Veteriner hekimlik, drama eğitmenliği, tiyatro pedagogluğu ve masal anlatıcılığı… Nazlı Çevik Azazi, sıra dışı dönüm noktalarına sahip hayat yolculuğunda masallar anlatıyor, anlattırıyor, deyim yerindeyse masallarla yaşıyor. “Masal insanın başka türlü anlatılamayacak temsilidir. Masal, insandır, insanın derin rüyalarıdır” diyen Azazi, hepimizi bu büyülü dünyaya davet ediyor.
SÖYLEŞİ: BELKIS KAMUT AKTÜRK
Nazlı Çevik Azazi ile dostluğumuz yıllar öncesine dayanıyor. İstanbul Üniversitesi Veteriner Hekimlik Bölümünden mezun ama hayatının merkezini masallar oluşturuyor. Veterinerlik ve masal. Ne farklı iki kelam, ne sıra dışı bir yol haritası. Biz, İstanbul’u benim hikayelerimle ama masal tadında anlatarak tanıtmak için geliştirilen bir proje için tanışmıştık. Proje gerçekleşmedi ama bizim dostluğumuz önce söyleşilerle sonra buluşmalarla devam etti. Her söyleşide, her buluşmada fark ediyorum ki dünyaya onun gözlerinden bakmak çok hoş. Çünkü onun hayatı, gerçeği masal. Masallar anlatıyor, anlattırıyor; masallarla yaşıyor, çoğalıyor. Ve her an kendi masalını yeniden yazıyor.
Masal, yoldur. Bu yolun yolcusu olmayı, masalı vesile kılıp gerçekliğine ve içindeki aşka ulaşmayı seviyor Nazlı Çevik Azazi. Şimdi, söz onun.
O halde sohbete başlayalım. Masal anlatıcılığı nedir?
Kadim bir söz sanatıdır. Az ve öz böyle anlatırım. Kadimdir, hem geçmişte hem günümüzde geçerlidir; gelecekte de geçerliliği devam edecektir. Zamana ve mekana bağlı değildir. İnsan, söz varlığıdır. İnsan kendini sözde yaratan, sözde çoğaltan, sözde manayı bulan bir varlıktır. Burada özellikle “kelime” sözcüğünü kullanmıyorum, “söz” diyorum. Kelime ve sözü birbirinden ayırıyorum. Kelimeler bana göre yazılı edebiyatın temsilcileridir ki çok kıymetli bir alan; söz ise kelimeyi de barındıran ama daha fazla bir varlık. Kelime, mekanda kitaplarda, taşlarda kayıtlıdır, insanın dışındadır. İnsandan çıktıktan sonra insana mekan aracılığıyla ulaşır. Söz ise insana bağlıdır, insan yoksa söz yoktur. Yaşayan insanın ağzından çıkan, mananın işaretleridir. Eğer insana bağlı ise nefese bağlıdır; insan nefes alıp verdikçe sözü üretme yeteneği de devam edecektir. İnsanın duygularına bağlıdır söz, haline bağlıdır. Sözün içinde kelime, ses, duygu vardır, sessizlik vardır, hal vardır yani çok katmanlı bir yapı ve bu sözcüklerin ortaya çıkarttığı bu sanat, yaşayan insana ihtiyaç duyar ama aynı zamanda, muhattaba ihtiyacı vardır.
Yazar Barry Sanders’in dediğin gibi, her anlatıcının dost bir kulağa ihtiyacı vardır, eğer o dost kulakları bulabilirse anlatıcı masallarını yani insanın varlık hakikatlerinin derin manalarını, adına masal anlatıcılığı dediğimiz söz sanatıyla dinleyicisine ulaştırır.
MASAL ANLATICILIĞI “MUHABBET SANATI”DIR
Masal anlatıcılarının da farklı ekollerden geldiğini biliyorum. Sizin ekolünüz doğaçlama, değil mi?
Ben eğitimlerimi Berlin’de aldım, Berlin Sanat Üniversitesinde. Ve burada, doğaçlama, anlatının öğretildiği ekoldü. Bu bana çok uydu, geçmişte tiyatro yapmıştım. Metin ezberleme, role girme deneyimlerim oldu ama bana yakışan elbise o değildi, çok rahatsız hissediyordum kendimi. Masal anlatıcılığında kendimi yuvada hissediyorum. Çünkü bu sanat, anlatıcısına çok büyük özgürlük alanı tanıyor. Yüzde yüz doğaçlama yapmıyoruz sanatımızda. Özellikle geçmiş zamandan kalan masalların ana imgelerini, bir nevi kemiklerini bulup çıkartıp diziyorum. Bu kemiklerin dışında kalan kısımları yani etleri, organları, derisi, kıyafeti eğer masal insana benzeyecekse ben kendi hayal dünyamdan yaratıyorum. Bu benim yaratıcılığıma alan açtığı için bu ana imgeleri hafızama kazıdıktan sonra dinleyicinin karşısına çıkıyorum. Ana imgeleri unutmadan o anda dinleyiciyle etkileşim halinde anlatının metni yeniden doğuyor, her anlatıda yeniden doğuyor, burası doğaçlama. Anlatan sadece anlatıcı değil, dinleyici de anlattırıyor. Bu etkileşim çok kıymetli. Buradan bakarsak masal anlatıcılığı “muhabbet sanatı”dır. Muhabbet kelimesi içinde köken olarak hab var, habib var, sevgi var. Sevginin olduğu kelime. Herkesin sevgi ile bir olduğu, birlik olduğu, birlik alanı açan söz sanatı. En güzeli de tekrarı yok, her anlatı biricik, asla aynı kelimelerle anlatamıyorsun, her dinleyicinin şahitliğinde başka türlü anlatıyorsun. İşte buna bayılıyorum çünkü öngörülemez.
Pek çok farklı tanımlamaya sahip masal. Masal canlı sözdür, masallar sanat eseridir, masallar insanlığın rüyalarıdır… Peki, sizce masal nedir?
En sevdiğim soru ama en zor soru. Masal insanın başka türlü anlatılamayacak temsilidir, masal insandır. İnsanın ancak masal formunda anlatılabilecek halidir. Bu anlamıyla rüyalara çok benziyor. İnsanın derin rüyalarıdır. Nasıl ki rüyaları bilimsel formüllere indirgeyemiyorsak insanın bu halini de ancak masallarla anlatabiliyoruz. İnsanın derin düşleri, derin benliğinin çağrısıdır.
Masalın kendi içinde logosu yani rasyonel aklı vardır. Aynı zamanda mitos yönü de çok güçlüdür, irrasyonel ögelerle doludur.
MASALLARIN KENDİLERİNCE AKILLARI VAR
Masal akıl işi mi, gönül işi mi, hayal işi mi?
Masal esasında hayal ve gönül işi fakat masalların da kendilerince bir akılları vardır. Masalın hikayesi, nedensellik ilkeleriyle ilerler, belli olaylarla. Yani masal ilkelidir. Masalın kendi içinde sıralanan olaylar kendi içinde tutarlıdır, bir oradan bir buradan atlayıp zıplamaz.
Masal denince akla çocuklar gelir ya hep, öyle mi gerçekten? Masallar kimin için?
Masal hepimiz için. Nasıl ki çocuk, yetişkin, yaşlı hepimiz rüya görebiliyorsak hepimiz masal da dinleyebiliriz. Yetişkinler için anlatılan masallar ile çocuklar için olan masallar farklıdır. Yetişkin meselelerini konu eden masallar var, çocukların da misal alabileceği masallar var. Sadece şöyle bir fark var bütün çocuklar koşulsuzca masal dinlemeye hazırken galiba tüm yetişkinler hazır değil.
Sizce niye yetişkinler masaldan uzak duruyor?
Yetişkin, analitik aklın sınırlarına takılıp kalmış biri ise ve her şeyde mantık arıyorsa masallara “saçma, gerçek dışı, gereksiz” gibi bakabiliyor. Bana göre bu bakış açısı kişinin kendi bilinç dışını reddidir. Kendi rüyalarını, kendi gündüz düşlerini hayallerini, kendi içindeki çocuğu da reddetmesidir. Çünkü masal insanın efsunlu ve esrarlı, bilinmezliklerle dolu içsel dünyasının temsilidir ve bu temsiller, sembollerle konuşur. Semboller ise kavramlar gibi apaçık değildir, örtülüdür. Sembolleri kavramların diline çevirmek için derin tefekkür gerekir.
Masal anlatmak mı zor, dinlemek mi?
Her ikisi de çok kolay bence.
Freud’un öğrencisi, ünlü psikiyatrist Jung’a göre “Bir toplumu anlamak istiyorsanız o toplumun masallarına bakmak gerekiyor. Zira masallar toplumsal bilinçaltımızın ifadesidir.” Bu görüşten yola çıkarak soruyorum, masallar hayat yolunda, yaşam yolculuğunda bir rehber midir?
Bana göre kesinlikle öyledir. Masalların, masalı rehber kabul edenler için söyleyecek çok güçlü ve etkileyici sözleri vardır. Bunun için kişinin masalların sembol dilini kendi bilincine uygun hale getirmesi çok önemli. Örneğin, masalın içindeki önemli sembollerden biri olan ağaç, yalnızca bir doğa fenomeni olan ağaç değildir, ağacın temsil ettikleridir. Peki, bunlar ne olabilir? İnsanın iki dünyaya ait oluşudur. Hem bu dünyaya dahildir; toprağa kök salabilir hem de dalları ile göğe uzanabilir yani manevi dünyaya dahildir. İnsan da ağaç gibi meyve verebilir. Bu, bedenin meyveleri çocuklar olabileceği gibi ruhun meyveleri yani sanat eserleri de olabilir. İnsan da tıpkı ağaç gibi sürekli meyve veremez; bazen yaprak döker, içine çekilir, zamanını bekler, vakti gelince meyveleri dünyayla paylaşabilir. Böyle baktığımızda ağaç, ağaç olmanın ötesinde döngüselliğin, yaratıcılığın ve iki dünya arasında ama aynı zamanda birlikte yaşamanın sembolüdür.
BİZ YOKKEN MASALLAR VAR MIYDI?
Masal kaç yaşında? Siz kaç yıllık bir bilgeliğin temsilcisisiniz?
Bence masal, bilincin evrilmesi ve sözün doğmasıyla birlikte. Dolayısıyla onların tarihselliğiyle beraber ilerliyor. Bu, tarihsel bakış açısı. Öte yandan biz yokken masallar var mıydı yok muydu? Bunu da düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Biliyorum ki Avrupa’ya kıyasla bizde eski gelenek daha derin. Özü, hikaye anlatıcılığı olan dengbejler, meddahlar, aşıklar, gezgin anlatıcılar, ozanlar var bizde. Ama sizi düşündüren, bunları bu topraklarda değil, Almanya’daki hocalarınızdan öğrenmiş olmanız. Prof. Dr. Kristin Wadezky, “Biz bunları sizden öğrendik, sen bunları benden öğreniyorsun” demişti, değil mi?
Evet, hocam Kristin, bunu söylerken bu toprakların kadim sanatlarından olan “anlatı sanatı”nın hakkını benim aracılığımla teslim ediyordu. Bu sanatı Almanya’da öğrenmiş olmaktan dolayı mutluyum çünkü çok kıymetli hocalarım oldu. Öte yandan kültürümüzde eski anlatıcılarla yeni çağ arasındaki bağın kopmuş olması, bu geleneğin unutulmaya yüz tutmuş olması beni üzüyor. Gönül isterdi ki Anadolu’nun bilge anlatıcılarından birinin de çırağı olabileyim, onunla uzun yıllar yaşayıp onu gözlemleyebileyim. Onun bana söyleyeceği bilgelik sözlerini duyup mayalanıp, onun hali ile hallenip geleceğe aktarabileyim.
Niye unuttuğumuzu bulmaya çalışıyorum demiştiniz bir sohbetimizde. Bulabildiniz mi?
Hala arıyorum ama düşündüklerim var. Kentleşmenin etkisi büyük, eskiden kırsalda daha küçük topluluklarda yaşanıyordu, her köyün masalcısı vardı. Köylerde radyo da televizyon da olmadığı için tarla tapan bitince yapacak iş bu idi; masalcılar masal anlatır ve el verirlerdi. Göçler arttıkça şehirler kalabalıklaştı, sokakta birbirini tanımayanların sayısı arttı. Teknoloji gelişti; radyo, televizyon, internet derken günümüzde sosyal medya… Tüm bunlar bir zamanların masal anlatıcısının ikamesi olmaya çalışıyor. Üstelik son yıllarda masal anlatma sanatının canlanması bize ikamesi olamayacağını gösteriyor. İnsan ile teknolojik aletler arasında canlı etkileşim yok ama masalcı ile dinleyicisi arasında gönül bağı yani muhabbet bağı kuruluyor. Bu çok özlediğimiz bir hal. Sanırım hiçbir teknolojik gelişme, insan insana kurulan bu bağın yerini tutamayacak.
Sizi tanıyanların duyduğu bir sözdür; düşlerimize kavuşmaya ihtiyacımız var. Bu kişilerin ihtiyacı mı yoksa toplumsal bir gereklilik mi?
Kendi biricikliğini arayan, yaşam macerasında kendi kahramanının yolculuğunu devam ettiren herkesin ihtiyacı bu. Aslında kayıp parçalarımız, düşlerimizde gizli. Aynı şekilde toplumların tekamülü için de toplumsal hafızaya, kollektif bilinç dışına temas etmeye ihtiyacımız var. Burası da masalların kaynağı zaten.
MASALDA ÖNEMLİ OLAN ÜÇLEME
Ve bu anlattıklarınıza göre masal ihtiyaç mıdır?
Kesinlikle ihtiyaç, hem de nasıl… Hava, su, yemek, ekmek gibi bedenin; sanat ve nefes gibi ruhun temel gıdası.
Masalların sonunda gökten üç elma düşer. Bu üç elmanın karşılığı nedir, neden üç elma düşer?
Bazen elma düşer bizim kültürümüzde evet, başka kültürde başka şey düşebilir. Iraklı bir beyefendinin büyükannesinden duyduğu masallardan oluşan bir masal kitabı var kütüphanemde. Bu yaşlı kadının, masallarının sonunda sürekli tekrar ettiği bir imgesi var. Her masalın sonunda, “3 çuval kuru üzümüm var biri anlatana, biri dinleyene, biri masala gitsin” diyor. Burada önemli olan üçleme. Bu formül bize, masal anlatma sanatının ancak bu üç birleşen bir araya geldiğinde tezahür edeceğini söylüyor. Anlatıcı, dinleyici ve hikayenin birlikteliğinde masal anlatıcılığından söz edebiliriz. Bunlardan biri eksildiğinde, masal anlatma sanatı olmaz. Anadolu’da masal sonunda gökten üç elma düşer, kadim bilgeliğin ifadesi olarak. Dinleyici, anlatıcı ve masala gider, biri olmazsa masal olmaz çünkü.
“SENİN DEDEN DE MASALCIYDI!”
Masal ve Mehmet dedeniz desem… Dedeniz ile ilgili yıllar sonra öğrendiğiniz ne oldu?
Dedemin aranan bir masal anlatıcısı olduğunu öğrendiğimde şaşırdım çünkü hem dedem hiç masal anlatmadı hem babam bahsetmedi. Veteriner hekimlik okudum, drama öğretmenliği, tiyatro pedagogluğu yaptım. Yıllar sonra masal anlatıcılığı yapmaya karar verdiğimde babam hayretle, “Senin deden de masalcıydı” dedi. Üstelik sonradan öğrendim ki çocukken dedemden masal dinlemiş biri, Hüseyin Kete, “Ağlayan Konak” kitabında, “Masalcı” öyküsünde dedemi anlatıyor, hem de aynı adla. Bir masalcı var, adı Mehmet diye. İlk defa seninle paylaşıyorum. Okuyunca önce ağladım, haksızlık gibi hissettim, biraz da öfkelendim, neden ben de çocukken dedemden masal dinleyememiştim diye… Sonra dedemin tamamlanmamış masal yolculuğunu devam ettirdiğimi düşünüp rahatladım.
Peki, ilk dinlediğiniz masal hangisi, hatırlıyor musunuz?
Berlin’de üniversitede tiyatro pedagojisi yüksek lisansı yaparken hikaye anlatıcılığı dersinde hocam Kristin’den Gılgamış Destanı’nı dinledim. Aşık oldum. Biz de anlatmayı öğrendik. Bu aşk çok işime yaradı. Aynı üniversitede “Sanatsal Anlatım- Eğitimde ve Sanatta Hikaye Anlatıcılığı” adlı programa, bu aşkımı gören hocamın sağladığı bursla dahil oldum. Bu hayatımın dönüm noktalarından biridir.
İlk anlattığınız masal Almanca diye hatırlıyorum. Üstelik dile tam hakim değilken.
Evet, ilk anlattığım masal, İskelet Kadın. Kadın erkek ilişkisinin her yönünü anlatan bu Eskimo masalı dönüm noktalarındandır. Provalarda Almanca anlatırken çok zorlanıyordum. “Ana dilim değil, iyi anlatamam” diye düşünüyordum. Kristin beni çalıştırıyordu, bu sancılarımı görünce provayı durdurdu ve “Dile çok takılma, asıl olan masalın imgelerini görmen ve hayalinde canlandırman. Onlara tutun, bırak ağzından çıkan sözcükler, imgeyi tarif etsin” dedi. Bu beni çok rahatlattı ve belki beni, ben yaptı. Ben de anlatıcılık eğitimlerimde merkeze imgeyi koyarım, dil sonradan gelir.
Anlattığınız ilk Türkçe masal hangisi oldu?
“Ayağına Diken Batan Karga”. Halen keyifle anlattığım bir Anadolu masalıdır. Cefadan sefaya “hak arayışını” çok güzel anlatır.
En sevdiğiniz masallar hangileri?
Zamanla ben değiştikçe sevdiğim masallar da değişiyor. Dünya halklarının anlattığı tüm masallara açığım ve masalların kalbimi titretmesi yetiyor. Türk masallarını halen seviyorum. Özellikle Eflatun Cem Güney’in derlemelerini.
Korkuları yenmek için bir şifa sebebi midir masallar? Sizin yılan korkunuzu yenmek için yılanlı masallar toplayıp anlattığınızı hatırlıyorum mesela…
Bir dönem zihnim sürekli yılan imgesi yaratıyordu, kendi kendimi korkutuyordum. Bir gece uyandım zihnimde yılanlar ve çok korkuyorum. Bir an bunu değiştirmek istediğime karar verdim ve birdenbire aklıma masallar geldi. Ben masalcıyım, anlattığım masalları çok net hayal etmem lazım dedim. Yılanlı masal anlatırsam hayal etmek zorunda kalırım. Ve bunu kendime şifa aracı olarak kullanmaya başladım. Uzun süre yılanlı masallar anlattım. O dönem başkahramanı yılanlar olan bir öykü yazdım. Bu öykü “Şifa Veren Masallar” kitabımın da çerçeve öyküsü oldu. Yılanların benim için yaratıcı dişil gücü temsil ettiğini buldum. Benim esas korktuğum bu güç idi yani kendimdi. Zamanla yılanlı masalları anlattıkça korkum azalırken yaratıcı gücümle temasım arttı. Teslim olunca da içimdeki yazar açığa çıktı. Kitaplar yazmaya başladım.
HER ŞEY İÇİMİZDE, İNANMAK GEREK
Dağarcığınızda anlatabileceğiniz kaç masal var?
Zamanla yenilenen ve değişen masallarımla yüzlerce masal vardır.
Her insanın en az bir hikaye barındırdığına inanırım. Bu nedenle insan hikayelerine bayılırım. Bu bakıştan hareket edersek sizce dünyada kaç masal var?
Böyle bakınca binlerce kategorize edilmiş masal var ama anlatıcıya bağlı olarak milyonlarca olabilir bu sayı.
2008’den beri anlatıyor, 2012 yılından beri anlatıcı yetiştiriyorsunuz. Ve artık bu yolda yalnız değilsiniz. 2015 yılında SEİBA kuruldu. Neler yapıyor SEİBA?
SEİBA çok güzel işler yapıyor. Türkiye’de binlerce anlatıcı yetiştirdi. Uluslararası masal festivalleri yapıyor. Eğitimler veriyor. Şu an beni en heyecanlandıran yeni açtığımız masal terapi alanı. Macaristan’dan gelen hocamız Ildıko Boldizsar rehberliğinde “metamorfoz – halk masalları terapisi” eğitimleri düzenliyoruz.
Yazdığınız kitapları da konuşmak istiyorum. Kitaplarının adları da çok çarpıcı, çok albenili. Ağaç Arkadaşım, Şifa Veren Masallar, Masal – İki Dünya Arasındaki Aşk.
Üçü de çok farklı. İlki, Masal – İki Dünya Arasındaki Aşk. Halk masallarını kendi dilimde yeniden yazdığım hem de masal hakkında yazılarım var. İkincisi, Şifa Veren Masallar’da yaralı bir kadının masallar aracılığı ile şifalanma yolculuğunu anlattım. Yılanlı öykümün etrafında dokuz halk masalını yorumladım. Üçüncüsü, çocuklar için yazdığım, tiyatro pedagogluğu kimliğimi de kullandığım Ağaç Arkadaşım. Merkezde ağaçlar var. Ağaçlı masallar eşliğinde çocukları hem ağaç arkadaş edinmeye hem de masal yazmaya davet ediyorum.
Son kitabım ise gene ilk seninle paylaşıyorum, yazım aşamasında. Yaratıcı süreçlerdeki direnç hakkında yazıyorum. Direnç gerçekleşiyor.
Kendi masalıyla temas etmek isteyenlere neler söylemek istersiniz?
Kısaca ama çok etkili bir şey söyleyeceğim. Düşlerinizi takip edin. O sizi masalınızın yoluna ulaştıracaktır. Zaman geçiyor, hayat akıyor. Masallar anlatılıyor. Eski zamanları günümüze ve elbette geleceğe aktaracak olan masallar, sizi mutluluğa taşımaya devam ediyor. Haydi siz de yolunuzu masallara düşürün; ister kendi masalınızı yazın ister kahramanınızı değiştirin. Masalların büyülü dünyası sizleri bekliyor.