrı bakış açısı sunuyor; bir yanda medeniyet ile olan mücadele, diğer tarafta kendilerini olduğu gibi kabul etmiş, vecd halindeki insanlar…

 

ha:ar’ın yeni sergisi “Pulse: Electric Mannerism”, önce Venedik’teki GAD’da (Giudecca Art District) ardından da Milano’da Scalo Lambrate’de sergilendi.

 

KONVANSİYONEL SANATÇILAR GERİDE KALACAK

Bildiğim kadarıyla birçok işi uzaktan sürdürdünüz. Pandemi dönemi sizi ve genel olarak sanat dünyasını etkiledi mi? İnsanlık için eşi benzeri görülmemiş bu süreç, insanlığın varoluş mücadelesi açısından belki size ilham olmuştur, yeni fikirler söz konusu oldu mu?

Hande Şekerciler: Pandemi ile gelen karantina döneminde fark ettik ki yılın bir kısmını Amerika’da geçirmek ya da seyahat etmek dışında biz zaten sürekli atölyede ve bilgisayar başında çalışıyormuşuz. Karantina olup kapanınca ve katılmak gereken davetler, toplantılar için yolda geçirilen zaman olmayınca daha da verimli şekilde üretmeye başladık. “Piksel.” gibi bilgi paylaşımında bulunabildiğimiz, diğer  sanatçılarla bir araya geldiğimiz bir organizasyon kurmaya vaktimiz oldu.  Dolayısıyla garip bir şekilde pandemi süreci bizim açımızdan her anlamda çok verimli geçiyor. Öte yandan genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, bir kere online dünyanın imkanlarının daha çok farkına varıldı. Yine kendi alanımdan bir örnekle gitmem gerekirse müzelerin, galerilerin VR turları nicedir vardı fakat çoğunluk  tarafından bu süreçte keşfedildi. Koca koca gökdelenlere aslında pek de ihtiyacımız olmadığı, dışarı çıkabiliyor olsak pek çok kişinin de ofis dediğimiz küplere sıkışıp kalmasına gerek olmadığı; en basit fikir için bile saatlerce yol tepip hem zamanı hem kaynakları bu yönde harcamaya gerek olmadığı fark  edildi. Tabii ki sistem bir günde değişmeyecek ama yavaş yavaş iş yapma biçimlerinin değişeceğini düşünüyorum. Zaten bir süredir gündelik işler yapan insanların AI ve otonom araçların hızlı gelişimiyle işsiz kalacağı ve kendilerini bir şekilde adapte edebilenlerin iş değiştirmeleri gerekeceği konuşuluyordu. Pandeminin bu süreci de hızlandıracağını; üretim yöntemleri ve teknoloji ile olan ilişkisinde tutucu davranan, reddeden sanatçıların da istisna olacağını öngörüyorum. Elbette yeni medya sanatı tek sanat türü olacak demiyorum ama konvansiyonel sanatçılar, koleksiyonların da el değiştirmesi ve siber kültürün içine doğan yeni nesil tarafından devralınmasıyla yavaş yavaş geride kalacaklar.

FİGÜRLERİ, DOĞRU BULMADIĞIM VE İNSANLARIN YAŞAMLARINI, YAŞAMA BİÇİMLERİNİ ANLAMSIZCA KISITLADIĞINI DÜŞÜNDÜĞÜM TOPLUMUN KODLARINDAN ARINDIRARAK İÇ DÜNYALARINA DİKKAT ÇEKMEYE, RUH HALLERİNİ YANSITMAYA ÇALIŞIYORUM. – HANDE ŞEKERCİLER

SANAT KURUMLARI DİJİTALİ DIŞLAMAMALI

Yeni medya alanındaki çalışmalar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de son 10 yılda çok başarılı işler ortaya çıkardı. Siz de bu isimler arasında yer alıyorsunuz. Geleceği nasıl görüyorsunuz?

Arda Yalkın: Dijital devrimin insanlığa dayattığı değişimin sonuçlarının neler olabileceğini, toplumu nasıl etkileyeceğini, bireylere ve yaşadığımız dünyaya ne kadar zarar vereceğini, kimlerin en çok zarar göreceğini ve bu etkileri en aza nasıl indireceğimizi, sadece politikacıların ve çok uluslu şirketlerin değil; filozofların, tarihçilerin, sosyologların, mühendislerin, mimarların ve aklıma gelmeyen onlarca farklı pratikten gelen insanların yanı sıra sanatçıların da tartışması, alınan kararlarda onların geleceğe dair hayallerinin de etkisinin olması gerekiyor. Aksini düşünmek bile korkunç olurdu. Ancak, sanatçıların bahsettiğim tartışmaya katılabilmesi, diğer disiplinlerle etkileşime girebilmesi ve değişen dünyayı şekillendirecek fikirler üretmesi için bugünün dili olan teknolojiyi öğrenmesi çok önemli.

Blockchain, yapay zeka, artırılmış gerçeklik, yapay insan, veri görselleştirme gibi kavramları bilmeden gelecek hakkında konuşmak artık mümkün değil. Son 50 senedir yeni medya sanatı ile ilişkisinden anlamlı bir çıktı üretememiş konvansiyonel sanat endüstrisinin artık bunu aşması gerekiyor bence. Bu iki taraf  için de önemli.

Sanat endüstrisinin değişime adapte olması gerekiyor yoksa var olan sistem dönüşmek yerine alaşağı olacak. Sanat kurumlarının dijital teknolojiyi dışlaması bu alanda çalışan sanatçıları, reklam endüstrisi ve şirketlerle iş birlikleri kurmaya itiyor. Bu da yeni medya sanatının çoğu zaman içerikten çok mühendislik, büyüklük ya da teknolojik eşiklerin aşılması ile gündeme gelmesine neden oluyor.

İÇ DÜNYAYA DİKKAT ÇEKİYORUM

Solo çalışmalarınız için “Öznelerin kimliğini alt üst ederek onları saç ve giysi gibi karakterize edici unsurlardan arındırıp özgürleştiriyor” ifadesi kullanılmış. Bunu hangi noktalara temas ederek anlatıyorsunuz çalışmalarınızda?

Hande Şekerciler: Doğru bulmadığım ve insanların yaşamlarını, yaşama biçimlerini anlamsızca kısıtladığını düşündüğüm şeyler, toplumun kodları. Bu kodları tanımlarken dış görünüş, baz alınan ana unsurlardan. Saçınızın uzunluğu, biyolojik cinsiyetiniz, ten renginiz gibi. Bunlar hep sizin sınıflandırılmanız için sizin dışınızdaki dünya tarafından kullanılan unsurlar. Figürleri bunlardan arındırarak iç dünyalarına dikkat çekmeye ruh hallerini yansıtmaya çalışıyorum.