Ocak18 , 2025

Hurda deyip geçtiklerimiz elinde sanat eserine dönüşüyor

İlgili Yazılar

Eski Türk Sineması: Özlemin eski tadı yok…

Eski Türk sinemasını sevmek, benimsemek, “nostaljik” bir eylemmiş gibi...

Uzaklardaki yakınlar: 6. Mardin Bienali

Mardin’e seneler önce ilk gittiğimde etrafı gezerken tesadüfen bienal...

“Bir düşüncenin peşine düşüyorum. O düşünce, kendi malzemesini çağırıyor”

“Ankara’dan Bir Sanatçı, Bir Atölye” başlıklı söyleşimizde, Gözde Mulla’nın...

“Masal sözlü geleneğe ait sanat eseridir”

Veteriner hekimlik, drama eğitmenliği, tiyatro pedagogluğu ve masal anlatıcılığı......

Tesadüf ve başarının yönlendirdiği bir hayat: Mehmet Günsür

Sinema filmleri ve dizilerde canlandırdığı karakterlerle geniş bir hayran...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Her ne kadar yaptığı geri dönüşüm olarak adlandırılsa da ileri dönüşümle uğraşıyor, heykeltıraş Asaf Erdemli. Türkiye’de sürdürülebilir sanatın öncülerinden… Hurda olarak gördüğümüz, kullanmadığımız, çöp olarak gördüğümüz eşyalardan mümkün olduğu kadar en az iş gücünü ve enerjiyi kullanarak heykeller üretiyor. Erdemli’yle yaptığı eserleri ve sanatını konuştuk.

SÖYLEŞİ: ASLI ÖRNEK

 

Ülkemizde artık ekonominin de etkisiyle daha da önemli hale geleceği aşikar kavramlar var; geri dönüşüm ve ileri dönüşüm kavramları… Bu kavramlar sanatta da karşılığını buluyor. Heykeltıraş Asaf Erdemli, Türkiye’de sürdürülebilir sanatın öncülerinden… Hurda ve çöp olarak gördüğümüz, kullanmadığımız eşyalardan mümkün olan en az iş gücünü ve enerjiyi kullanarak heykeller üretiyor. Bu heykellerle çeşitli mesajlar veriyor. Van’da Tariria’da açılan “Zirvede Bir Efsane” sergisinde olduğu gibi… Erdemli, bu sergideki kadın figürleriyle tüketim toplumunu ve pazarlama stratejilerini, kadın figürleri kullanarak eleştirmişti.

Sanatçı Asaf Erdemli, günlük hayatta karşısına çıkan hurdaları eserlerinde kullanmak üzere topladığını anlatıyor.

Artvin Arhavili olan Erdemli, el melekesi yüksek bir ailenin üyesi. “Küçüklüğümden beri yaptığım şeyleri mesleğe döküyorum” diyen Erdemli, profesyonel olarak dans etmiş. Atölyesi Ankara’da olsa da Erdemli’nin artık bir ayağı da Berlin’de. Genç sanatçıları ve sanat dünyasındaki yenilikleri daha yakından takip etmek için Berlin’de de atölye açtığını anlatan Erdemli’yle eserlerini ve sanatını konuştuk.

Sizi heykel yapmaya iten şey neydi? Nasıl başladınız?

İlkokul ve ortaokuldayken resim yapıyordum, çocukluktan beri resme yeteneğim vardı zaten. İlkokulda ne yapıyorsam aynısını yapıyorum aslında. Ben beş altı yaşlarında bile kendi oyuncağını yapan bir çocuktum. El melekem yüksekti, ailemin de el melekesi yüksektir. Annem terziydi, babam çay fabrikasında çalışıyordu. Eğer Karadeniz’de yaşıyorsanız her şeyi kendinizin yapması gereken bir hayatınız olur çünkü doğa bazı şeyleri zorlaştırır. Siz de imkanlarınızı iyileştirmek için mücadele etmek zorunda kalırsınız. Karadeniz’deki doğa koşulları serttir, ayakta kalmanız zordur, o yüzden sürekli çalışmanız gerekir. Hem aileden gelen el melekesi hem de merak duygusuyla başlayan bir şey var. Bir şeyin ‘yapabilitesini’ test etmek, sonuçta yapıp son haline getirebilecek miyim diye merak etmekle başladı.

Sonraki süreç nasıl gelişti?

Ailem bizim daha iyi eğitim almamızı istemişti, Artvin’de okuma oranı yüksek. Artvin’in Arhavi ilçesinden bahsediyoruz, komşularımızın çocukları hep ODTÜ’de okuyordu. Arhavi’de şöyledir; nüfusun yarısı İstanbul’da, yarısı Ankara’dadır. Sadece yazın Arhavi’dedirler. Bize yakın olan bir ailenin çocukları da Ankara’da okuyordu, şimdi de Ankara’da ve büyük şirketlerde çalışıyorlar. Yakınınızdaki kişiler size de örnek olacak kişilerdir; ailenizden çok arkadaşlarınızdan etkilenirsiniz, çevre sizi şekillendirir. Kuzenlerimden biri Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümünde okuyordu. Bende de resim yeteneği vardı, annem beni Hacettepe’ye sınava götürdü; ilk aşamayı geçtim, ikinci aşamayı geçemedim. Hazırlık kursuna gidememiştim. Şehirde ayakta kalmanız lazım, bunun yanı sıra meraklarınız var, zaaflarınız var; bunun için para kazanmanız lazım. Ben de ayakta kalmak için tezgahtarlık yaptım. Okulun sınavına girdim ve kazandım.

Hurdayla çalışmaya nasıl başladınız? Eserlerinizde hurdanın yapısıyla pek oynamıyorsunuz.

Önce malzeme ihtiyacından başladı mesele. Çünkü bizim dönemimizde Hacettepe, bir sürü otobüsü, servisi olan, her yeri tertemiz, çimlerde yattığımız bir yer değildi; taş, toprak bir yerdi. Şehre gidip gelmemiz zordu. Hal böyleyken okulun yakınında hurdaları toplayan bir traktör vardı. Gözünüzün önünden hazır malzeme geçiyorken neden alasınız ki?

Satın alamadığımız şeyler önümüzde duruyordu. Bir de merak duygusu önemli. Askeriyenin, okulun hurdalığında hazır malzeme vardı.  Okuldaki birçok kişi de alıyor, kullanıyordu. Heykel bölümünden geliyoruz, sanatçıyız deyince, orada tabii ki görevliler de izin veriyordu. Hurdalar, maddi değeri olan şeyler… Geri dönüşümden bizim doğru şeyi anlamamız lazım.

ANKA KUŞU HİKAYESİNE DÖNÜŞÜYOR

Malzemenin maddi değerinden öte manevi değerine dikkat çekmeye çalıştığınıza dair cevaplarınız var röportajlarınızda…

Yaptığımız şey maddi değeri olan bir şeyi mümkün olan en az enerjiyi kullanarak bambaşka bir hale dönüştürmek. Bir ürünü potaya atar, eritirseniz; maddi değeri olur ama ürünü satmak için insan emeği ve gücü kullanırsınız, nakletmek için enerji harcarsınız gibi gibi… Bir ürünü yine faydalı bir şeye çevirmek için bir o kadar daha enerji harcamanız gerekir. Bizim işimiz bu değil. Bana bozulan herhangi bir eşyanızı verdiğinizde insan gücüyle en az enerjiyi harcayarak bana vereceksiniz. Ben onu alacağım ve mümkün olan en az enerjiyle bunu fikren çok daha değerli bir şeye dönüştüreceğim. Bu yüzden aslında sürdürülebilirlikle ilgili de birçok kurum ve şirketle de çalışıyoruz. Bizim yaptığımız heykellerle, “Biz de dünyaya böyle bakıyor ve algılıyoruz” mesajı veriyorlar. Ben petrol şirketleriyle de çalışıyorum. Kirlilik üreten şirketler var, bir yandan dünya bununla ayakta kalıyor, bir yandan da bunu iyileştirebilmek ve yaptıkları çalışmaları anlatabilmek için sürdürülebilir, geri dönüştürülmüş malzemeleri seçiyorlar. Hurdadan aldığınız malzemeyi fikren başka bir şeye dönüştürüp başka bir ifade ve anlatım dili yakalamış oluyorsunuz. Tabii Anka kuşu hikayesi oluyor.

Lady Machbet’in Satılık Rüyaları isimli buluntu metal nesnelerden yapılmış eser.

ADALETSİZLİK MESELESİYLE İLGİLENİYORUM

“Malzeme olarak sadece hurdayı ele almıyorum, insan da hurda olur, kadın nasıl hurda olur?” sorusundan hareket ediyorum, diyorsunuz. Kadınla ilgili işiniz, Kıymet Giray’ın küratörlüğünde önce Ankara’daki Ziraat Bankasında sergilendi, şimdi de Van’da sergileniyor. Kadının toplumdaki yeri ve kadının toplumda tüketim malzemesi haline gelişini anlatıyorsunuz değil mi?

Benim malzemeyi ele alış şeklim, her bir yeniliğin aslında yeni bir şeyi nasıl hurdalaştırdığı, nasıl eskittiği üzerine de düşünmekten geçiyor. Dünyanın genelinde var olan adaletsizlikle ilgili haksızlıklar, ülkemizden hareket ederek özelle başlayan ama genelde problem olduğu üzerine sorgulama üreten işler üretiyorum. Göç meselesi, göçe zorlanmak ve göç müdahalesi de üzerinde durduğum konulardan… Mesela kadın haklarına müdahale de bir mesele. Bir müdahale olmadığında böyle bir problem de olmaz. 

Kendi kıyafetlerinizi de dikmişsiniz…

Annem terzi olduğu için dikiş makinesiyle büyüdük, kıyafet tasarımı da yaptık. Aynı zamanda profesyonel olarak dans ettim.

Hala devam ediyor mu profesyonel dans eğitmenliğiniz?

Okuldan mezun olduktan sonra okulla birlikte dans da vardı, dans ve dans tiyatrosuyla uzun yıllar geçirdim. Bunların hepsini okul döneminde performans sanatıyla birleştirdim. Bundan yaklaşık 18-20 yıl öncesine gelen bir performans başlangıcım var. O dönemlerde çok anlaşılmıyordu, yavaş yavaş dansla ilgili kısım, performansa dönüşmeye başladı. Ben daha çok heykelin dilinde bir kavram üzerine çalışmak, okumak ve geliştirmek, alt metin oluşturmak için kullandım dansı. Aslında var olan yeteneklerimi, yine hikayemi, problemleri anlatmak ve onu ortaya koymak için kullandım, böyle bir birleşme oldu. Genellikle sergi tarihlerim birbirine çok yakın değilse beş duyuyla izlenebilen sergiler kurmayı hedeflerim. Görsel ve işitsel olarak da hissedebileceğimiz performanslara da şahitlik edilmesini isterim. CerModern’deki sergiyi kurmam; okuma süreci, hazırlıklar ve araştırmalarla birlikte beş yılımı almıştı. Yine orada da bir kadın meselesi vardı. Sadece performans üreten bir sanatçı değilim, hikayemin kendi kurgumun ve problemimin çözümünde derin bir noktaya varacağı yerde, o performansı da yapabilirim.

Asaf Erdemli, Berlin’de “Şehrin gürültüsünü nasıl algılıyorsun?” sorusuna dair bakış açısını “kulaklık” eseriyle ortaya koyduğunu belirtiyor. Eser, 2.5 m x 2.5 m ölçüsünde.

EKONOMİ, KADINLAR ÜZERİNDEN YÜRÜYOR

Kadınları eserlerinizde ele alma nedeniniz, onların daha geri planda kalması ve aslında sanatla daha çok iç içe olup sanattan anlamaları olabilir mi?

Bu istatistiki bir bilgi olur ve cevap veremeyebilirim. Kadınların sanatla iç içe olup olmadıklarını bilemem ama kadınların duygusal bakış açısının fazla olduğu söyleyebilirim. Kadınların daha ilgili olduğunu, sergilerdeki geri dönüşlerde ve sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlarda görüyorum. Bu son sergide de okumalar ve araştırmalar sırasında bazı şeyler fark ettim; dünyadaki ticari döngü, yüzde 70-75 kadınlar üzerinden sağlanıyor. Diğer bir deyişle dünya ekonomisinin büyük kısmı kadınlar üzerinde yürüyor. Bununla birlikte  pazarlama yöntemi olarak bir ürün geliştirileceğinde önce kadınların beğeneceği ürünü geliştirir, onların ilgisini çekerseniz otomatikman pazarın yüzde 75’ine hitap eden bir ürün yapmış oluyorsunuz. Bu da doğal bir tespit. Bir istatistiki bilgiyi ürün satışı için kullanmak çok doğal ama kadın, içinde bulunduğu durumda bu kadar zor bir hayatla nasıl mücadele ediyor? Kadınlara, sizin durumunuz bu ve bu durumdan şu yolla kurtulabilirsiniz, demiyorum. İstatistiki bilgiyi, sanat ortamına taşıyıp ben de kadının kendisini paketledim. Bunun için de uluslararası nakliyelerde kullanılan metal şeritlerden topladım ve şeritlerden ürettiğim bir elbise, kafası hediye paketi olan bir kadın yaptım, bir de çanta… Kadınların buna hassasiyet oluşturması için kadınların ilgi ve merakları üzerinden iş üretiyorum ki bunun etkisi güçlensin. Çanta takmayan bir kadın hiçbirimiz düşünmüyoruz herhalde. Bu nedenle çanta yaptım. Moda, kadınlara ulaşmanın en kolay yolu çünkü zaaflarını bilirsiniz ve bu zaafları olan kadınların yarın olmayacağını kim söyleyebilir? Kadının algıları üzerine bir müdahale yapmanız gerekir ki onun da çocuklarına aktarabileceği bir döngü haline gelsin. Ekonomik döngü devam etsin, bu müdahaleyi yapıp bilinçli olarak kadınlardan da buna iştirak etmesini sağlamalısınız. Benim eleştirdiğim konulardan biri buydu. Kadını bir ürün gibi ele aldım. Kadınların beğeneceği, merak edeceği tarafta bir ürün ortaya koydum; onlar da ilgi gösterdiler. Benim sergiyle ilgili yaptığım tespitlerden biri çünkü herkes, o elbiseyle fotoğraf çektirdi. Herkes ellerini, kollarını giymiş gibi elbiseyle fotoğraf çektiriyor. Tam olarak müdahaleyle yapılmak istenen buydu. Bir pazarlama yöntemi olarak da kadının kendisini kullanıyorsunuz.

BİR HURDADAN NE OLACAĞINI ANLIYORUM

Bir hurdayı bulduğunuzda ondan ne çıkacağını anlıyor musunuz?

Ben sahip olduğum hurdaları biliyorum. Hatta çok atölyede çok hurda var ama altta kalmış olanları bile bilirim, unutmam. Uzun süredir bu tür işler ürettiğim, bu tür malzemeler kullandığım için aklımda çok hızlı bir şekilde birleştirmek zor değil, pratik bir şey. Bir ürünün benim dilimle birleşip birleşmeyeceğini hemen anlarım. Yüzde 60’ında böyledir. Bir hurda bulduğumda da almak isterim. Ben sokakta yürürken de yerde bulduğumu alır, cebime koyarım; onda problem yok!  Şimdi Berlin’deyim. İnsanlar ihtiyaçları olmayan şeyleri sokağa koyuyorlar.

Ne yapıyorsunuz o zaman?

En son bebek arabasına koyduk. Son 20 yıldır bir şey bulunca sırt çantama atıyorum.

Sanatçı, eserlerinde dünyanın genelinde var olan adaletsizliklerle ilgili sorgulamalarda bulunuyor.

BERLİN’DE ON KİŞİDEN YEDİSİ SANATÇI

Şu sıralar Berlin’desiniz. Festival için mi oradasınız?

Hayatımın bir kısmını da Berlin’de geçirmek istedim. Bir atölye de burada kurulum aşamasında. Avrupa’daki sanat anlayışının, teknolojinin ve imkanların nerelere doğru gittiğine bakıp daha içinde hissetmek, bakış açısı olarak geliştirmek istedik. Ankara, İstanbul’a paralel olarak Berlin’de de bir hayat kurmak istedik. Türkiye’de de işler devam ediyor. Ağustos’ta İstanbul’da bazı projeler ve koleksiyonerlerin istediği işler var, onun için geleceğim. 

Berlin’i seçme nedeniniz ne?

Burada on kişiden yedisi sanatçı, sanatla ilgili bir sürü bağlantı ve çok sayıda galeri var. Dünyanın her yerinden sanatçılar gelip burada işlerini sergileyebiliyor. Hiç düşünmediğiniz bir bakış açısıyla bir sanatçının işini görmek, yeni bir bakış açısına tanık olmanızı sağlıyor. Buraya, çok daha fazla iş satarım, derdiyle gelmedik. Yeni neslin geleceğe bakış açısıyla kendi bakış açımı iyileştirmek, geliştirmek ve kendi geleceğimizi de nasıl şekillendiririz diye merakımızdan geldik.

Okuduğunuz, izlediğiniz şeyler sanatınızı etkiliyordur. Son dönemde sizi ne rahatsız ediyor, ön plana çıkarmak istediğiniz eserlerinizle düşündürmek istediğiniz konu ne?

Son dönemlerde adaletle ilgili işler üretiyorum. Adalete yapılmış müdahaleler, adaletsizlikle ve adaletin uygulanma şekliyle ilgili işler yapıyorum; ülkemizde olduğu gibi dünyanın birçok yerinde de adaletsizlik sorunu var. Ben de buna dair bazı işler üretiyorum. Adalete yapılan müdahalelerin ne yolla yapıldığına dair okumalar ve araştırmalar yapıyorum. Soru sormanıza hem de plastiğe dönüştürürken malzemeyi kullanış şeklinize farklı bakış açıları katıyor. Şu an adaletle ilgili olabildiğince çok soru sorup olabildiğince çok cevap almaya çalışıyorum. Mesele çok cevap verebilmek değil, çok soru sorabilmek. Kendimi geliştirmek istediğim taraf bu. Soru aslında bir süzgeç; ne kadar soru sorarsanız gelecek bilgi o kadar öz olacak.