Kasım2 , 2024

Hüsamettin Yivlik: Sanat, ruhun görünür hale gelmesidir.

İlgili Yazılar

Şimdi Contemporary İstanbul zamanı!

Türkiye'nin önde gelen çağdaş sanat fuarlarından Contemporary İstanbul, 19....

Türk-Japon Dostluğu Odağında Rakugo ve Komedi

400 yıllık hikaye anlatma geleneği Rakugo, Japonya-Türkiye diplomatik ilişkilerinin...

Sinema dünyasının ortasında Kalkütalı bir komple sanatçı

Sinemayla dopdolu yirmili yaşlarım geri gelmese de eski...

istanbulansiklopedisi.org erişime açıldı

Reşad Ekrem Koçu’nun “İstanbul Ansiklopedisi”nin basılı ciltleri ile ilk...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Geleneksel Türk sanatlarının az bilinen türleri olan ahşap oyma ve sedef kakma alanındaki eserleriyle tarihsel zenginliğimizi gelecek kuşaklara taşıyan Hüsamettin Yivlik, “Geleneksel sanatlar mesajdır, bir bütündür. Levhaya baktığınızda yazı, süsleme, çerçeve derken önce bütüne bakar, sonra manaya girersiniz” diyor.

SÖYLEŞİ: BELKIS KAMUT AKTÜRK

Hüsamettin Yivlik, Üsküdar’daki atölyesinde yaptıkları görüşmede sanat tarihçisi ve gazeteci Belkıs Kamut Aktürk’ün sorularını yanıtladı…

Hayatın armağanlarından biridir Hüsamettin Yivlik. Sadece sanatı ile değil, sohbeti ve rahatlatan tavrı ile de etkileyicidir. Çocukluk yıllarından itibaren sanatsal faaliyetlere yatkınlığı olan Yivlik, 1968 yılında lise son sınıf öğrencisi iken İstanbul Sağlık Müzesi Atölyesi’nde ayniyat saymanı olarak çalışmaya başlamış. Sağlık Bakanlığı’na bağlı, sağlık eğitim materyalleri üreten bir bu atölye onun için deneme yanılma yöntemiyle mülaj, alçı kalıp, maran gözlük, şablon çıkarma, pistole şablon yazma, ahşap oyma ve ajur sanatlarını öğrenmenin yeri olmuş. Ancak 1982 yılında verdiği ani kararla memuriyetten ayrılarak ahşap ustası ve sedefkar olan dayısı Mazhar Anacan’a işlerine yardım etmeye karar verdiğinde yolu bir başka yöne evrilmiş. Sedef taşı aslında yumuşakçaların kabuğunun bir salgısı, organik kökenli bir süsleme malzemesi. Sedef, ahşap üzerine açılan çukur veya oymalara yerleştiriliyor ve tahtaya temas eden yüzeyden düşmelerini önleyecek yapıştırıcılar sürülüyor ya da sedeflerin etrafı madeni tellerle çevriliyor. Ortaya emeğin, estetiğin, sabrın ve huzurun iç içe geçtiği, bakanı maddi ve manevi dünya arasında seyahat ettiren eserler çıkıyor. İşte Yivlik’in eserlerinde olan biten de bu… Gelin, şimdi onu ve hikayesini yine onun ağzından dinleyelim.

İstanbul’da 1947 yılında Beyazıt’ta doğdunuz. Babanız Ahmet Yivlik sizi şekillendiren en önemli figürlerden biri. Kendinizi ve sanatınızı da tariflerken anlatımınız çok naif.
Babam çok önemli. Sanatımda da hayatımda da yer eden biri. Babamdan tasavvuf ve felsefe bilgisi aldım. Bu kıymetli. Sanat ve felsefe kendimi anlamam için yönlendirici oldu. Bildiklerimi formule edip şemalıyorum; bakıyorum bana faydası var, insanlara da tavsiye ediyorum. Bu durum elbette eserlerime de yansıyor. Problem çözer gibi. Formüle konulan değerlerle sorun çözülebiliyor. Bu formülü sanatımda da uyguluyorum, hayatımda da öğrencilerimde de uyguluyorum. Bunlar genel geçer formüller çünkü felsefe, hayatı güzel kullanmak için var. Felsefi düşünce, ince düşünce, kaba değil; hassas davranıp insanı inceliyorsunuz. Sanatta da öyle; inceleme, gözlem önemli. Hangi aleti kullanacağınızı seçiyorsunuz, ağacı deniyorsunuz, neyi kabul ediyorsa başlıyorsunuz.

Ahşap oyma ve sedef sanatçısı Hüsamettin Yivlik, “Önemli olan tasarım. Malzeme için nerede ve kimin kullanacağı önemli” diyor.

Kamera – hayat benzetmenizi çok seviyorum. Siz ne zaman bu kaydedilenleri seyretmeye başladınız? Sultanahmet – Beyazıt arasında geçen çocukluğunuz size ne kattı?
25 yaşından sonra seyre başladım, öncesi kayıt. Yaşarken kayıt düğmesine basılı kameranız sizinle geziyor ama siz farkında değilsiniz ve her şey çekilmiş, kaydedilmiş. Ben bu kamerayı aklıma teşmil ediyorum. Çemberlitaş, Cağaloğlu, Sultanahmet hep görmüşüm camileri, çeşmeleri, mezar taşlarını. “Peki, artık ne yapacağım?” dediğim yaşlarda, o kameraya bakmaya başladım. Kendi kendime “Senin gördüklerin önemli, bunları değerlendir” dedim. Bu başlangıç oldu. Bilerek çekilmedi o görüntüler. Artık seyretmiyorum çünkü sanata başladığımdan beri düğmeye artık ben basıyorum, gerekli şeyleri kaydediyorum.

KALICI MALZEME İLE ÇALIŞMA FİKRİ

Öğretmen çok önemli. Sizin hayatınızda da ilkokul son sınıfta dersinize giren resim öğretmeniniz etkili. Resminizi beğeniyor ve neler oluyor?
Esvet Hanım. Aslında ilişkimiz kızgınlık üzerine başladı. Başka okuldan gelmiştim, neden geldin, neden okul değiştirdin, diye sorunca “Eğitim tarzını beğenmedim” cevabıma kızmıştı. “Sen nesin de beğenmedin, allame misin?” demişti. Kızgınlığı olan bir hoca idi bana. Ama sene sonu sergisinde hoş bir durum oldu. Sergide patates baskısı ile hayalimdeki denizaltını canlandırdım. Beğendi ve aldı. Bu bana iltifat oldu, kendime güvenim geldi çünkü seçildi. Bana kızgındı ama beğenip seçmişti. Bana yol çizen bu olaydan sonra karakalem resim de yaptım suluboya da.

Geleneksel sanatlar sizin için hep kıymetli idi ama siz ebru ya da hat gibi kağıt ağırlıklı bir sanat yerine başka bir yöne yöneldiniz. Size göre daha kalıcılık vadeden dolayısı ile sert malzemenin kullanıldığı bir sanatı seçtiniz. Sanatınız size ne öğretti?
Hattatın ve müzehhibin işleri zor ama malzeme yumuşak ve naif. Bizimki daha sert, daha zor. Yıllar önce bir sergide edilen bir sohbet vardı bu konuda. “Kağıttan başka ne malzeme ile çalışılabilir?” sorusunu ben kendime aldım. Fikir ürettim, tefekkür ettim. Bu arada kız kardeşim Ayşe de (Ayşe Yivlik Neftçi) Mimar Sinan Üniversitesinden mezun oldu. Ayşe ile beraber çalışmaya başladık. Atölyede paralel telefon var, Ayşe telefona cevap verirken fırça çalıştığı işe değiyor ve iş bozuluyor. Derken anladım ki aylarca çalışılan bir iş, bir anda heba olabiliyor. Bu bendeki kalıcı malzeme ile iş fikrini kuvvetlendirdi. Sedef, ahşap, fildişi, boynuz, kemik gibi sert malzemeleri aldım ve çalışmaya başladım. Ayşe’nin çizimleri broş oldu derken Ayşe nişanlandı, evlendi, evine yakın yere atölye açınca ben onun atölyesini galeri yaptım.
Ayşe’den sonra Kubbealtı’na kayıt oldum orada Çiçek Derman ve kardeşi İnci Hanım vardı. Tezhip yapmayı bilmem gerekiyordu ki rahatlıkla kesebileyim. Çiçek Hanım çizimlerime baktı ve rumide daha başarılı olacağımı söyledi. Bana Salih Balakbabalar ile tanışmamı tavsiye etti. O, kıl testeresi ile kontrplak kesiyordu ben de ıskarpela ile ahşap oyma yapıyordum. Salih, testerede çok güçlüydü ve geleneksel sanatlarda hattı da tezhibi de güzel kesiyordu. Salih’le de bu vesile ile tanıştık.

Yaşayan İnsan Hazineleri 2022 Geleneksel Ahşap Oyma Sanatı’nda ödül alan Hüsamettin Yivlik, öğrencileri ile…

Sizin öğrenciniz olmak için gelenlere ilk dersiniz ne oluyor?
Sabır oluyor. Bu işler sabır esaslı, sabretmeyi bilmeyen başarılı olamaz. Sabır, terbiye ve samimiyet yani yaptığı işi kendi beğenecek ki herkes beğensin.

ÖNCE SABRIN ÖNEMİNİ ANLATIYORUM

Öğrencilerinizi neye göre seçiyorsunuz, beklentiniz ne oluyor?
Önce biraz oyalıyorum; ciddiyetini anlamak için hem de sabrını deniyorum. Mesela üç ay önce büyük hevesle gelen bir kişiyi sabra alıştırmak için hat sanatına yönlendirdim. Ahşap takımlarını da almış gelmiş. Hat çalışmasından ahşaba zaman ayıramadığı için şimdilik sabrediyor. Önce nazari bilgiyi veriyorum 4 – 8 hafta sohbet ediyoruz. Sabrın önemini anlatıyorum, kendine güvenip etrafa güven vermesini öğütlüyorum. Sonra sanatın manevi yönlerinden konuşuyoruz. Alet ve malzemeleri tanıtıyorum. Daha sonra da “Malzemelerini al ve istediğin işi yap, getir” diyorum. Gelen işi onaylayınca anlıyorum ki eğitimi almış ve yeni bir iş veriyorum. Ama hepsine tavsiyem, gelenekselde kalmaları oluyor.

Öğrencileriniz ne zaman mezun oluyor, icazet alıyor?
Nazari bilgiden sonra atölye bilgisi veriyorum. Zevk alacağı müzikten dekorasyona kadar destekliyorum. İlk çalışmayı sarı metalde yapıyoruz. Ahşap için de yumuşak olan ıhlamur ağacı ile başlatıyoruz. Malzeme değişiklikleri önemli çünkü eğitimi geliştiriyor. Boynuz, kemik gibi malzemeleri testere ile kesiyor. Ihlamurda kazanılan el melekesinden sonra gürgen, ceviz gibi daha sert ağaçlar deneniyor. En az 4 – 5 sene böyle devam ediyor. İcazet yani geleneksel sanatların diplomasını veriyorum. Logodaki tek yıldız benim. Kaçıncı talebe ise yıldız sayısı ile belli oluyor mesela Sinan’ınki 2 yıldız, Hakan’ın icazeti 7 yıldızlı…Bundan sonrasına rakam koyacağız.

Sizce sanat nedir, zanaat nedir?
Sanat, ruhun görünür hale gelmesidir. Eser, sanat oluyor. Sanatçının bilinmekliği oluyor. Zanaat ise ustadan alınan eğitimle oluyor. Ustadan ne öğrendi ise onu devam ettiriyor. Ticaret amaçlı ne kadar seri ve çok üretirse kazanç oluyor.
Hayat – sanat bağlamı nedir? Severek yaptığımız her şey sanat mıdır?
Evet. Beni etkileyen bir anımı anlatayım. Bir gün yurt dışında bekliyorum, etrafı seyrederken gördüm ki birileri çöplerini atıyor, çöpçü süpürüyor. Bu defalarca oldu ve her seferinde çöpçü aynı ifade ile temizledi. Dayanamayıp, “Neden müdahale etmiyorsunuz?” diye sordum. Cevabı şahane oldu. “Benim işim bu!” dedi. Bu sanat işte… Çünkü severek yapıyor.

Sanat, hayatımızı nasıl etkiliyor?
Gerçek sanatçı olumsuz düşünmez, düşünemez. Çünkü en iyiyi yapmak zorunda. Bu nedenle kendine, sohbetine, etrafına, gıdasına, sağlığına hassasiyet gösterir. Bu da tüm kişiliğini etkiler. Geleneksel sanatlar mesajdır, bir bütündür. Levhaya baktığınızda yazı, süsleme, çerçeve derken önce bütüne bakar sonra manaya girersiniz. Manaya girebilmek için de doğru olmak zorundasınız.

Sedef, boynuz, ahşap. Siz hep doğal malzemeleri tercih ediyorsunuz. Üstelik en çok ahşap çalışmayı seviyorsunuz. Neden?
İlk mescitte peygamberimiz tahtanın üzerine çıkıyormuş. Yeni mescitte mihraba çıkınca o tahta hüzünlenmiş. Ben ahşap çalışırken o tahtanın hüznü gelir aklıma. Muhtemelen bundandır ahşaba düşkünlüğüm.


Uzun ömrün sembolü kabul edilen sedef için “gizemli” diyorsunuz.
Sedef, denizin dibinde yıllarca güneşi seyrediyor. Deniz, ayna vazifesi yapıyor. Güneş ışınlarının içindeki yedi rengi deniz dibine yayıyor. Sedef de beyaz olduğu için tüm renkleri içine alıyor.

Ya diğer malzemeler?
Mesela bağ dediğimiz kaplumbağa kabuğu var, fildişi var, kemik, boynuz (bufalo-dana) var. Ama en önemlisi malzemelerin birbiri ile uyumu. Örneğin Viyana işi denilen boule sanatı metal ile ahşap birleşimidir. Metal sentetik olduğu için ısı karşısında hızlı genleşiyor, ahşap ise doğal olduğu için az genleşiyor. Metal yuvaya sığmadığı için zamanla bombe yapıyor. Çabuk yıpranıyor ve bakım gerektiriyor. Oysa doğal malzemelerde bu sorun olmuyor, eserin ömrü uzun oluyor.

Akar Çeşme, Ceviz Ahşaba El Oyması, çeşmenin üst kısmında; “Her şey sudan yaratılmıştır” yazıyor.
90 x 27 cm

Malzeme mi tasarımı, tasarım mı malzemeyi etkiler?
Önemli olan tasarım. Tasarımı yani düşüncenizi çizimle yapıyor ve detaylandırıyorsunuz. Hangi malzeme kullanılacak, kullanım alanı neresi, kime yapıyorsunuz bunlar çok belirleyici. Mesela kişi maddeye önem veriyorsa gümüş ya da varak, doğala önem veriyorsa ahşap olabiliyor.

MALZEME ÖNEMLİ ÇÜNKÜ RUHA HİTAP EDİYOR

Malzemelerinizi nerelerden alıyorsunuz, nelere dikkat ediyorsunuz?
Doğal ve otantik olması önemli zira ruha hitap ediyor. Örneğin Ahlat’tan ceviz, Afrika kıyılarından abanoz, Avustralya’dan sedef alıyoruz. Bufalo boynuzunu İrlanda ve Amerika’dan alıyoruz. Rengi farklı olduğu için deve kemiği Tunus’tan geliyor. Malzemeye göre de alet kullanıyoruz, mesela freze denen oyma makinesi ile yapılan işlerde ağaç lifleri kesildiği için lif halinde çıkıyor ve parlatmasında da sorun devam ediyor.

Elinize geçen en değişik malzeme nedir?
Mors dişinden, Filipin sahillerinde “turbo” olarak bilinen Osmanlı’da “arusek” olarak tanınan beyaz yeşil hareli sedefe dek farklı pek çok malzeme gelebiliyor.

Günümüz işleri ile sizin işleriniz arasındaki en belirgin fark nedir?
Benim eserlerimde alametifarikam olan logom var. O logoya hakkını verebilmek için çok çalışıyorum. Geleneksel sanatların mesajını en iyi verebilmek için ayna gibi davranmayı tercih ediyorum. Gerçek sanatımı ortaya koyuyorum, bakan insan beni görüyor ama mesajım, “Bu aynada kendini gör”.

Geleneksel sanatların kuralları vardır. Sizin alanınızdaki kurallar neler?
Her sanat, hocalarının silsilesi ve kuralları ile sürüyor. Ben, hocam olmadığı için kendi usulüm ile devam ediyorum. Hat oyduysam kullanılmayan talaşlarını çöpe atmam. Ya toprağa gömerim ya da yakarım. Her aletimi Allah’ın esması olarak görüp hürmet ederim. Malzeme cansız sanılsa da ben saygı gösteririm. Kök cevize saygı duymazsam makinenin bile kesemediği ağacı ben sadece ıskarpela ile oyamam. Malzemeyi canlı kabul eder ve onu dinlerim.

Zemin indirmek suretiyle yapılan işin ışık yardımı ile görünür hale gelmesidir, ahşap oyma. Bunun için kullanılan aletlere ıskarpela deniyor. Ama ustayı ve dolayısı ile sizi farklı yapan kendi aletlerinizi yapıyor olmanız. Ahşap, sedef, fildişi boynuz, bağa, kemik gibi sert malzemelere hat oymacılığı başta olmak üzere süsleme sanatlarını, milimetrik boyutlarda işlemek kolay değil. Sizinle anılan bir alet tasarımınız var mı?
Bütün oyma bıçaklarımı kendim yaparım; dikey oyma için ayrı, yatay oyma için ayrı bıçaklarım vardır. Bunların yanı sıra çeşitli ıskarpelalar kullanırım. Bu aletleri de öğrencilerimin kendilerinin üretmesini tavsiye eder ve isterim.

“TEKNOLOJİ EMEĞİN YERİNİ ALDI”

Bu sanatı yarım asırdır yapıyorsunuz. Bunca yılın getirdiği tecrübenin yanı sıra büyük bir de desen arşiviniz var. Bu arşivi nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsunuz?
Öğrencilerimle bir ekol oluşturduk. Bu desen arşivini de beraber genişletiyoruz. Dolayısı ile benden sonra da talebelerim vasıtasıyla daha çoğaltarak nesilden nesile geçmesi en büyük hayalim.

Osmanlı ve Selçuklu mezar taşlarının sizin için önemini biliyorum. Selçuklu sanatında zencerek denen geçme motifler kullanılıyor. Keltlere kadar giden hikayesi var. Onlar arada hayvan figürleri kullanıyor ama İslam’da bunun yerini bitkisel ve stilize motifler alıyor. Osmanlıda değişen, malzeme oluyor. Göze hitap eden her yerde kullanılıyor. İhtiyaca cevap verirken zarafetten de taviz verilmiyor. Zamanla neler değişti?
Teknoloji emeğin yerini aldı. Sanayide, makinede ruh yok ama insanda ruh var. Sanat nedir, sanat ruhun görünür hale gelmesidir. Ondan dolayı da teknolojik malzemeler tek kalıp olurken insanın üretimi yektir, tekdir. Kişiye özeldir, aynısını ben dahil kimse yapamaz.

Fatih Sultan Mehmet’in türbesinin gümüş şebekelerini restore ettiniz. Neler yaptınız, nasıl bir süreçti?
Fatih Sultan Mehmet’e ve tarihe karşı sorumluyduk. Burada mevzu bahis olan para veya başka bir şey değil. İş neyi gerektiriyorsa onu yaptık. Sanki padişahın huzurunda, sanki saray atölyesinden çalıştık. Çok özel bir andı zira öğrencim Hakan Üç ve onun öğrencisi Yusuf Savaş da vardır. Üç nesil bu işi yapmanın gururu anlatılamaz.

ÇOK İYİ NİYETLİ OLUNSA DA TARİHE VE EMANETLERE HAKKI VERİLEMİYOR

Hırka-ı Şerif ve Eyüp Sultan Türbeleri’nde de çalıştınız. Hırkanın saklandığı gümüş kutuların tamir ve bakımını yaptınız. Tacı şerifin tepe motiflerinin restorasyonunda da bulundunuz. Bu çalışmalar hakkında neler söylemek istersiniz? Size neler kattı?
Kutsal emanetlere hizmet etmenin manevi huzurunu yaşadım.

Eyüp Sultan restorasyonu sırasında sizi etkileyen bir anınız var. Eski restorasyonlarda sandukanın etrafına beton dökülmüş. Beton kırılınca altından çıkan güzel bir koku olur. Araştırmaya başladığınızda kokunun ayak ucundaki kırık kiremitten geldiğini fark ediyorsunuz. Ve o kokuyu koruyabilmek için o kısmı gümüşten kapak ile korumaya aldınız. Yeni doğanların göbek bağları atılıyor diye de elek koydunuz. Başka nelerle karşılaştınız?
Bilinç çok önemli. Bazen çok iyi niyetli olunsa da tarihe ve emanete hakkı verilemiyor. Saygı duyulmalı. Restorasyon bitti, temizlik için girildi. Biri iyilik olsun diye bir koku sıkmış. Bu koku da korumaya aldığımız doğal kokuya zarar verdi.